Mısır’da yaşanan olaylara biraz daha küresel çerçeveden bakalım…
(Amma da büyük laf ettim şimdi!)
Amerika ve genelde Batı’nın bu tür durumlarda demokrasi ve insan hakları için uğraşmadığı açıktır. Laiklik, İslamcılık, radikallik, hatta komünizm öcüsü dahi Amerika için aletsel öneme sahiptir. Hatta bir yandan İslamofaşizm naraları duyarsınız, öte yandan ise “İslamcı” bir guruba destek verebilir. Eski İngiltere de Osmanlı’ya Rusya’ya karşı destek vermişti bir süre. Fransa ve İngiltere Jöntürklere yardım ettiği gibi, Osmanlı’nın düşmanı olan Arap milliyetçiliklerine ve Hıristiyan Baasçılara ve Vehhabilere, diğer etnik milliyetçiliklere de kucak açmış, finansal ve lojistik destek vermişlerdi. Sonra da kurtlar sofrasına önce kendileri oturdu tabii…
Bu tür girişimlere ahlaki değerlendirmelerle yaklaşım da yanlıştır. Çünkü sistemin ahlaki bir gayesi olmadığı için herhangi bir tutarlık aramak anlamsızdır. Mesele küresel bir sosyal Darvinizmden ibarettir. Yani ABD aynı süre içinde farklı yerlerde, hatta aynı yerde çatışan ideolojilere destek verebilir. Verdi de. Bundan sonrasında vermeye devam edecektir. Eski kolonizasyonda İsa ve onu “sevgi” mesajları kullanıldı. Sonrakilerde “demokrasi ve insan hakları” na dair belagat. İkisi de Weber’ce “Protestan ahlakı" diye adlandırılan sosyolojik yutturmacanın eski ve yeni görünümleridir. Tavşanla tazının barındıkları alan çoğu zaman aynı mekandır.
Aslında Amerika için halklarla uğraşmak daha maliyetli bir iştir. Yani demokrasinin milletten devlete yansıyan şekilleriyle uğraşması Küresel yapılar için daha zor ve maliyetlidir. Amerikan askerlerinin Türkiye topraklarını Irak işgalinde kullanmasıyla ilgili tezkere bir oy farkıyla geçmeyince, Amerikan yönetiminin tavrını hatırlamakta yarar var. Sonrasında bu “tavrın” nasıl ve kimlere patladığı hafızalardadır. O nedenle Suudi Arabistan, Kuveyt vb. petrol zengini ülkelerle ABD arasında sorun yoktur. Onlar hanedan demokrasisidir. Üstelik bu ülkeleri askeri güçleri de çok zayıftır. Savaş araçları olsa bile kullanacak askerleri olmadığını da en iyi Amerika bilmektedir.
Dahası, sabık Başkan Bush baba ve oğul olarak Ortadoğu’ya işgalci komşu olmuştu. Öte yandan, Çin’i gözetleme kulesine dönüşen Afganistan ve Pakistan’a yerleşti ABD. AB ise arada destek de vererek bu süreci izledi. Bosna’daki katliamı da serinkanlı bir şekilde izlemişlerdi. Filistin konusuna girmeye gerek zaten yok. Baba Esat gider, oğlu gelir; Baba Aliyev gider, oğlu gelir; Pakistan’da baba Butto gider, kızı Butto gelir iktidara. Sonra nasılsa ikisi de bir şekilde ölürler. Türkiye’de Baba Demirel gider, kızı Tansu Çiller gelir… “Bizim çocukların” farklı farklı görünümleri vardır.
Aslında hanedanların seçimle iktidara gelmesi sadece Ortadoğu’da olmuyor. Hadi gelişmişlik göstergesi olarak ABD’de de oluyor bunlar diyelim. Kennedy’ler ve Bush’lar mesela yakın tarihteki örnekleri. Clinton’ları da ilave etmek lazımdır: Bay ve Bayan Clinton’lar…
“Genetik bir hikmet mi var?” derseniz, hayır! Benzer insanların ve hatta isimlerin Ortadoğu ve Amerika’da iktidarı biyolojik genetikle ilgili değil. Asıl mesele siyasal genetikte gizli. Başkan Bush’un “emperyal” Amerika vizyonu zaten abartılan bir konuydu. Emperyal başkanlık onunla başlamadı ki! Amerika zaten 19. Yüzyılın başlarından beri “emperyal” mantıkta hareket etti. Bunun bir kısmını Kıta Amerika’sındaki savaşlarla yaptı. İç Savaşla devam etti. Bir kısmını da, mesela Alaska’yı satın almak suretiyle hayata geçirdi. Sonrasında Doğu’ya ve Uzay’a açıldı…
Dahası bütün bunların arkasında Amerika’nın tarihsel misyonu olarak ifadesi vardı. “Tanrısal Tasarım” ya da “Zahir Kader” diye ifade edilen Amerikan Siyonizm’i vardı arkasında. Yani aslında Siyonizm, Yahudilerin çıkardığı değil, Protestanların Yahudilere öğrettiği bir şeydi. Sabetay Sevi ve benzeri birkaç kişi haricinde İsrail’in kurulması için beklenen Mesih çıkmamıştı Yahudi milletinden. İsa’ya da “çılgın bir haham” diye bakmışlardı tarih boyunca.
O halde, Yahudiliğe göre Mehdi olmadan İsrail’in olması zaten Tanrı’nın emrine aykırı bir şeydi ve sanıldığı gibi Yahudiler her tarih ve yerde zengin de değildiler. Ancak asıl dinamikleri Hıristiyan Siyonizmini arkalarına almakla başladı. Bir başka ifadeyle Protestan Hıristiyanlık Siyonizm’in ebeliğini yaptı. Sonrasında çıkan Theodore Herzem gibi teorisyenlere hem para hem fikir yardımı yapanlar da aynı oluşumlar oldu.
Ve Amerika’nın kuruluşundan itibaren Protestanların kafasında olan idealler böyle oluştu. Hatta Amerika’nın ilk isimlerinden birisi “Yeni Siyon” ya da “Yeni Kudüs” olması bundandı. Bu ideolojik algı Amerika’ya “seçilmiş millet” kavramını kimlik olarak yerleştirdi. O nedenledir ki Amerikan kültüründe epey bir “Süper” adamlar, kadınlar, çocuklar oldu. (Nietzsche yaşasaydı, “Übermench”ten kastım bu değildi diye feryat ederdi sanırım.) Yani olan aslında Tevrat’ın mantığıyla Hıristiyanlığa işlerlik kazandırmaktı. Ve bu fikir Amerika’da özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında Hariciye kimliği oldu. Hem ülke içinde “milli” kimlik oluşturma çabasında etkili oldu hem de diğer milletlere, önce İngiltere, Avrupa ve sonra da Doğu’ya karşı kimlik yaratma çabasında bu unsur hâkimdi.
Petrolle çalışan teknolojinin Amerika’ya çağ atlatması bir yana, İkinci Dünya Savaşı sonrasında şartlar Amerika’yı aslında zirveye taşıdı. Mağlup olan Japonya ve Almanya’yı anayasadan askeri kanunlarına kadar baştan ayağa yeniden Amerika tasarladı. Sonra dünyanın siyasi, ekonomik ve parasal sistemini de benzer şekilde ayarladı. “Birleşmiş Milletler” adına olan hemen her şey aslında Birleşik Devletler kararıydı. Çin’i SSCB’den ayırmak için ona ticari kolaylıklar tasarlaması sonradan oldu. Ayrıca Çin’e ve SSCB’ye veto hakkı tanıdı Birleşmiş Milletlerde. Nasılsa al gülüm ver gülüm ilişkileri oturmuştu.
Dünya’yı tasarımlayan Birleşik Krallık etkinliğini yirminci yüzyılda yitirmişti. Birinci etken Osmanlı olmuştu. İkinci etken de Almanya. “Üçüncü dünya” ülkeleri zaten hâlâ müstemleke idiler. Ancak İngiliz Hariciye planları ve bilinçaltı kendini Amerika’ya klonladı. İthal petrolün en ucuz ve vazgeçmesi imkânsız olan ülkesi Amerika’ydı. O halde Ortadoğu’da miras aldığı planları kendi lehine değerlendirmesi zamanıydı. Öyle de yaptı…
Hem petrole düşük maliyetle hâkim olmak hem de Siyonizmi gerçekleştirme planları başladı. Yani aslında İsrail de bu tasarım içinde ufak bir tarihsel yedek parça oldu. Yahudilerin İsrail’de olması temelde Avrupa’nın tarihsel ve vicdani yük boşaltımı değildir. Hıristiyan Siyonizm’inin bir tezahürü olarak İsrail kurulmuştur. Öte yandan, Sovyetlerin Sosyalist görünümlü emperyalizmine karşı bir blok oluşması amacı da “Yeşil Kuşak” denen ve hem “ateist” komünizme hem de SSCB’ye karşı olan yeni bir strateji uygulamaya girdi. İngilizlerin Hilafeti Osmanlı’dan devir alması mümkün olmamıştı, ama bazen mali yardımlarla gelen “yumuşak güç” kullanımları, bazen müstemleke kafalı yönetimlerin yardımı imdada yetişmişti işte!