Temcit Pilavı ve “Yeni Osmanlı”
Temcit pilavı diye bir tabir var hani.
Tekrar tekrar gündeme getirilen olaylar ve durumlar karşısında kullanılır.
Esas anlam itibariyle bugünkü pilavdan farkı yok.
Eskiden Ramazanda iftar için bol pilav yapılırmış.
Sahur için de yeniden zahmet çekmek yerine, iftar pilavı sofraya konurmuş.
Bu “Yeni Osmanlı” da öyle işte.
Osmanlı’nın yenisi olur mu, bilmiyorum.
Eğer Osmanlı olacaksa, ben eskisini istiyorum.
“Yeni Osmanlı” sadece kavram olarak yeni.
Osmanlının ruhu “yenilendiğinde” Sultan Abdülmecit vardı sahnede.
O nedenle, “Yeni Osmanlı” unvanını olarak en iyi Abdülmecit temsil ediyor.
Hem Osmanlı’nın hanedanından geldi o; hem de hane dışına çıkardı Devleti.
Sanırım bu nedenle, Abdülmecit’in 150. ölüm yıldönümünde anma toplantıları yapıldı.
Neden Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim, Kanuni değil?
Üstelik Muhteşem Süleyman dizisi de tam popülarite kazanmışken.
Ya da en azından neden 4. Murat anılmadı da, Abdülmecit anıldı?
“Ulu Hakan Abdülhamit Han” vardı hani; çöken Devleti, 33 sene ayakta tutan.
Nedeni basit aslında: şu anki “reformların” öncüsü olarak Abdülmecit görülüyor.
Daha da ilginç olanı aslında Cumhuriyetin temel felsefesi de Abdülmecit’inkine yakındı.
Görünen o ki, haldeki “reformları” tarihten bir Sultan’ın yaptıklarıyla özdeş tutma ve meşrulaştırmak amaç. Çünkü Osmanlı sultanı deyince milletin çoğu ya evliya ya da fatih unvanıyla özdeş tutmaya meyilli. Dahası, Osmanlı baştan sona kutsallık halesi içinde sunulur. Ancak Mustafa Kemal söz konusu olunca takvimin algıları farklı işler. Osmanlı’yı vurmak için Cumhuriyet, Cumhuriyeti vurmak için Osmanlı devreye sokulur. “Yeni”lenme çabasında ikisi de birbirini eskitip kaybeder.
Osmanlı, Abdülmecit’e kadar kendisini kendi siyasi, kültürel değerleri ile yeniledi.
Abdülmecit ile başlayan “ötekilerin” kalıplarına kendini uydurmak çabası oldu.
O nedenle, “yeni”lenmeye başladı Osmanlı.
Birinci Yeni Osmanlı Abdülmecit dönemi oldu.
İkinci Yeni Osmanlı Meşrutiyetle gerçekleşti.
Üçüncü Yeni Osmanlı Cumhuriyetle başladı.
Osmanlı ve Hanedanlık bitmişti sadece.
Mustafa Kemal’in bir Osmanlı subayı olduğunu sevenleri de unutur sevmeyenleri de. Yenilenen coğrafyalar ve siyasetin en eski kalan meselesi budur.
Halbuki“Yeni Dünya” düzenine uyum sağlamak için yapılması gerekli şeyler Osmanlı’nın yenisiyle oldu. Yani yenileriyle…
Osmanlı’nın adını banka yaparak Osmanlı Devletinden güç alan Kapitalizm olmadı mı?
Bugünlerde yeniden yenilenme çabalarının arkasında da aynı gerçekler var. Konuya ilk belirgin atıf 12 Haziran seçimleri öncesinde olmuştu. İktidarın seçim yatırımı olarak ortaya attığı İstanbul’da kanal projesini tanıtırken Başbakan; “Bu proje Marmarayla birlikte Dedem Abdülmecit’e aittir. Bunu benim dedem istedi. Onun için yapıldı bu proje” demişti.
Osmanlı’nın adına teşne olunca Osmanlı’nın hangi döneminin esas alındığı arada kaynamıştı.
Peki, “Yeni Osmanlı”nın Sultanı Abdülmecit nasıl biriydi?
Abdülmecit, aslında Osmanlı’nın 1920’de değil, ta o zamanlar bittiğini temsil eden bir padişahtı.
Batı kültürüyle yetişmişti. Eğiminde “yerli” denebilecek bir unsur hemen hiç yoktu.
Kültür olarak, Osmanlı’nın geleneksel değerlerinden uzaktı.
Diplomatik olarak, en ağır anlaşmaların yapıldığı zamanlardan biriydi.
Ekonomik olarak, Osmanlı’nın çöktüğü, buna rağmen sefahat sarayları yapıldığı zamandı.
İyi Fransızca konuşur ve Batı müziğinden hoşlanırdı Abdülmecit.
Yenilenmek ve yenilemek istiyordu Osmanlı’yı.
Babası II. Mahmut gibi, aslında Eski Osmanlı’nın varlığına bir antitez geliştirdi.
Bükülmeyen Osmanlı onunla resmi olarak bükemediği eli, resmi olarak öptü.
Muhafazakâr kesimin yıllarca nefretle andığı Reşit Paşa ve Tanzimat Fermanı onun zamanında zuhur etti.
Abdülmecit bu eleştiri ve tepkileri “Mutaassıp” kesimlerden kendi zamanında görmüştü zaten.
“Cuma selamlığına çıkarken” resimleri yaptırdı Paolo Verona’ya (1840).
Mısır Valisi, Osmanlı’ya onun zamanında meydan okudu, mağlup etti.
Osmanlı “şaki” hükmünde olan Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa'yı bağışladı.
Uzlaştı kendi valisiyle Osmanlı çünkü eski Osmanlı çok uzaklar kalmıştı.
Hatta uzlaşmayı bile kendi şartlarında ve kendince yapamadı.
İngiltere, Fransa, Rusya, Avusturya ve Prusya ortak nota verdiler.
Mısır sorununun “kendilerine danışılmadan” çözülmemesini istediler (27 Temmuz 1839).
“Yeni Osmanlı” bu notayı Itri’nin bestesini dinler gibi, huşuyla dinledi.
Osmanlı Devleti, tamamen Avrupa devletlerinin bir tür güdümüne girmiş oldu.
Ancak bu devletlerin “inayetiyle” Mısır valiliği Mehmet Ali Paşa'ya bırakılarak, ele geçirdiği topraklar ve Osmanlı donanması geri alınabildi.
Dahası da var.
Tanzimatın öngördüğü ilkeleri uygulamak için Meclis-i Âli-i Tanzimat kuruldu (1853).
Mâliye, Fransa'daki örgütlenme temel alınarak düzenlendi.
Hıristiyanlardan alınan vergilerin toplanmasında patrikhanelerin aracılığı kabul edildi.
Fransız ceza kanunu çevrilerek uygulamaya konuldu.
Meclis-i Maarif-i Umumiye toplandı (1845).
İlk idâdiler açıldı. 1847'de Mekâtibi Umumiye nezareti kuruldu.
1851'de ilk bilim akademisi sayılan Encümen-i Daniş açıldı.
Askerlik yasası çıkarılarak (6 Eylül 1843) kura yöntemi benimsendi, askerlik süresi 4-5 yıl olarak sınırlandı.
Devlet ıslahat işleriyle uğraştığı sırada İngiltere ve Fransa'nın çıkar çatışmaları ve kışkırtmalarıyla Suriye ve Lübnan'da Dürzîler ile Marunîler arasında olaylar çıktı (1845).
1848 ihtilâlleri sırasında Avusturya'ya karşı bağımsızlık savaşı veren Macar yurtseverleri Türkiye'ye sığındı. Bab-ı Âli'nin, Avusturya ve Rusya'nın baskı ve tehditlerine karşın sığınanları geri vermemesi Avrupa'da Osmanlı Devleti'nin saygınlığını yükseltti.
Kudüs'teki Katolikleri korumak için başvuran Fransa, Ortodoksların haklarını korumak için Rusya harekete geçti.
Abdülmecit, Rusya'ya savaş açtı (4 Ekim 1853); “Gazi” oldu. Osmanlı Devleti, müttefikleri İngiltere, Fransa, Piyemonte ile birlikte Kırım Savaşı'nı kazandı. Yalnız, Paris'te imzalanacak barış antlaşmasından önce padişah, Tanzimat Fermanı'nı tamamlayan Islahat Fermanı'nı ilân etmek zorunda bırakıldı (18 Şubat 1856). Azınlıklara, savaştan önce Rusların istediğinden daha fazla haklar veren bu belge, Paris Antlaşması'nı (30 Mart 1856)'da imzalayan İngiltere, Fransa, Rusya, Avusturya ve Piyemonte tarafından senet kabul edildi. Böylece, bir iç sorun olan ıslahat konusunda yabancılara müdahale hakkı tanınmış oldu.
Avrupa devletlerinin devletin içişlerine karışmasından hoşlanmayanlar, padişahı ve hükümet erkânını öldürüp Abdülaziz'i tahta çıkarmak için örgütlendiler. Kuleli Vakası olarak bilinen bu örgütlenme, bir ihbar üzerine dağıtıldı (14 Eylül 1859), önderleri cezalandırıldı.
Ve daha nice olaylar oldu.
Yani “Yeni Osmanlı”da “yeni” olan pek bir şey yok.
Sadece ABD’yi ve İsrail’i de denkleme eklemek ve İngiltere’nin yaptıklarıyla beraber anmak yeterli.
Ancak bu hadise Kemalistlerin düşündüğü gibi, Cumhuriyetle değil Osmanlı’yla hesaplaşmadır.
Verdikleri nişanların bir nedeni olmalı değil mi?
Osmanlı’yı değil, yeni Abdülmecit’i taltif etmek için.