Kutlu veda
Her uyku bir uyanıştır. Her uyanış bir uyku. Her buluşma bir ayrılıktır. Her ayrılış bir buluşma. Her var olma bir yok olmayı beraberinde getirir. Her ölüm bir diriliştir. İşte öyledir vedalar da. Uçmağa varmasına az kalmıştı. Hz. Peygamber, Allah’a yürümeden kısa süre önce 8 Mart 632 Cuma günü bir hutbeyle hem Müslümanlara hem de insanlara veda etti.
Veda haccını ifa eylemişti zaten. Kasvâ adlı devesi üzerinde, Arafat Vadisi’nin ortasında 124 bin Müslümanın şahsında bütün insanlığa şöyle hitap etti. Kısa bir konuşmaydı. Ancak Kuran’dan alıntılarla bezediği konuşmasında hem Müslümanlara hem de insanlara bir yol haritası çiziyordu. Hatta konuşması öncelikle “insanlara” hitaben başlıyordu. Önce Allah’tan ona gelenle başladı, sonra ondan insanlara kalana geçti:
1. “Bismillâhirrahmânirrahîm. Hamd Allah'a mahsustur. O'na hamd eder, O'ndan yardım isteriz. Allah kime hidâyet ederse, artık onu kimse saptıramaz. Sapıklığa düşürdüğünü de kimse hidâyete erdiremez. Şehâdet ederim ki; Allah'tan başka ilâh yoktur. Tektir, eşi, ortağı, dengi ve benzeri yoktur. Yine şehâdet ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve Resulüdür. "
(Yani meddahlıkla, liderleri göklere çıkarmakla, onları tanrılaştırmakla inancın bir ilgisi yoktur. Dahası, birilerini yola getirme iddiası sakıncalı bir ifadedir. Doğru yol ancak Allah’ın izni ve emriyle bulunur. Şeytan dediğiniz de ancak onun emri ve izniyle hareket edebilir. Ne komşu, ne mahalle, ne medya, ne designer tanrıları anlamlıdır. Bir şey yapacak olduğunuzda “komşum ne der?” demek ve ona göre bir şey yapmak ya da yapmamak böyle bir bakış açısıdır. Allah’ın gördüğü yerde, komşunun bakışına göre hiza almak anlamsızdır. Hz. Peygamber önce kul, sonra da peygamberdir.)
2. “Ey insanlar!
Sözümü iyi dinleyiniz. Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada ebedî olarak bir daha beraber olamayacağım.
3. İnsanlar!
Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay, bu şehriniz Mekke nasıl kutsal bir şehir ise, canlarınız, mallarınız, namus ve şerefiniz de öylece mukaddestir; her türlü tecavüzden masundur.”
(Yani kutsiyeti mekâna değil, o mekândaki, zamandaki insana verilen değerle ölçmek lazımdır. Mekke kadar kutsal olan insanın canı, malı, şerefi gibi konulardır.)
4. “Ashabım! (=Dostlarım)
Yarın Rabbinize kavuşacaksınız. Bugünkü her hâl ve hareketinizden muhakkak sorulacaksınız. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp de birbirinizin boynunu vurmayınız. Bu vasiyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsinler. Olabilir ki, bildirilen kimse, burada bulunup da işitenden daha iyi anlayarak hıfzetmiş olur.”
(Bugün ortalarda gezinen sahte mehdi ve resullere aldanmamak lazımdır. Herkes hesaba çekilecek ve zerre kadar iyilik yapan da kötülük yapan da karşılığını görecektir. Eski sapıklıklar ise, adaletin olmadığı ve cahiliye adetlerinin hüküm sürdüğü sistemdir. Ashaptan insanlar bazen onu görmüş, işitmiş olabilirler, ancak Ashaptan aktarılanı sonraki insanlar daha iyi idrak etmiş olabilirler. İşitmek, idrak etmekten farklıdır.)
5. “Ashabım!
Kimin yanında bir emanet varsa, onu sahibine versin. Faizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Fakat aldığınız borcun aslını ödemek gerekir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız. Allah'ın emriyle bundan böyle faizcilik yasaktır. Cahiliyetten kalma bu çirkin âdetin her türlüsü ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım faiz de Abdülmuttalib'in oğlu amcam Abbas'ın faiz alacağıdır.”
(İsevilikten ayrı olarak, ne zalim ne de mazlum konumunda olmak gerekmez. Faizcilik de bir tür zulümdür. Emanete hıyanet etmek de bir zulümdür. Bu uygulamaları başkalarına değil bizzat kendine uygulamak lazımdır.)
6. “Ashabım!
Cahiliyet devrinde güdülen kan davaları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası, Abdülmuttalib’in torunu (amcalarımdan Haris’in oğlu) Rabîanın kan davasıdır.
(Yani kan davaları ile ilgili olarak da öncelikle kendinden başlamak esası vardır. Kan davalarının esasında aktarılan bir kin hafızası olmasıdır. Dolayısıyla nesillerce aktarılan bir duygusal genetik bozulmasına ve ruhsal bozulmaya götürebilir.)
7. “Ey İnsanlar!
Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu konuda Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları Allah'ın emaneti olarak aldınız. Onların namus ve ismetlerini Allah adına söz vererek helâl edindiniz. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerindeki haklarınız, aile namusu ve şerefinizi kimseye çiğnetmemeleridir. Eğer onlar sizden izinsiz razı olmadığınız kimseleri aile yuvanıza alırlarsa, onları hafifçe dövüp korkutabilirsiniz. Kadınların sizin üzerinizdeki hakları ise, örfe göre her türlü (meşru ihtiyaçlarını), yiyecek ve giyeceklerini temin etmenizdir.”
(Yani bu konu tüm insanları içeren bir buyruk şeklindedir. Kadınlar, doğrudan Allah’ın emanetidir. Onları babalarından ya da ağabeylerinden “almadınız”. Erkeklerin onlar üzerinden hakları olduğu kadar, onların da kadınlar üzerinde hakları vardır. Kadınların ve ailenin ihtiyaçlarını tedarik etmek temelde erkeklerin görevi olarak ifade edilmektedir. Burada temel unsur ise, madde değil bölgenin yerel şartları esasına göre olmaktadır.)
8. “Müminler!
Size iki emanet bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. Bu emanetler, Allah'ın kitabı Kuran ve O'nun Peygamberinin sünnetidir.”
(Yani asıl olan bu iki değerdir. Gerisi teferruattır, isterseniz füruat da diyebilirsiniz.)
9. “Ey İnsanlar!
Devamlı dönmekte olan zaman, Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı günkü duruma dönmüştür. Bir yıl, l2 aydır. Bunlardan 4'ü Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep hürmetli aylardır.”
10. “Ashabım!
Bugün şeytan sizin şu topraklarınızda yeniden nüfuz ve saltanatını kurma gücünü ebedî olarak kaybetmiştir. Fakat size yasakladığım bu şeyler dışında, küçük gördüğünüz şeylerde ona uyarsanız, bu da onu sevindirir. Ona cesaret verir. Dininizi korumak için bunlardan da uzak kalınız.”
11. “Müminler!
Sözümü iyi dinleyin, iyi belleyin. Rabbiniz birdir, babanız birdir. Hepiniz Âdem'densiniz, Âdem de topraktan yaratılmıştır. Hiç kimsenin başkaları üzerinde soy sop üstünlüğü yoktur. Allah katında üstünlük, ancak takva iledir. Müslüman Müslümanın kardeşidir. Böylece bütün Müslümanlar kardeştir. Gönül hoşluğu ile kendisi vermedikçe, başkasının hakkına el uzatmak helâl değildir.”
12. “Ashabım! Nefsinize de zulmetmeyin. Nefsinizin de üzerinizde hakkı vardır. Bu nasihatlerimi burada bulunanlar, bulunmayanlara tebliğ etsinler.”
13. “Ey Nâs!
Cenabı-ı Hak Kuran’da her hak sahibine hakkını vermiştir. Mirasçı için ayrıca vasiyet etmeye gerek yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa, ona aittir. Zina eden için ise mahrumiyet vardır. Babasından başkasına soy (nesep) iddiasına kalkışan soysuz yahut efendisinden başkasına intisaba yeltenen nankör, Allah'ın gazabına, meleklerin lânetine ve bütün Müslümanların ilencine uğrasın. Cenabı-ı Hak böylesi insanların ne tövbelerini ne de adalet ve şahitliklerini kabul eder.”
14. “Ashabım!
Allah'tan korkun, beş vakit namazınızı kılın, Ramazan orucunuzu tutun, malınızın zekâtını verin, âmirlerinize itaat edin. Böylece Rabbinizin Cennetine girersiniz.
15. Ey Nâs!
Yarın beni sizden soracaklar, ne dersiniz?”
Ashabı kiram: “Allah'ın dinini tebliğ ettin, vazifeni hakkıyla yaptın, bize nasihat ve vasiyette bulundun, diye şehadet ederiz,” dediler.
Rasulüllah (s.a.s.) mübarek şehâdet parmağını göğe doğru kaldırdı, cemaat üzerine çevirip indirdikten sonra üç defa:
“Şahit ol Ya Rab!
Şahit ol Ya Rab!
Şahit ol Ya Rab!”
Buyurdu.
Biz de şahidiz…