Milat oluşturmak
Her “milat” oluşturma isteği bir ideolojik yapı taşı temelinde yükselir.
Tarihi silsile içinde görmek yerine, silip baştan yazmak bu amacın ürünüdür.
Bir anlamda tarihsellikten kurtulma, tarihe milat tayin etmekle olur. Dolayısıyla milat oluşturmak, tarihin ta başına kendini koymak suretiyle, öncekinin reddini, silinmesini, “eski” ve “kokuşmuş”lar çöplüğüne fırlatılmasını murat ederken, yeni miladı tek milat, bir “tabula rasa,” tertemiz milat olarak görmek ister. “Milat”ın anlamının “doğum zamanı”nı ifade etmesi bu nedenledir. İdeoloji yeni doğan bebekle özdeşleşir, miladı masumiyet ve temizlikle birleşir. Milletlerin tarihindeki takvim değişiklikleri, kişilerin hayatlarında sorgu dönemleri ve Hac gibi ibadetlerin, “hidayete erme,” “ışığı bulma,” “yeniden doğma,” “uyanış” mantığının arka planını böyle bir takvim ifade eder. Oysa hafıza, kendi kurallarına göre olanları, yaşananları silmez, sadece adreslerini değiştirir, istif eder.
Zamanı geri çeviremeyen millet ve bireyin, zaman içinde sıfır noktası oluşturmasıdır milat. Tarih değerlendirmelerinde yapılan tasniflerden bir kısmı fasit daireleri ifade eder. “Mitik çağ”, “kahramanlar çağı”, “aristokrasi çağı”, ve “halkın çağı” ve tekrar “geriye dönüş” diye bir tasnife gidilir bazen.
Türkiye’nin yaşadıkları zihinsel reşarj, entelektüel, kültürel ve semantik deşarj dönemidir.
Bir başka deyişle…
Türkiye hala ideal bir dil arıyor. “Her biri daima diğerinin peşinde olan, ama bulamayan, başa çıkamadığı bir dil.” Bu dilin önündeki engel Matrix’in tayin ettiği yaftalar ve sloganlardır. Harflerin eprimeleri, seğirmeleri, cilt kapağı ve sayfaların marjinleriyle olduğu kadar, kendi iç dinamikleriyle de ilgili imla hatalarıyla doludur. Ortaya çıkan zafiyetler de eklenince, geriye kitaba giydirilen anlamı suhulet ile kabullenmekten başka bir şey kalmamaktadır. Hâlbuki dil, onunla kitap yazmak isteyeni de, ona anlam vermek isteyeni de aşan, ne onlarla başlamış ne de onlarla bitecek olan münferit oligarşik bir manevra alanı değildir. Dil kurumsal ve toplumsal katılımı zorunlu kılan, anlamını ancak uzlaşılan anlamlarla oluşturan “bir iştiraktir”.
Dil ister sese dökülsün, ister ventrilog marifetiyle saklansın veya sırf zihinsel mekanizmalara ve klik aşinalıklarına aracılık etsin, kalıplaşmış anlam merkezlerinin dayatmalarına meydan okur.
Bilinenle bilinmeyen, var olanla yok olan, sabit olanla oynak olan arasındaki ilişkidir anlamı tayin eden. Hiç bir anlam ise, ebediyen mutlak ve değişmez değildir. Gelen anlam, halde giydirilmiş olan anlamı öteleyerek monolojik telaffuzların ve kakofonik seslerin vurdumduymaz, aldırışsız anlamlarını bastırır ve kendi hareket alanı içinde bir senfoninin mahur harmonisine bırakır yerini.
O halde herkes “bütün yazıların metinler arası yapısı ve tarihini” iyi bilmelidir. Kitabın anlamını mutlak, kati ve katı olmayan “anlamlar ağı” tayin edecektir. “Evren kitabını” onu deşifre eden diğer kitapla okuyanlar, kelimeleri ve anlamlarını da tanımak zorundadırlar. Bunu anahtarı da sorgulamaktır, takıntısız, saplantısız ve korkusuzca. Milletin kimliğiyle…
Edward Said’in dediği gibi, tek merkezli bir bakış, “bir fikrin sadece bir tek fikir olduğunu düşündüğümüz zaman ortaya çıkar.” Hâlbuki her fikir tarihteki birçok fikirden sadece biridir. Monolojik tabiatı icabı tek merkezli bakış “çoğulculuğu inkâr eder.” Ki israfın olduğu yerde kazancı görmektir bu. Totaliter tabiatı olan siyasi, içtimai, iktisadi her anlamlar silsilesi, kitaptaki imla işaretleri kalktığı an omuz omuza, saf saf olur ve aralarına sokulan cilde giydirilen her anlamı bir gün kusarlar dışarıya.
Öznenin giydirdiği anlam, sessiz harflerin seddi ve karşı duruşuyla meydana gelir.
Okumanın düğümlendiği noktalar vardır.
Metnin hayat verdiği anlam, insanların dünyaya verdiği anlamla, gerçeklere verdiği anlamla paralel gitmesin ve dolayısıyla, monolojik kendi realitesine hapsolunmuş yorumların (1) sadece tek anlam olduğu, (2) Başka anlamlar olamayacağı şeklindedir. Bu yorumların ötesinde metni--kelimeler aynı kalsa da-- yeniden yazmak anlamına gelir ki, burada okuyan kişi veya kurum onu aslında yeniden yazmaya yeltenmektedir. Bu durum, hikâyeler için olduğu kadar tarih için de geçerlidir. Nitekim etimolojik olarak “tarih” ve “hikâye” kelimeleri aynı kökten gelirler Hint-Avrupa dillerinde. Yapmak değildir esas alınan, yazmaktır. Ve yorumlamak suretiyle yeniden yazmaktır.
Her yorumlama bir yeniden yazmayı ifade eder.
Bir şeyi veya birini tasnif etmek, hele onların rızası, gayesi ve hedefi dışındaki kategorileri onlara giydirmek hiç de masum tefrikler değildir. Bilakis, yapılan tasnif ile aslında kitabı oluşturan kelime ve imla çıkarmaları ve değişiklikleri ideolojik maksatlara hizmet eden ucuz ve fakat piyasa değeri açısından pazarlama şansı yüksek olan bir metadır.
“İrtica” kelimesi, “cumhursuz cumhuriyet” ve halkın kendisini yönetmesi anlamına gelen “demokrasi” kelimesinin halksız ve halka rağmen halk için zorbalığına dönüştürülmesi böyle durumlara işaret eder. Arkasında sayısal azınlığı olan, ama saman çuvalı, faytoncu, tulumbacı sandığı halk kütlelerinin çoğunluk iddialarının aleyhine terazi kefesini parmak uçlarıyla dokunmak suretiyle sıkletini hafifleten mantık, azınlık için eşitlik ve hatta üstünlük temini gayesiyle yapmaktadır yaptıklarını.
Amaç Orta Çağ şövalyelerinin zırhlarına bürünmek suretiyle, korunarak girdikleri tek yönlü atış alanında muzaffer olarak çıkmak, bu arada feodal lordların tartışılmazlığı ve ayrıcalıklarını bir kere daha vurgulamaktır. Bu da kavramları önce evrensel alandaki çağrışımlarından soyup iğfal etmek, sonra kabile mantığı ve menfaatleri doğrultusunda yeniden doldurmaktır.
Aklımızda tutulması gereken şey ise…
Milat doğumu anlatan bir ifade iken, miat hayat sürecinin kullanım sürecine denkliğini anlatır.
Milletlerin tarihleri, milletin tarihi olarak kaldıkça anlamlıdır.
Hürriyet Ladysinin elindeki meşale göz kamaştırabilir.
Ancak kafasından geçenleri okumanıza izin vermez...