Ortadoğu’da güdümlü olmayan tek devrim son yıllarda Gazeteci El-Zeydi’nin devrimi olmuştur. Hani sivil itaatsizlik tadında, ama devrim niteliğinde. Hatırlarsanız, Aralık 2008’de Washington’dan gizlice ayrılan ABD Başkanı George W. Bush, Irak’a gerçekleştirdiği son gezide bir gazetecinin ayakkabılı saldırısına uğradı. Irak Başbakanı Nuri El Maliki ile ortak bir basın toplantısı düzenlediği sırada meydana gelen olayda, Iraklı gazeteci Muntazar El Zeydi iki ayakkabısını da çıkarıp peş peşe Başkan’a fırlattı.
Bush'a hakaretler eden muhabir, "Bu, sana Irak halkından hoşça kal öpücüğü!" demişti. Vakıa, daha önce de Saddam’ın heykeline terlik atanlar görmüştük. Ancak Saddam bittikten sonra heykeline atılan terlik anlamlı olmadı. Hani dünyanın bu tarafında biz, yağmurdan kaçmasak da doluya hep tutuluruz.
Mısır’da olanlar El-Zeydi’in “veda öpücüğü” değil. Sadece bir yanaktan öptün, diğerini de buyur anlamında bir çağrışımı var. Eh İsa’nın öğretilerinin modern bir yorumu olsun dedim ben de! İşte bu nedenle Mısır’da olanlar bence sadece bir Karaoke devrimidir. Müzik alt yapısı ve oyun kurgusu ithal. Mikrofon’da ses verenler de mahalleden “bizim çocuklar” işte!
Clementine şarkısı bitince, “I shot the Sheriff”e geçecekler. O zaman asıl hararet değil, “hürriyet” gerçekleşmiş olacaktır. O nedenle şimdi de şikâyetler Mısır’ın yeni anayasasına dair. Efendim, “İslamcı” kitleler anayasa yapımında daha etkinmişler. Kıptiler azınlıkta ve Başbakan Erdoğan’ın ifade ettiği gibi, “laiklik dinsizlik değildir” mi demek gerekiyor?
Yoksa El-Zeydi İslamcı mıydı?
La havle vela kuvvete...
Time Dergisi bir önceki yıl “özel” baskısının kapağına “Revolution.”ı çekmişti. Hem de noktalı “Revolution”. Sonraları durum noktalı virgüle dönüştü. Nasılsa kışın soğuğunda bir “bahar” çıkarıvermiştik. Hatırlayan var mı ne zaman oldu bu devrim? Nasıl oldu? Yoksa ABD ve İsrail birden hidayete ermiş ve Mısırlı İslamcıların “good guy” olduklarını mı hatırlamıştı ki?
“Revolution” devirmekten öte, dönmeyi ifade eden bir kelime aslında. Güneşin yörüngesi etrafında dönmesi böyle bir şey. 15. yüzyılda kelime “gidişatta bir değişiklik” durumu anlamında karşımıza çıkıyor. Siyasi anlamda ilk defa 1600’lı yıllarda Stuart Hanedanının kovulması ve hükümranlığın 1688 yılında William ve Mary’e verilmesi anlamında kullanılmış. Yani ironik çağrışımları olan bir kelime vesselam. Asıl mesele nöbet değişimi; “Change, yes we can!”
Batı’da eskilerde “devrimler” kanlı oldu. Doğu’da ise yenilerde “demokrasi” katliamlar getirdi. Hani nerdeyse, “canını albız alsın!” yerine, “demokrasilere gelesin!” diyesi geliyor insanın! Bizim coğrafyada demokrasi Azrail’le beraber geliyor nedense. Belki demokrasiyi getiren sistemin Azrail’le bir anlaşması var. Dünyanın bu tarafında biz çookk devrimler gördük. Onlar bile demokrasi kadar katliam getirmemişti. Mısır, Libya, Tunus, Cezayir, Fas ve en son Suriye bunun örneklerinden. Dahası Afrika’da bölünen ülkeler de cabası. İran istim üstünde. Belli ki İsrail’de sıkıntı yok!
Türkiye’ye gelince, evirilip devrildi epeydir. Önceki yüzyılın devriminde “Devlet-i “ebed müddet”i kaybettik, 20. yüzyıl başlarında. Henüz İsrail yoktu. Sonra geriye kalan kan damarlarımızla yeni bir devleti oluşturduk, büyüttük. Osmanlı ile neler gittiğini daha anlayamadık. Anlayana kadar 21. yüzyıla gelmiş olduk. Ta ki vaktiyle Osmanlı’ya karşı kışkırtılan ülkeler eski filmlerin “retro”sunu yeniden izlemeye başladı.
Bolşevik Devrimi gördük, bir asır dayanamadı. Rusya sonraları “NATO’ya beni de alın!” diye Charlie Chaplin’e taş çıkarttı. Biz “Komünist Çin” filan derken Çin’in Kapitalizmle 40 yıldır flört ettiğini gördük. Bolçevik Devrimi de gördük, on yıl dayanamadı. Hatta “muhafazakâr” bir holdingde saygın, sivil bir CEO olduğu ortaya çıktı. (Buna literatürde “tevafuk” deniyor sanırım.)
Mısır’da ve bölgemizde olan ise, karaoke devriminden ibaret. İpler nerde koptu henüz tam belli değil. Hani bizim coğrafyada herkes tecahül-ü arifaneyi sever. Herkesin bildikleri herkese meçhuldür ya! Mübarek ile Küresel Karadulun arası açıldı. “İki asırlık tarihi olmayan bir devlet, yetmiş asırlık tarihi olan devlete akıl veremez”di. Sonra ortalık toz duman oldu. Mübarek “demokrat” idi, “diktatör” oldu; İsrail’in büyük dostu kaplan idi, kafese kondu.
Sonrasında El-Cezire kanalında Slavoj Zizek’in heyecanlı konuşmalarını dinledik. Hani Necip Fazıl’ın şiirini uyarlarsak, “Divanesi ikimiz kaldık sosyalizm yolunun” der gibiydi. Zizek’e Mark’sın temel tezi olan şeylerin Mısır’da “devrim” heyecanı unutturmuş gibiydi. Neyi kimin devirdiği mühim değildi.
Hâlbuki Marks mealen –ki en temel tezidir—diyordu ki: “Bu zamana kadar felsefeciler tarih hakkında sadece konuştular. Şimdi tarihi değiştirme zamanıdır. Tarih ezenle ezen arasındaki çatışmadan ibarettir. Sermaye üretim ve dağıtım araçlarını elinde tutmak için, tüm üstyapıyı kendine göre şekillendirmek ister. Buna yasalar da dâhildir. Altyapı ile üstyapı arasındaki çatışma bu anlamda sermaye ve emeğin çatışmasının yansımasıdır.”
Yirminci asrın başlarında eski devletler ve imparatorluklar bitti. Yerini 19. yüzyıldan ilham alan ulus-devletler almıştı. Bunu Rusya “emek” temelli olarak Çarlığı yıkmada ve yeniden şekillendirmede kullandı.
Hepsi güzeldi, tamam. Sömürülen halk Çarlık Rusya’sına karşı devrim yapmıştı. Bu da güzel! Zulme karşı olmak güzeldir, insanlığın şiarıdır. Hatta Allah’ın arzuladığı hakikattir. Zulme rıza göstermek, “dilsiz Şeytan olmak demektir.” Zulme karşı olmak adaleti her zaman getirir mi ona da bakmak lazım.
Bir uykudan uyanış bir başka uykuya da dönüşebilir. 1917’deki Bolşevik Devrim’in ciddi bir finansmanı Rothschilds’lerden geldi. Engels’i haddi affettik diyelim, babasının haylaz evladı idi, babadan kapitalistti. Ve Rothschild ailesinin Sosyalist olmadığını biliyoruz. J Lenin’in “devrim”ine finansal destek veren bankerler meşhurdur hani.
Ya “Osmanlı Bankası” olarak hafızamızda yer eden bankanın marifetleri? Bu arada Amerikan Merkez Bankasının ABD Devletinin kamu bankası olmadığını bilirsiniz de, ya Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankasının tamamının TC Devletinin tamamen “Milli” bir bankası olmadığını? Sanırım son zamanlarda yüzde 55 civarında olan Milli hisseden kalanların kimlerin ellerinde olduğu sizce önemliyse o zaman “devrim”den bahsetmek lazımdır. Yerel “zinde güçleri” anladık da, ya küresel olana ne yapmalı? Minareden atamıyoruz işte! İmana gelecek gibi de görünmüyor...
Biz devrimde dönelim gene. Ortadoğu askeri “devrim”lerin haricinde ne oldu? Ömer Muhtar’ın kıyama kalkışı mı? Ya İran “İslam” Devrimi filan. Filistin’de sapanlarıyla tanklara meydan okuyan çocuklar haricinde hangisi gerçekti?
Şimdi David kim, Goliath kimdir?