Şu mahut “28 Şubat süreci” Türk toplumunda turnu’sol etkisi yaptı.
Bu süreç siyasi bir sürecin tercihleri değildi.
Ekonomik kavgaların siyasi kısbet giydirilmiş haliydi.
En çok da “muhafazakâr” kesimde bu etki belirginleşti.
“İhlâs”, öteden beri holdingleşmişti zaten.
Ona “itkan” ve “ihsan” turnusolü eklendi.
“Bin yıl sürecek” demişti bir general!
Bir “irtica” vardı ortada ve yok edecekti kahramanımız.
“Gözyaşı geceleri” ve Kudüs’ü “anma toplantıları” oluyordu.
Kaddafi’nin çadırındaki görüntüler devletimizin onurunu “rencide” etmişti.
Ha bir de Başbakanlıkta birileri ağırlanmıştı…
Cami ya da cemaat “hocası” değildi Erbakan.
Siyaset adamı değil, siyaset içinde olsa bile bir devlet adamı olarak var oldu.
Üniversitede öğretim üyesiydi.
Rektörlerin “hizaya gelme” zamanı gelmişti.
En dehşetli olanı ise, Erbakan Hoca ve ekibinin “adil düzen” mantığına göre yeni bankacılık düzenlemeleri yapılmıştı.
Milli görüş, milli ekonomi ve sanayi ile mümkündü.
Milli sanayi, özellikle milli ağır sanayi olmadan “bağımsız” olunmazdı.
Milli silah sanayi de bunun bir uzantısı olacaktı.
Milli Nizam, Milli Selamet her bu arayış mantığıyla kurulmuştu.
Milli görüş böyle bakıyordu devlete ve millete.
Ve Erbakan hükümeti döneminde “havuz sistemi”nin mantığı doğrultusunda devlet kanalıyla milletin cebini faiz yoluyla boşaltmalar azalmıştı. Hatta daha da “kötüsü” o dönemde asker ve sivil memurlara acayip zamlar da yapılmıştı! Sonra Refahlı belediyelerden güzel “hizmet” haberleri geliyordu. Bu da ilerde tehlike doğurabilirdi.
Yerli yabancı rantçı ekonominin rahatsızlıkları bir generalin sesinden kükreme şeklinde ortaya çıkmıştı. Ve o general emekli olduktan sonra, muhafazakâr bir holdingde üst düzey yönetici filan oldu!
Şimdilerde “muhafazakâr kapitalizme hizmet şerefimizdir” diye yazdırmıştır sanırım.
Güzel vatanım benim…
Ne de çok hikmetleri vardır!
Kimin neyi muhafaza etmek istediğini, neyi terk edebileceğini bu dönem ortaya çıkardı. Kimileri muhafaza etmek istediği, “değer” gördüğü şeyleri öne aldı, sancısını çekti.
Kimileri, şimdilerde sabah akşam ver yansın ettiği 28 Şubatçılarla işbirliği yaptı.
Yani onları muhafaza etmek amacındaydılar.
Ettiler de.
Yani muhafazakârlık yaptılar.
Erbakan 28 Şubat sürecinde tam bir devlet adamı hassasiyeti ile davrandı.
Küresel Karadulun yerli temsilcileri iktidardan düşürdü onu.
Ancak bu süreç Erbakan’ı “savunan adam” yapmıştı.
Bu sürecin başlangıcı olan günde sekiz saatlik MGK toplantısında--rahmetli Ecevit’in aksine- “devletin kurumlarında sıkıntı olmadığını” ifade ederek, olası bir başka krize engel oldu.
28 Şubat şimdilerde “kelebek etkisi” ile hafıza arşivlerinde değiştirilmek istenen bir süreçtir. Asker kaçaklarının “kahraman” mücahit kostümleriyle boy gösterme zamanlarıdır.
Hafızayı geriye dönüp kurgulama olmadan vicdanı rahatlatmak imkânsızdır.
Hali meşrulaştırmak için geçmişi yeniden tanzim etmek gerekmektedir.
Kâbe’de Şeytan taşlamak kolaydır.
Zulmün sandukasına kurşun sıkmak da.
Bakınız, “oldu da bitti maşallah!” demeye kalmadı ki 28 Şubat sonunda “homo laikUS” ve “homo religiosUS” en iyi “homo ekonomicUS” kimliğinde anlaştı.
Yeni küresel tapınak “üniter”dir çünkü.
Burada üniter yapı konusunda sorun görünmüyor.
Herkesi mucizevî bir şekilde “tevhit” ediyor.
“Kamusal” ve “tamusal” takıntıları da yok zahir.
Lakin hani İncil’de İsa’nın, “mücrim” kadını taşlamak için bir araya gelenlere sorduğu soruyu hatırlarsak, “masum değiliz, hiç birimiz!” şarkısı tercüman olacaktır ahval ve şeraite.
Taşlar muhafazakârlığın eline yapışır, el taşlaşır belki.
Her “antitez”, aslında “tez”e eklemlenir ve bu şekilde kendini klonlayarak devam ettirir hayatını.
Türkiye’de gerçek kişilerle ve iktidarla kaimdir.
Ezberler bozuluyor filan derken, yerine yeni ezberler yerine ikame ediliyor.
Doğa boşluk kaldırmaz hani!
Hani Asaf Halet Çelebi’nin “İbrahim” şiirinde yazdığı gibi, yeni “putlar” dikilmesi lazımdır.
Toz duman arasında, yeni denklemler çıkıyor.
X’in yaptığı yanlıştır, ama X yaptığı için; Y’nin yaptığı doğrudur, çünkü o Y’dir.
Aynı yanlışı X de Y de koalisyon olarak yapsa o da doğrudur.
Çünkü arada Y’nin “hatırı” vardır.
O nedenle, “Sultan’ın dininden” olmak her zaman gerçeğe ulaştırır insanları.
Hani Matrix’deki gibi, “gerçeğin dünyasına” hoş geldik! “Mavi hap mı kırmızı hap mı alırsınız?”
Yeşil ve turuncu haplar da yolda!
En derin bunalım zamanlarında en büyük fırsatlar çıkar.
İşbirliği anlaşmalarını bazı muhafazakâr kesimler “Kufî” yazıyla imzaladılar.
Daha önce “Cebrail gelip parti kursa oy vermem” diyenler, ölüleri de oy vermelere filan çağırdı. Sonra Erbakan’a karşı işbirlikçilik yaparken, İsrail’e karşı da mülayim olabilirdi.
Küfeleri ağırdı onların.
Başkalarının yüklerinden ağırdı…
Başında örtü taşıyan kızların yüklerinden ağırdı.
Ağırlıklarını bir bir atarak hafiflediler.
Hafifledikçe, doğanın kanunu bu ya, yükseldiler!
Su yüzüne çıktılar.
Hatta gökyüzüne ok fırlatacak mesafeye kadar göklere yükseldiler. Onca yakın oldular! Fırlatılan ağırlıklar arasında neler yoktu, neler?
“Füruattan” olanlar vardı başlıca, başörtüsü de.
Sonra diğer muhafazakâr kesimler vardı: adları eskide bilinen ve yenilerde duyulan.
Uzun mesele ama vicdan da onlardan biri oldu.
Bir daha bulundu mu, bilmem.
Ebu Zer’i muhafazakârlar zaten sevmezlerdi, çekinirlerdi.
Muhafazakâr Muaviye’yi içselleştirmiştir.
Bu durum Ebu Cehil’i onca sevmelerine sebep değildi, ama sevdiler…
Muhafazakârlık asıl mesele olunca, dinin “gerisi” teferruattı. Her şey “Allah rızası içindi” tabi ki.
İktidarda olan Necmettin Erbakan Hükümeti İslam’ı "yanlış" algılıyor, “kötü örnek” oluyordu. Nedendir bilinmez, ama “Milli Görüş”e karşı bir devletlû ve etnik “İslam” görüşü eşliğinde cephe içinde “nefs ile cihadı” kaybetmiş, Ebu Cehil yanında cadı avına çıkmıştı.
Bunun adına “politika” denmezdi.
“Siyaset” denirdi, “Hudeybiye anlaşması” denirdi, “toplu durum” denirdi! “İnandıklarını yaşamayanlar, yaşadıkları gibi inanmaya başlardı”, ama olsundu.
Bu da geçerdi ya hu!
Bir kesim diğerini “zinde” güçlere gammazladı, onu bir başkası gammazladı.
Bugünlerde hepsi kahraman demokrat, hepsi Amerikan tarzı “muhafazakârlığı” veya “Hıristiyan demokratlığı” referans kılan sermaye ve gücü seviyor.
Menderesi de öyle sevmişlerdi…
Yani ölümüne bir sevdadır muhafazakârlık: Öleni sever, ölünce sever.
Ve Erbakan dün Allah’a yürüdü…
O muhafazakâr değildi.
“Milli Görüşçü” idi.
Ve Milli Görüş gömleğini kefen ile değişene kadar da çıkarmadı.
Elveda, Erbakan Hoca!
Mekânın cennet olsun!