Muhafazakârlık “marka”sı?
Marka bir ticari imgedir.
Markalaşan her şey bir metadır.
Her değer anlamını ikonlaşınca kaybeder.
Boynunda haçı eksik olmayan Madonna buna güzel bir örnektir.
Muhafazakârlık da öyle işte.
Muhafazakârlık ille de “dindarlık”la ilgi bir şey değildir.
O kendi başına bir ideolojik markadır.
Zor zanaat yani…
Markalaştıkça, markanın ifade ettiği anlam kaybolur.
Markanın kendisi anlam olur.
Ve marka bir işaret fişeğine dönüşür: “Ben buradayım!”
Uğur böcekleri arasına hamam böcekleri dizilir saf saf.
Markasız kul olmaz, markamla sev beni!
Yani, markalaşma bir pazar arkalaşmasıdır.
Önce pazarı, sonra görüntüsü, sonra getirisi girer devreye.
“Götürü” usulde bir ahlaka tabiidir muhafazakârlık.
Özü gider, anlamı biter, ama görüntüsü günü kurtarmaya yeter.
Yani marka bir “hiper gerçek” olur.
Gerçeğin bütününü en iyi gizleyen şey “gerçeğin” bir dilimidir.
Kendini var eden anlamdan soyutlamış, görüntüsüyle anlam kazanan bir “gerçek”liktir o.
Hiper gerçek, hiper marka, hiper market…
Artık piyasa vardır. Kendi mutluluğunu piyasa içinde oluşturur muhafazakârlık. Ancak “ötekini” kendine benzetmedikçe rahat da edemez. Onunla aynı koşumları taşıyan “nefs”, öznelliğin korumasız alanlarına tasalluta başlar.
“Nefs” muhafazakârlıkla nefes alır. Önceleri “şer” saydıklarının “nefis” şeyler olduğuna hükmeder. Teneffüs zamanıdır… Değişen atom teorilerine, post modern yaklaşımlara girişir. Yorumları oluşturmakla, metni yeniden yazmak arasındaki fark aslında kendi başına bir “olma alanının” ötesinde, epriyen muhafazakâr bir “oldurmak” çabasıdır. Onun “değeri” ancak başkaları o “değeri” kabullenince değerdir.
Diyebildiğini çıkar ölçüsünde demek, diyemediğini çıkar için saklamak, diyemediklerini çıkar için kodlamak, çağrıştırmak, hacıyatmazlık abidelerine dönüştürmektir muhafazakârlık markasını tesciller. Bireysel tutum değildir muhafazakârlık. Kitlenin, kütle olarak ağırlığını hesaba katarak harekete geçer. Markasının “nesnel”, çıkar alanlarının öznel olmak ve oldurmak için kullanıldığı bir “kamusal alan” metnidir.
Yani bir oldurmaya aşermedir muhafazakârlık markası. Yani iki M:MM.
Devletin ya da farklı MM’nın komünleştirip, tertipleştirip erittiği ve sosyalleşme yerine “içselleş/tir/me” mekânları olarak işlev görür. Burada oluşan “kamu” aklı “akl-ı selimden” farklı bir anlamda “akl-ı tekil”in temeyyüz ettiği, “benden içerû” üst-benin bireysel titreşimleri ve ekolarıdır.
Habermas’ın dediğinin aksine, bu marka alanları “temsili” kültürden çıkış alanları değildir. Bir temsili kültün diğer temsili kültten çalmak istediği marka tescil alanlarıdır. Yani dindarlık muhafazakârlaştıkça aslında varlık nedeni olan statükoya reddiyelerini gözden geçirir. Onları bir bir yeni meşruiyet alanlarına sokar.
Markalar sadece tüketim özgürlük alanlarını oluştururken, MM bütün özgürlüklerini değerin tüketimine yönlendirir. Bu evirilme sürecinde bireysel olarak mahalle çevrenin unsurları örneğin markayla gelen kimlik birlikteliklerini, yine markayı edinmekteki çabalarla ideolojik bir başka savaşım alanına dönüştürür.
Marka benzeşimleri diğer bir sorun olarak çıksa da üst yönetimlerde marka yöneticileri arasında sorun zaten yoktur. Öte yandan, benzeşmeyle gelen zahiri yapının duvarları üzerinden omuz üstünden bakışmalar, fiziki mekânların yakınlığını vesile kılarak, üsttekileri kendilerine çekmeye çalışırlar. Bu çaba içinde mahalle ve çevre birbirlerine karşı MM’na göre davranışlarını tanımlarlar.
MM’dan biri sosyal-kültürel üstünlüğünü, diğeri ise “ahlaki” veya “dini” üstünlüğünü öne çıkararak yalnızlığına çare aramaktadır. Sokakta sorunları olmayan “bireyler”, kendi çevrelerine veya mahallelerine girince, kolayca ve çabucak üzerindeki küresel markaları çıkarıp komünal markaları yeniden giymektedirler.
MM’nın diğer markaları simule ederek anlama çabası, Baudrillard’ın ifadesiyle, bir hipergerçeklik durumuna dönüşmekte ve aslında “gerçek” ölmektedir. Öte yandan, sayıları çoklaşan markalar arasında MM gerçeği bir başka körlükle, değiştirdiğini sandığı muhafazakârlığın kendini muhasara altına aldığını fark etmez.
Münferit insanın şeyleştiği, “kullanım değeri” doğrultusunda nesnel ve enstümental bir konumda olduğu MM da ortak nesneler kutsallaşmaktadır. Nesnelerin değerleri de sembolik değer yörüngesine yakınlığı oranında ontolojik anlamını artırmaktadır. Dolayısıyla aslında dışarıda olanla, içerde olan nesneler arasında sadece yörünge farkı vardır.
Ve MM bir statüko savunusudur.
Liberal söylem—eğer öyle bir şey varsa-- bu yeni statükonun Madonna görüntüsüdür.
Artık kendi içinde muhafazakârlığa dönüşmüş, markalaşmıştır.
Sicili hiç de iyi olmayan bir müseccel marka ise piyasanın rekabetiyle kaybolacaktır.
Her nefis muhafazakârlığı tadar mı bilmem.
Ama muhafazakârlık nefis bir şey olsa gerek!