İslam ümmeti ne zaman istikrarını kaybetti, İslamcılık peyda etti. İslam Medeniyeti ne zaman gerilediyse, Müslüman İslamcılaştı. Ebu Bekir, Ömer Müslüman’dı, Ali Müslümandı, Osman da. Hasan fitne korkusuyla biat etti, Müslümandı. Hüseyin Müslümandı, akan kanına, uçan canına rağmen Müslümandı. Ebu Zer Müslümandı. Lakin Muaviye İslamcıydı, Yezit İslamcıydı…
Sıffin’de gördük İslamcıları, Cemel Vakasında gördük. Mızraklar üzerine uçuşan Kur’an sayfalarında gördük İslamcıyı. Kendi nefsini sîgaya çekmek değil, kendi değirmenine su çekmek için uğraşıyordu.
Müslüman İslam’ı kendi nefsini terbiye, içindeki hayrı artırma, şerri yok etme vesilesi gördü. Müslüman içine sinmeyen olaylar karşısında, “kendi” rolünü düşünürken; İslamcı “başkalarının” hayatına müdahale etmeyi, onu yargılayarak yaptı.
Müslüman, dindarlığını kendisi ile Rabbi arasında rabıta ekseni olarak gördü; İslamcı kendi “kurtulmuşluğundan” aldığı hızla “başkalarına” Tanrı vekâleti almışçasına davrandı. Dindarın ibadetiyle kendi terbiye etti; İslamcı başkalarını terbiye etmek için uğraştı. Onun ekseni seyyar oldu; kıblesi de.
Müslüman İslam’a ve onunla topluma hizmet etmek amacıyla Allah’ı andı; İslamcı Allah’ı kullanmak için. Müslüman vergi kaçırınca milletten kaçırmak olarak gördü; İslamcı “devlet”ten vergi kaçırmayı maharet ve hatta İslam adına bir gayret olarak algıladı. Vergi kaçırmaya alıştığı için, zekâtı verirken de vergi kaçırırcasına hesap yaptı. Müslüman İslam için kendinden verdi; İslamcı kendi için İslam’dan aldı. Müslüman için Allah her yerde oldu; İslamcı “kim görür, ne der?” tanrısı mahallesinde kaldı.
Müslüman zulme uğradı; eşini kaybetti, dostunu kaybetti, hürriyetini kaybetti, kariyerini, hatta ümidini kaybetti kimi zaman. İslamcı zulümden kaçmak için zalimle bir oldu; “ümitvar kaldı.” Sonra da iki kere zalim olmayı becerdi Müslümanlar üzerinden. Zalimken bile mazlumların acılarında bahsetmek İslamcının şiarı oldu.
İslamcı İslamı başkalarını terbiye ve tedip etmek olarak gördü. Evde sıkıntının yükünü, ülkede sıkıntının kaynağını ya Şeytana ya Yahudi veya Masona veya Sabetaycıya bağlayarak yaşadı. Şimdilerde dokuz harfliler en sevdiği kelime… Müslüman kaybolan medeniyetine ağladı, küçülen insana üzüldü, süzülen akbabalara bakarak. İslamcı tüketimin, Müslüman tükenen toplumun sancısını çekti.
İslamcılığın bir yönü de, bizzat Müslüman liderlerin kendi zaaflarına İslam’ı merhem ya da zırh yapması oldu. Ülke bazında bakılınca, İslamcılık, komünist, kapitalist ve hatta zaman zaman demokrasi karşıtlığı olarak karşımıza çıktı. Her nasılsa, bu karşıtlıklar arasında liberalizm yer almadı.
Müslüman kul ile kul, kul ile Allah, insan ve çevre, insan ve eşya arasındaki rabıta ve anlamı aradı. Kadın ve erkek, insan ve nefsi arasında ölçüler koyarken de aynı mizan vardı. İslamcı Liberalizm dikkatleri Müslüman ve devlet ilişkisine çekti. Sosyalizmin “ateist” olmasından dolayı gelişen İslamcılık da ayrı bir konu. İslamcı kendisi ile devlet, kendisi ile sermaye, kendisi ile iktidar arasındaki ilişkiyi kendi lehine çevirmek için uğraştı. “Onlar” Yapmıştı nasılsa! “Bunlar” da yapacaklardı!
Yaptılar…