Türkiye’de yine iç siyasete mıhlanan dikkatler, gelecek yıllarda, ülkeyi zaten çekim alanına sokmuş olan küresel vakumu göz ardı edebilir. Bu, dönemlerin doğasında vardır: Kara propaganda ile kara mizah beraber olur ve “Lâle devri çocukları”nı sahneler.
Küresel Karadul iştahla Suriye ve İran’ın da bombalanması için zemin hazırlıyor. Sonrasında sıra kime gelecek göreceğiz.
Allah, milletimizi ve memleketimizi Küresel Karadulun melanetinden korusun. Allah, milletimizi Küresel Karadulun empoze ettiği “demokrasi”den korusun! Unutmayalım ki savaşlar silahlardan önce kelimelerle başlar. Küresel Karadul teröriste “özgürlük savaşçısı” dediği gibi, kendi yarattığı diktatöre “demokratik yollardan seçilmiş lider” diyor sonra “demokrasi” diye tevil ettiği “katliam” harekâtını başlatıyor. Irak, Libya, Sudan, Yemen, Suriye ve daha niceleri.
Enteresan olan, bunların hepsinin de Müslüman ülkeler olması. Öte yandan, İsrail BM’nin Filistin halkı lehine olan hiçbir kararı onamıyor. Hemen Küresel Karadulun vetosu giriyor devreye. Kuzey Kore fazlasıyla demokrat olsa gerek ki, orayla ilgili demokrasi lafı yok. Brezilya ve Arjantin’le ilgili de yok. Anlarsınız ya!
Bir yandan “ulus-devlet modeli”nden kurtulmayı her türlü sorunun çaresi, geç keşfedilmiş hayat iksiri olarak gören ideolojik cihazlar çalışmakta; diğer yandan, “şirket-devlet”lerin, yani devlet bütçesine sahip şirketlerin placebolarını milletin reçetelerine yazmaktadır.
Küresel kapitalizm, bu hesaplar doğrultusunda mutlak anlamda “ulus” kimliğinin anlamsızlığını ifade etmekte, ama kapitalizmin “insan portföyünde” “sermaye” olma kimliğini makbul görmektedir. Yani ulustan soyunduran ve fakat uluslararası sermayenin marka vatandaşlığını giyindiren esaslar. Nüfus idaresi yerine, AVM’lere gitmeniz yeterli olmaktadır.
Peki, esas alınan insanın insanî kimliği midir?
Size üretim mekanizmaları ve sermaye ilişkileri içindeki yeriniz kadar kimlik bahşedecekler. Kapitalizmin insanı temel alan bir uygarlık algısı zaten yok. Tanrı’yı çoktan öldürdü, yeniden marka totem olarak yarattı. Dahası, küresel kapitalizmin “telos”u da yok. Küresel totemin yol haritası “zamanın ruhu”nu mu tasarlamak? Devletleri kendi emrine alarak, küresel kararların yerel uygulayıcısı şirketler olarak yönetmek…
Değişen terimlere bakınca, insanların nasıl metalaştırıldığı açıktır.
Ülkelerin artık “nüfusu” değil, “insan sermayesi” vardır. Refakat (arkadaşlık) değil rekabet vardır; o nedenle, insanlar kendilerini daha iyi “pazarlama”lıdırlar. Reklamların sunduğu tiplemelerle gitgide bir Truman Show çıkar ortaya. Yani önerilen kimliğin özünde küresel kapitalizmin “meta” kimliği yatmaktadır.
Masum gibi görünen bu terimlerdeki değişim aslında insanlar arasındaki ilişkileri de aynı mantık doğrultusunda kendi haddehanesinde yeniden döküme almaktadır. Bir yandan “birey” vurgusu yapılarak, bireysel duyuşlar okşanmakta, ama zaten her şey her bireye yönelik olduğu için bu doktrin yeni “kamulaştırmanın” adı olmaktadır.
Daha da ilginci, ekonomik olarak anlamı olmayan yerlerde de “etnik” kimlik piyasa edilmektedir. Alt kimlikleri uluslaştırmak suretiyle küresel kapitalizme hazmı kolay lokmalar üretmek için… Ve kimlikler arasında bağı kurarken iki farklı kimliği anlamsızlaştırıp, onların tükettiklerini anlamlı bir değer olarak sunmaktadır.
Çok uluslu, yüksek cirolu küresel şirketler, devletler ve hükümetleri de bir ticari iştirak modeliyle algılamaktadır.
Yani “devlet” i “out” ilân ederken, “devletlû” olmayı “in” kılmaktadır. Hislerin anlamı görüntüye karışıp flulaşırken, hisselerin gücü siyaseti belirlemektedir. Bu modelde hissesi, yani sermayesi çok olanın da asıl söz sahibi “CEO” yani “devlet başkanı” olacağı açıktır.
Millet mi?
Titreşimde...
Egemenlik “kayıtsız, şartsız milletindir!” vecizesinin yeni yorumu, egemenliği küresel kapitalizme teslim etmek için uğraş vermekten ibarettir.
“Küresel sistem” diye bir soyut alana terfi eden küresel ahtapotun kehanetlerini çözümlemek için fazla çabaya gerek yok aslında.
Sosyalizmin devlet bazında öngördüğü merkeziyetçi yapıyı, küresel kapitalizm üretim alanlarını yerelleştirmek, iktidar alanlarını tek bir elde toplamaktan ibarettir. Ve habire kendine eklemlediği “birlik”lerle kendi büyürken, etnik ahtapotu başkalarını dirliklerine tehdit olarak kullanmaktadır. Önüne çıkan devletlerin hukuklarını, ekonomisini ve toplum yapısı hatta inançlarını, yine devletler eliyle kendine uygun hâle getirmektedir.
Karl Marx’ın dediklerini doğrulayan onca üstyapı çalışmaları bunlardır.
Ahtapot’u ilk defa kapitalizmi tanımlamak için kullanan Amerikalı yazar Frank Norris’ti.
Şu anda Küresel Karadul olarak devam ediyor.
Bunun adı Hıristiyan Siyonizmidir.
Muhafazakârların bu olanları liberal koroyla beraber demokrasi diye adlandırması sizce de garip değil mi?
Ne zaman partilerin, liderlerin ötesinde bir ferasetle bakacaklar merak ediyorum.
Yoksa ucuz çıkarlar mı demeliydik?