İnsanları en çok cezbeden ve değerlerinin çürümesine yol açan unsurlardan biri haset ve güçtür. Toplumsal hukukun olmadığı, ya da suiistimal edildiği, kimin güçlüyse haklı gösterilmeye çalışıldığı toplumlarda güç turnusol etkisi yapar; zavallı bir hiç kim’liğini firavuna özgü bir güç kim’liğine dönüştürür.
Güce giden çeşitli yollar vardır; bir kısmı miras kalır, bir kısmı kazanılır. Kraliyet vb. güç unsurları birinci; para, saygınlık ve bazı makamlar ise ikinci sınıfa girer. İki grup arasında her zaman örtüşmeler olabilir.
Güç bazen paradır, bazen makamdır, bazen da birilerini arkaya almak suretiyle kendini gösterir. Gücün edinilmesinde etken unsurlar—birinci grup hariç—insanın sahip olduğu organlardır. Kimi bedenini kullanır, kimi kafasını. Bazen de her ikisi uyumlu bir çalışma içinde olabilir. Bu organların kullanımıdır ki amaca yönelik olarak güce erişimi sağlar.
İnsanlar güce kavuşmak için nadiren beyinlerini, ama ekseriya kıvrak dillerini ve bedenlerini kullanırlar. Beynini kullananlardan haysiyetli bilim adamı ve mütefekkir, sadece dilini kullananlardan politikacı, işportacı, tezgâhtar, sahtekâr vs. olur. Bedenlerini kullananlardan işçi olur.
Bunlardan bazıları “yatarak” para kazanır, bazıları karınca gibi ayakta çalışarak. Nihai olarak kullanılan organ farkıdır, farkı ortaya çıkaran, fakat kültürel geleneklerimiz bazı organlarımızın kullanımı—ya da suiistimalini-- meşru bazılarını memnu kılmıştır.
Ama bunun bir adım ötesi, kullanılan organın şekli veya türü değil, kullanım şeklidir. Veya kültürel geleneklerimiz öyle algılanmalarına neden olmuştur. Bunların nihai sonuçları paradır, şöhrettir, makam veya mevkidir, ama hepsi de bir güç odaklaşmasına yol açarlar.
Dil, beyin ve yürekten akan seslere tercüman olursa, insan şair veya yazar olur: ideal ve haysiyet abidesi ortaya çıkarır. Bel aşağısı ve mideden gelen kakofoniye alet olursa, insan meddah, karaktersiz ve fakat kurnaz menfaatperest olur. Kazanır da.
Kendini bilmeyenler ister kendilerinden, ister yakınlarından kaynaklansın güç ile meftun olmaya adeta doğuştan meyyaldirler. Bu anlamda güç insanların gerçek tabiatlarını ortaya çıkarmak gayesiyle içe tutulabilecek en mükemmel aynadır.
Fakirken, acizken, güçsüzken, sağlıksızken vaat edilen şeyler, kişi zenginlik, kuvvet ve sağlığa kavuştuğunda devam ediyorsa, o insan içi, dışı bir olan dürüst insandır. “Ah! Şimdi 20 yaş genç olaydım... dım” vb. gibi laflar bu bağlamda kişinin önce kendine karşı dürüst olmadığının, sonra akılsızlığının bir müşahhas delilidir. Çünkü—her ne kadar yaşına rağmen aynı herzelerini devam ettiren insanlar olsa da—aklı başa getiren, süzülmüş tecrübesini yumağına dönüştürebilmiş yaştır.
Fakat heyhat ne ömür miras kalır, ne de tecrübe!
Ve yakınıp dilekte bulunan kimse, yaşına rağmen aklı başına gelmemiş kişidir. Aklı yaşta değil başta olanlar yanılıyorlar mı peki! Akıl başta ise güzel, yaşta ise kötüdür. Hele hele başta olanların akıllarının başta değil, başta olması tehlikelidir. Başın “yaş”a nüfuz edemeyişi, başta, başta olup başsız olanı rezil eder. Başsız toplumların akıbeti de bellidir. Yaşamın önemi başla mukimdir.
İşte bu anlamda güç insan tabiatının en iyi yansıtıcısıdır. İyi ve dirayetli insanların elinde olan güç, iyi güçtür! Dirayetsiz veya sapık iradeli insanın elindeki güç, hem o insanın hem de nüfuz alanının başını yer. Kendisi kısa boylu olduğu için yanındaki korumalarını hep uzun boylu goril tiplilerden seçen Hitler, güç vasıtasıyla hem boyunun kısalığını—bir eksiklik olarak görüp—telafi etmeye çalışmış hem de sapık dirayetinin sonucu hem kendini hem ülkesini bir felakete sürüklemiştir.
Ailesinden sevgi görmeden büyümüş, kardeşiyle bile gördüğü sevgi farklılığı yüzünden rekabet etmek zorunda kalmış ve bir yerlere—kapasitesizliği yüzünden—yıllarca sonra, hem de birilerinin tavassutuyla gelebilmiş sevgi açlığı olan insanların kısa zaman içinde şu veya bu şekilde kendisini—hak etmese de—bir güç odağı ve yağdanlıkların sahte iltifat ve teveccüh halesi içinde bulan insancıkların elinde güç, hem başkalarını manipüle etme hem de yediği kudret helvası, hem de suyla karıştırarak nektar niyetine içtiği viskinin etkisiyle sarhoş olup manipüle edilme gibi bir tehlikeyi de beraberinde getirir.
Güç odaklarında ve katmanlarında sevgi değil birinin aleyhine olsun diye diğerinin lehine olmak üzere işletilen, gülücüklerle kamufle edilmeye çalışılan ve sonunda sırıtmayla noktalanan, sık sık—istemese de—diş göstermek zorunda kalıp adeta tik haline gelen, bir yayvanlaşıp bir birleşen dudaklar ve sık sık gerilip sonra kullanılan malum malzemelere rağmen kırışan ve aynayı içine çevirip “nefs muhakemesi” yapamadığı için ancak karşısına geçip yüz hatlarını incelemekle vakit geçirip sonra da aynaya düşman olan ve o gün kimden acaba hangi menfaate müteallik olarak kendisine yağdırılan iltifatı, acaba niçin kendini en azından vaktiyle gerçekten seven, ama yeterince teveccüh görmediği kişileri aklından geçiren ve sonra iyi olmayan sıfatlarla o kişileri aklından savuşturmaya çalışan, kapris, kompleks ve “birilerinin burnunu sürtmeyi” adeta bir muvaffakiyet manzumesi hâlinde başına kondurmaya bir takınçlı paranoya halinde histerik tepkiler vererek çalışan, bunu başarmak için her türlü yolu, bühtan ve iftirayı, yolsuzluğu mubah sayanlar ve fakat yine de kendilerine gelemeyenlerin aslında başlarındaki en büyük bela kendileridir.
Bunu aslında çevresindekiler de bilmekte ve fakat adalet değil çok ventrilokrasi ve kapıkulu geleneğinin mümessilleri oldukları için doğruyu olduğu gibi değil, istendiği gibi ve istendiği kadar anlatmaya mezundurlar. Dost odur ki eleştirisini—hele hele menfaat ilişkisi varsa—insanın yüzüne, takdirini de onun gıyabında başkalarına yapar. Dost odur ki, “dostum” dediğine kendi menfaatinin suflörlüğünü yapmaz. Bilir ki güç—Tevfik Fikret’in İstanbul için kullandığı tabirin değişik haliyle—bir fettan aşüftedir. Muvakkat olarak bir insanın koynuna girer, ama bir başkasının kollarına atlar ve sizin can düşmanınız olur. Burada aklıma bir Fransız yazarın vecizesi geldi: “Bir mütebessim yüz çoğu zaman bir alçağın kafasından ve kalbinden geçenleri gizlenmiş eden bir maskedir.”
Ne mutlu hissettiği için ve samimi olarak gülüp ağlayabilenlere! Ağlamak da insancadır, gülmek de insana mahsustur. Firavun öldü ancak firavunluk hayattadır.
Hiçliğini görebilen insan kimliğini bilen insandır.