“Değişim”
Ve hüküm Gülerce’den geldi: “Başbakan değişti.”
Yani bir başka “eksen kaymasından” dem vuruyor.
Fehmi Koru’da bir ara ondan dem vurmuştu.
“Obama gibi geldiler” demişti, sonra “Bush gibi” olmuşlardı.
Tabi ki Fehmi Koru hep aynı kalmıştı…
Erdoğan’ın belki en büyük başarısı burada.
Çoklu eksende paralel evrenler oluşturuyor.
Her bir eksen Erdoğan’ı “bizimle” sanıyor.
Sonra da yörüngeye oturan uzay aracı gibi, ateşleme ünitesini bırakıyor.
O anda “değişme” ve “eksen kayması” ithama dönüşüyor.
Aslında Erdoğan hep aynı yerde kalıyor.
Bir yandan atlıkarınca dönüyor etrafında ve denk geldikçe “pişti olduk” sanıyor.
Bu eksenlerin AB ve ABD’nden tutun, medya ve etnik yapılara kadar uzanıyor.
Milli Görüş de demişti: “Gömlek değiştirdi onlar,” diye.
The Cemaat o zamanlar sıkıntı görmemişti.
Yani aslında “değişim” bir Ovid’in Değişimler kitabı değil.
Hele bir Kafka’dan “Değişim” hikâyesi değil.
Aslında “değişimi” kendi başına bir değer olarak görmek saçma olan.
Çünkü her değişim bir “terakki” ya da “evrim” olarak algılanıyor.
On dokuzuncu asırdan gelen bir algı bu: zaman ilerledikçe her şey iyiye gidecek beklentisi.
Diğer bir marazi bakış da “objektiflik” iddiası ve onunla gelen hakkaniyet ve inanırlık beklentisi.
Hâlbuki sevilen değişimden maksat “bize ne kadar yakın” olması.
Yani değişim “bizden”leşme konusundan ibaret.
Sokrat öncesinde değişimle ilgili iki teori vardı.
Birileri hiç bir şey değişmez diyordu; diğerlerine göre her şey değişim halindeydi.
Sokrat’a göre ise, ideler dünyasında değişim olmazdı.
Değişenler ise zaten “oluşma dünyasında” olanlardı; onlar da değersizdi.
Çünkü Sokrat “değişen” şeyin aslında gerçekliğinin olmadığını düşünüyordu.
İleri sardık zamanı…
Obama da “değişim” sloganıyla iktidar gelmişti.
“Change. Yes we can!” demişti.
Dahası Gülen de “değişmek benim de hakkım,” demişti.
Hakkıydı, kendi tercihiydi.
Aslında neler değişmedi ki?
“Vatan” sevgisi değişti; artık “imandan” değildi.
Millet değişti; laikti, mozaik, aşure, “32 etnik grup” oldu.
Korkutan değişti; korkular değişmedi.
Polis değişti.
Asker değişti.
Medya değişti.
Siyaset ve ekonomi değişti.
Hatta hukuk değişti.
Zulüm hep aynı kaldı; zalimler değişti.
Cumhuriyet değişti, elden ele.
Zaman değişti: hâlâ siyasetle uğraşmıyor…
Taraf yoktu, var oldu çoktan.
Düşünmek “taraf” olmaktı; sonra deşinmek taraf olmak oldu.
Ahmet Altan değişti, “değişimi” çok sevmişti oysa.
Baransu değişti; oysa “neleri değiştirdim!” düşünüyordu.
Emre Uslu değişti: Tam “Mormon’lara alıştım” derken, birden hormonlu Türkiye’de buldu kendini.
Çevik Bir değişti: Hac ve Umre işleriyle uğraşıyor; arada gene Amerika yapıyor sanırım.
“Demokrasi” 60 yıldır değişmedi: girdiği yerden kan ve karmaşa fışkırıyor.
Anlamlar ve algılar değişti.
Zemherinin adı “bahar” oldu.
Arap dünyası değişti: yaşlı diktatörlerden genç olanlara doğru emin adım ilerliyor.
Afrika değişti.
Takvimler değişti.
Tuncay Güney değişti acayip; Türkiyeli Müslümanken, Kanadalı haham oldu.
Aslında Gülerce en çok değişenlerden biri oldu da, farkında değil belki.
Peki, eğer değişmişse, Erdoğan’ın önce ki “değişimi” neden sorun olmadı?
Asıl olan, Erdoğan’ın aynı merkezde kalmış olması…
Ve Başbakan Erdoğan’ın unutmadıkları:
Rahmetli Erbakan’ın bazı anlattıklarının hâlâ geçerli olduğu,
Onu savuranların sadece Doğan Medya ve “zinde güçler” değil, The Cemaatin de olduğunu,
Kelle isteyenlerin sadece asker değil, sivil de olabileceğini,
Gazeteci kılıklı şantajcıların, aba altından sopa göstermekle yetinmediğini,
“Keçi sakal” bırakmakla mahşerin üç medya cazgırının değişmeyeceğini,
Dr. Jeykll ve Mr. Hide’ın sadece Batı’da yaşanmadığını,
Atalay ve Cemil Çiçek’in Arınç kadar beliğ olmasa da daha vefalı olduğunu,
Baykal’a kasetten dolayı “geçmiş” olurken, kendine ameliyatından sonra demediğini,
ADL kendisine ödül verse de, Siyonistlerin Müslüman-Türk’e hep hasım olduğunu,
Deniz yoluyla kolonizasyonun, bir Mavi Marmara’yla tersine dönmeyeceğini,
Mavi Marmara’nın Akdeniz’den sonra okyanus ötesinde vurulduğunu,
Muavenet Muhribinin, “dost ateşiyle” vurulduğunu,
Herkesi dinler yapıp, aslında kendini dinlediğini,
Vicdan ve iyi niyetten terörün anlamadığını,
Uludere’den kendine “Ulul Emr” role çıkaranların kimin emrinde olduğunu,
Sadece askeri değil, sivil görünümlü kışlalarında olduğunu,
LiPeral faşistlerin, darbecilerden farklı tavrı olmadığını,
Brütüs’ün sadece eski Roma’da yaşamadığını,
Milli görüşün, ancak milli duruşla olabileceğini,
Arabanın, silahın yerlisinin, mutlaka gerektiğini,
Askerin sapıyla, sivil darbecinin çöpünün karışmaması gerektiğini,
Kendisine yönelen liberal faşist tehditlerin tabansız, güdümlü tayfa olduğunu,
Kendisine düne kadar “arslansın” diyenlerin çakal postlarının markalı olduğunu,
Bir ameliyatın, etrafındaki gerçek perdelerini aralayabildiğini,
Şakşakçıların, millet-vatan-ümmet değil, çıkar-akar-kokar hesabı olduğunu,
“Rabbena” diyenlerin, “hep bana” diye daha gür haykırdığını,
MİT Başkanına saldıranların, MOSSAD vb. örgütlere selam çaktığını,
Bölücü terörün aslında en çok Kürtlere zarar verdiğini,
Teröristin Zerdüşt’ünün, Müslüman’ının olmayacağını,
Aslında Müslüman’ların da “katliam” yapabileceklerini,
“Muhtarlık yapamaz” diyenlerin, etnik muhtariyet için çabaladıklarını,
Ve iktidarının 10. Yılına girerken Hükümet ve Devletin başında kendisinin olduğunu,
10. yıla girerken, alternatif “onuncu yıl marşı”nın anlamsızlığını,
O “Ergenekon”la uğraşırken, etrafında yeni bir “Ergenekon” oluştuğunu,
Yağmurun da dolunun da farklı görünse de, aynı kaynaktan geldiğini,
Devletin silinen hafızasının devleti muhafazada sıkıntılar çıkardığını,
Fransa ve İngiltere’nin Osmanlı’dan beri değişmediğini,
El ense çekse bile, Obama’nın ABD çıkarından öte bir şey düşünmeyeceğini,
“Yeni Osmanlı’nın” Topkapı baskınında bittiğini,
“Yeni Osmanlı’nın” Batı tasarımı olduğunu,
Abdülmecit’in pek de övünülecek bir sultan olmadığını,
Sigaranın Cumhuriyet, nargilenin Osmanlı’yla alakası olmadığını,
Ama Türk dehasının nargileye hürriyet, sigaraya melanet gibi baktığını,
Baransu’nun “Kasımpaşalı” diyerek aşağılarken, sahibinin sesini süflediğini,
Ve Üçüncü iktidarında Devlet’in, değil adaletsizliğin sorun olduğunu.
Devlet’i “iblis” gösterenlerin aslında Devletçik olduklarını,
Asıl sorunun Devlet değil, Devletin musluklarını paylaşmak olduğunu,
Devlet’e yaylım ateş açanların, gölge Devlet olmak istediklerini.
Dipnotları da vardı bu konunun:
Ana kadar merhamet ve şefkatli, ama baba gibi de metanetli olmak gerektiğini,
Hz. Peygamberin mazluma hizmetkâr, zalime mücahit olduğunu hatırladı.
Değişimin özü budur.