Dünyada otuz-kırk yılda bir sistem değişikliği oluyor diyecek oluyorum.
Lakin arkasından yutkunma geliyor…
Sanki bir şeyler yine oturmuyor.
Daha da sankisi, dünyamız aynı sistemin yörüngesinde sadece açı değiştiriyor.
Macellan’ın teorisini ispat eden onca coğrafi ve siyasi gelişme ortada.
Doğu’dan yola çıkıyoruz iki asırdır, Batı’ya doğru.
Netice olarak rotayla Doğu’ya geliyoruz tabii…
Acaba bir de tersini denemek mi lazım?
1920’ler Komünizmin şahlanma yıllarıydı.
Bir savaş ve ardından bir dünya savaşı daha.
Asayiş berkemal oldu…
Nüfus azaltması oldu dünyada.
Sermaye birikimi de arttı bazı ülkeler ve kesimlerde.
Amerika 1930’larda ekonomik bunalımın etkisindeydi.
Borsa çökmüş, millet şaşkına dönmüştü.
9/11 olaylarından sonra olduğu gibi, borsa dibe vurmuş, ülkenin serveti de el değiştirmişti.
1930’larda Faşizm dalgasını geçti dünyayla bir ara.
1940’larda Kapitalizm şahlanmaya başladı ve 1950’lerde “olaya” el koydu.
1950’lerde kolonizasyon sonra erdi artık diyecektik ki…
Meğerse aslında paylaşımların yeni üleşme sahneleriymiş.
Asıl dalga geçmenin bu olduğunu gördük.
Nereye gitse “özgürlükle” gitti Kapitalizm.
Kuzeni olan kolonizasyondan farkı ise elindeki Kutsal Kitap’ın farklı yorumundaydı.
Fransa ve İngiltere başta olmak üzere sömürgeler hürriyete “kavuştular” diyorduk ki…
Birden, aslında sömürgelerin başına “Ahmet”, “Mehmet” gibi mahalli isimlerin geldiğini anladık.
Böylesi daha az acıtıcı idi. Maliyeti de düşüktü.
Eyvah, demokrasi gelmeye başlamıştı işte!
Darbeler darbeleri kovaladı “üçüncü dünya”da.
İsrail bu arada Mesih’i beklemeden kurulmuş oldu.
İyiki de öyle olmuş!
Yoksa Ortadoğudaki “yegâne demokrasi” olmasa ne yapardık?
Küresel Karadul, artık zamanı geldi demişti…
Mesih’i beklemeye gerek yoktu.
İlle de Mesih lazımsa, Karadul onu da hallederdi…
Osmanlı’nın canına okuyan Karadulun sıkıntıları olmadı değil tabii.
“Kokuşan bir şeyler var” diyen Musaddık’ı CIA önce alkışladı sonra hükümetten düşürdü.
Ortadoğu “hikmet” ve “tevavuk”la yaşardı nasılsa…
Özetle Musaddık, benim petrolümü benim toprağımdam çıkarıyorsun, ama yüz varil çıkarıp bir varilin yarısını benimle bölüşüyorsun demişti. Ve varil başına da İran’a yarım dolar ancak kalıyordu. Musaddık gitti, oyun bitti. Musaddık’ı mat etmişti Karadul. Yerine Şah geldi…
Irak’ta Saddam yavaş yavaş palazlandırıldı… Ta ki kerameti kendinde görüp de, petrolü “avro” ile satacağım ve istediğim ülkeye satacağım diyene kadar.
Tunus, Fas, Cezayir ve Mısır’da Fransız fonetiği etkin olmuştu yüzyıldır.
Demokrasi oyundur zaten, hukuk gibi.
Marks’ın dediklerini düşünmeye fazla zamanı olmadı Ortadoğu’nun.
Birden “Allahsız” komünistlere karşı olmak için dine sarıldı ülkeler.
Amerika’nın rızası için SSCB’ye karşı olmaları gerekti.
Ve bizim coğrafyalar da birden hatırladı ki, “dinden uzaklaştıkları için zelil olmuşlardı.”
Dine sarıldılar, din de kapitalizme sarılmıştı.
Yeşil yeşil bohçalar içinde ideolojik kardeşlikler kuruldu.
Seçimler vardı artık, millet demokrasiyle uyum içindeydi.
Bazen “fahiş” oranda demokratik davrandıkları da oluyordu tabii.
O zaman ufak bir müdahale seçimlere balans veriyordu.
Bir de zaten bu ülkelerde sık sık iktidar değişiklikleri iyi değildi.
Her iktidar değişikliğinde bir telefon görüşmesi ya da Beyaz Saray’da saliselerine kadar sayılan “kabul” ziyaretleri olması lazımdı.
Bu da yorucu olabiliyordu.
Mısır’daki gibi, uzun vadeli demokrasiler ihdas edildi.
Mübarek demokrasilerin en büyük yardımcısı da yeşil ümitler oldu.
Bir anlamda milletlerin dini yardımıyla milleti daha uzun ve kolay sömürmek aracı oldu bu.
Nasılsa “öğrenilmiş çaresizlikler” bazen tevekkül bazen sabırla karşılanırdı.
Türkiye’de Menderes ikinci iktidar döneminde SSCB’ye yaklaşmıştı biraz.
Sonrasında nasılsa insanlar sokaklara dökülmeye başladı.
Sonra da askeri darbe filan olmuştu…
1980 askeri darbesi de Türkleri hem olası komünist hem de “dinci” darbeden korumuştu.
“Bizim çocuklar” ile onların çocukları her zaman koordineli oldular.
Medyamız da sağıyla soluyla nasıl da alkışlamıştı!
Sonrasında 2010 yılı referandumuna kadar unutmuştu Türkler.
Birden “bizim” eski çocuklar ile “bizim” yeni çocuklar arasındaki kavga belirdi.
Neyse bunları hepsi benzerlik tabii…
Hatta Kenan Evren’in darbe sonrasında yaptığı açıklamalarla Ömer Süleyman’ınkiler de tevafuktan ibaret.
Kenan Evren, “Uluslar arası anlaşmalara bağlı kalacaklarını” söylemişti.
Ömer Süleyman ve şu an resmen Mısır’da yönetimi elinde bulunduran askerler de öyle diyor.
Kenan Evren, “Türk Milleti henüz demokrasiye hazır değil” demişti.
Mısırdakiler de öyle diyor.
Kenan Evren gibi, onlarda zamanı gelince çekileceklerini demokratik seçimlerle gelen yönetime tabi olacaklarını söylüyor.
(Mübarek nasıl iktidara gelmişti ki pardon!)
Nasılsa Obama bir hafta içinde olmadık manevra yaptı.
Sonra da Clinton ve CIA’ dan gelen İsrail işaretine göre davrandı.
CNN muhabirleri ve sunucularının kalabalıklar dağılacak diye ödü kopuyordu!
Önce Mübarek kötü oldu sonra, sonra Ömer Süleyman ardından, sonra da Mısır ordusu kötü olacak belli. Ve seçimlerin Mısır’da en önemli propagandası ülkeyi “30 yıldır” diktayla yönetenlerin yargı önüne çıkarılması üzerinden olacak…
Bunları Nostradamus’un henüz yayınlanmayan Günlükler’inde okurken acı acı gülesim geldi.
Çünkü bütün bunları olurken, İsrail yine Küresel Karadul’la kıkır kıkır gülüşüyordu.
Eski Yunan’daki Kâhin Tiresias şifahi olarak anlatmış bunları etrafına hatta.
Ancak…
Kassandra Mısır’da olanlar “democracy” filan değil demişmiş.
Hatta kötü niyetli bir şekilde Kassandra bu bir “coup” demiş.
(Cahil halk işte! “Coup” ile “cop”u da karıştırır zaten.)
Ama sonunda bir Ortadoğu tipi uzlaşmaya varmış işler Mısır’da
Adına Democoupracy demişler.
Kelime bana ait, ama uygulama Küresel Karadul’dan…
Democoupracy’siniz mübarek olsun!
Obama kendisine hak etmeden verilen Nobel Barış Ödülünü böylece hak etmiş oldu.
Hani neredeyse Obama’nın Müslüman olduğuna benim de inanasım geliyor.
Çünkü sağ eliyle yaptığını sol elinden gizlemekte oldukça maharetli….