Amerika düşmansız olabilir mi?
Amerika’nın kimlik tanımı hep bir “öteki” üzerinden oldu.
Yani, Amerika kendi kimliğini oluşturduğu düşmanlar üzerinde oluşturdu.
Bu planında iki türlü Ödipal kompleks oldu başlangıçta.
Biri, İngiltere ve İngiliz Kralıydı.
Diğeri, Katolik dünyası ve Papalık.
“Yeni Dünya” düzeni “Yeni Dünya” diye adlandırılan Amerikan düzenine oradan geldi. Amerika kuzey ve güneyiyle, sadece oraya giden kâşifler ve müstemlekeciler için yeniydi. Hatta 15. yüzyıla kadar giden kâşifleri de olmuştu Amerika’nın. Aztek, Maya, İnka gibi birçok “Eski Amerika” medeniyetleri Amerikan toprağında binlerce yıldır yaşamıştı.
Buradaki ayrımda esas olan öncelikle coğrafi bir ayırım gibi görünen, ama dini, siyasi ve idari ayrışım yoluyla oluşturulmaya hala çaba gösterilen süreçteki “Amerikan” kimliğiydi. “Eritme potası” diye sonradan adlandırılacak bu kimlik tanımlama çabalarında, aslında aynı potada yerini alsa da tam olarak erimeyen Amerikalı milletleri, “unity in diversity” ve “diversity in unity” diye formülleştiriyordu. Yani çeşitlikte birlik, birlikte çeşitlilik…
Potanın kalıbı her zaman Anglo-Sakson kalıbı idi.
Yeni Dünya’ya zor şartlar altında dalgalar halinde göçen Püritenler (Amerikan Protestanları), Avrupa’da baskı görmüşlerdi. Ancak Amerika’ya yerleştikten sonra, bu baskının bir benzerini kendi ana damarlarından birazcık da olsa ayrılan Protestan gruplara baskı, sürgün ve yok sayma tavırlarını kendileri sergilemişlerdi.
Avrupa’da cadı avları bitmesine denk gelen dönemde Amerika’da cadı avları vuku buluyordu. Salem’de 17. yüzyılda yaygın olan yargılamalar, yargılamadan çok, zaten belli olan cezaları, uygulamak için gerekçe oluşturma ve meşrulaştırma mahkemeleriydi. Yani, mahkemeler Amerikan engizisyonları oldular. Zaten Amerika 16. yüzyıldan itibaren gelen göçlerle ve Püritenlerin dini heyecanlarının yüksek olması nedeniyle iki yüzyıl kadar New England kökenli teokrasisinin kurallarına uygun olarak yaşamak zorunda kalmıştı.
Hem Kolumbus hem Amerigo Vespuçi sonrasında, kıtanın adı hemen Amerika olmamıştı. Püritenlerin kafasında ve Püriten teokratik hanedanının kafasında kıtanın adı “Yeni Eden,” “Yeni Kudüs,” “Vaat edilen Ülke” “Yamaçtaki Şehir-Kudüs” “Yeni Zion” ve “Yeni İsrail” gibi Tevrat kökenli ve Yahudi tarihinden alınan örneklerle isimlendirilmişti. Tarihsel olarak Püritenler kendilerini, Yahudilerin Mısırdaki esareti sonunda Filistin’e geçişlerini tekerrür ettiren insanlar olarak görüyorlardı. Yahudiler Mısır’da esaret altında yaşamış ve Musa liderliğinde çölü geçerek vaat edilen topraklara erişmişlerdi. Püritenler de Avrupa’da eza çekmiş, Tanrı’nın vaat ettiği Amerika’ya gelmişlerdi.
“Yeni Dünya”, “Yeni Cennet” olunca, tabii olarak bütün değerler dizisi da “cennet ülke” kavramına uygun olarak gelişti. Buna göre, Püriten erkeği “Yeni Âdem”, kadını da “Yeni Havva” oluyorlardı. Olayları Tevrat’ın metni ve geleneğine göre algılayan Püritenler “Tekvin”deki yapının içindeki tehlikeyi unutmamışlardı. Cennet vardı, Âdem ve Havva vardı, ama yılan yani Şeytan yoktu ortada! Püritenler bu problemi çok geçmeden, Yerli Amerikalılara da“Şeytan”ın rolünü vererek tamamladılar. Tevrat şablonu tamamdı…
Amerika’nın ilk “beyaz” asrından beri, Amerikan kültür tarihinde WASP’lar hep “masum” Âdem’i temsil ederken, onun öngördüğünün dışındaki her unsuru da yine --Tevrat'taki Âdemin yaptığı gibi-- başkalarını günah keçisi ya da “şeytana” dönüştürmek suretiyle bir tür kültürel denklem oluşturdu. Bu denklem hep geçerli kaldı, denklemde değişen, sadece şeytan oldu.
Önceleri bu şeytan, kadındı,
Yerliler şeytan oldu sonra, sonra siyahlar, Quakerler, Shakerler, Katolik gruplar, Mormonlar, Çinliler, Bolşevik Devriminden 1990’a kadar Sovyetler, İkinci Dünya Savaşı dönemi ve sonrasında Japonlar ve Almanlar, McCarthy döneminde özellikle “komünistler” ve sendikacılar, kara listeleri yapılan sanatçı ve gazeteciler, yine ve 1960’lardan 1970’lere kadar Maocu Çin, 1980’lerden itibaren ise, İran, Irak ve Libya gibi ülkelerin temsil ettiği “tehdit”ten dolayı önce Arap karşıtlığı, sonraları da 11 Eylül 2001 akabinde ABD’nin en yüksekteki devlet kademelerine kadar kabul gören, meşruiyet kazanan İslam dini ve âlemi oldu.
Artık tarihsel olarak Batılı bir dilbilimsel ve kültürel miras olan “anti-Semitizm” yani Yahudi karşıtlığı, yine Semitik bir ırktan gelen, ama Müslüman ağırlıklı kimliğiyle Anti-Arap, sonra Anti-İslam ve giderek Müslüman görünümlü Sihlere kadar varan husumet ve nefret hislerine dönüştü.
G.W. Bush’un babası Bush’dan miras aldığı “Yeni Dünya Düzeni”nin daha bariz açılımının adı “İslam Faşizmi”ne karşı oluşan ve “İslam fobisi” diye tanımlanırken, aslında İslam dünyası da Afganistan ve Irak sonrasında “şimdi sıra kimde?” türünde sorularla önce Bush, sonra Amerikan karşıtlığını, sonra Batı ve en nihayetinde tarihsel tecrübeleri hali olumlamak ya da açıklamak için kullanmak suretiyle Hıristiyan ve Yahudi karşıtlığını körükledi.
Bugün dahi Amerika’da tire’li (“-“) Amerikalılar çoğunluktadır. Mesela, Hispanik Amerikalı, İtalyan-Amerikalı gibi. Geçen nesillere rağmen, her halükarda kimlik kökenini insanlar hatıralarında tuttular. Bunda daha önce gelenlere karşı hissedilen “acemi” göçmen psikolojisi kadar, yeni gelenlerin hem yerleşim yerleri hem ticari ve mesleki alan itibariyle etnik-dini kökenleri benzer insanlara yakın olması ve bir tür “etnik” dayanışma hisleri etken oldu.
Eğer kişi İtalyan kökenliyse, artık İtalyan-Amerikalı, İspanyol kökenli ise, Hispanik Amerikalı, Afrikalı ise Afro-Amerikalı idi. Bu ikili künyenin birinci kısmı kültürel-etnik, ikinci kısmı ise ekonomik ve siyasal olarak mütemmim cüzler oluyordu. Bu ikili yapının tezahürlerini “New” ile başlayan şehir adlarında da görmek mümkündür. Kültürel hafıza mesela “York” ile tanımlanırken, New kısmı bu sefer, “York” eksik olan ya da York’dan Amerika’ya göçenlerin elde edemediklerini ya da onlardan esirgenenleri simgeliyordu.
Avrupa bütün olarak “Eski Dünya” idi, ama Avrupa’dan gelenlerin yeni toprakları da “Yeni Dünya” oluyordu. Tıpkı New York, New Hampshire, New England vs. gibi.) Yani bu Amerikan düzeni idi, ama aslında “yeni” olan “eski” olanın kozmetiğini kullanıyordu. Bugün hala en belirgin özelliklerden biri Amerikan hükümet binalarının Roma mimari tarzında olmasıdır. Federal ve eyalet bazında bütün binalar birbirinden kopyalanmış, yerel ihtiyaçlara göre değişiklikler yapılmıştır.
İşte bu nedenledir ki…
Eyalet dediğimiz kendi başına birer devlet olan (Hani ABD ya! )unsurların birbiriyle çatışmaması için, Amerika’nın her zaman yeni taze düşman bulması lazımdır. Komşumuza, hoş geldin diyelim!
Vampirler filmlerde onun için ölmez zaten…