Küresel İslamcılık?
Osmanlı’nın çöküş döneminde ortaya çıkan “çare” akımlar vardı.
İslamcılık (Pan-İslamizm), Turancılık (Pan-Turanizm) veya Türk Milliyetçiliği, Batıcılık (Modernizm veya Batılılaşma) temel akımlardı.
Bu akımların hepsinin kendine göre geçerli akıllı gerekçeleri vardı.
Osmanlıcılık ise, hepsinden odaları barındıran ama hepsine çatı olmak isteyen bir ideolojiydi.
Osmanlı döneminde felsefi olarak yapılanmaya başlayan zihin haritaları Cumhuriyet dönemine taştı. Osmanlıdan devralınan vuruk, paranoya ve acılar ve hınçlarla, fiziki mahallelere dönüşmeye başladı. Arkasından fiziki mekânlardan bağımsız olarak gelişen gettolara dönüştü.
“Milleti” kucaklama amacı taşıyan “yalnız ve güzel ülke” Türkiye Cumhuriyeti’nde tarihsel bir ironi ile kabileci tarzda gelişen gettoların derinleşmesine şahit oldu. Bunların bir kısmı etnik, bir kısmı dini, bir kısmı hemşerilik esasına dayalı, bir kısmı da zoraki oluşan gecekondu gettolarının tersine burjuva gettoları oldu.
Osmanlı’daki tarihi akışın getirdiği, kapalı toplum yapısının da bazen atalet ve ülfetle, bazen geleneğin mimarisi ve kültürünün devamı olarak “organik” biçimde gelişen mahallenin fıtratı değişti. Osmanlı’nın tarihe gömülmesi, Cumhuriyet’e yansıyan travmalar, Cumhuriyet’in tercihleri ve dünyadaki siyasi ve iktisadi konjonktüre endeksli olarak devamlı bir değişim yaşarken, “mahalle ahalisi” kavramının kendi içinde oluşturduğu değerler yerine, mahalleden kopuk ama kendi içinde psikolojik, kabileci, mesleki, etnik ve dini tesanüte dayalı gettolaşmalar tezahür etti.
Cumhuriyet öncesinde İslamcılık, Osmanlı Devleti’ni ayakta tutma reçetesi ve Batı’nın emperyalist ve kültürel saldırısına direniş ideolojisi olarak çıktı. Cumhuriyet Türkiye’sinde “ateizm” karşıtlığı stratejisi olarak gelişti. Bolşevik Devrimi sonrasında sosyalizmin, kapitalizme karşıt güçlü bir ideoloji olarak çıktığı dönemlerde “Batı karşıtlığı” ekseninde gelişti. Sonra da sosyalizme alternatif olarak yeni bir mecraya girdi.
Daha sonraki aşamalarda ise “Amerikan karşıtlığı”nın adı oldu İslamcılık.
İsrail’e bir, Amerika’ya iki mancınık birden gönderirdi.
Meşrutiyet döneminde, “İslam Birliği” ideolojisini bizzat yöneten ve Teşkilat-ı Mahsusa ile de örgütleyen Sultan Abdülhamit döneminde, anti-istibdat temayüllerden birinin de adı olan İslamcılık, Cumhuriyet döneminde, Cumhuriyet’in çeşitli safhalarındaki uygulamalar sanki monolitikmişçesine, dinin karşısında bir görünümüne tekabül eden “Cumhuriyet” karşıtlığının da adı oldu İslamcılık.
Yani İslamcılık, farklı tarih safhalarında, anti-Frenk (temelde İngiliz ve Fransız), anti-komünist ve anti-ateist, anti-SSCB, anti-kapitalist ve nihai olarak anti-Amerikan eşkâle büründü. Değişim başladı, mucizevî bir şekilde, hem de Amerika’nın Türkler “neden bizi sevmiyorlar?” diye düşündükleri dönemde İslamcılık da değişti birden.
İçteki dinamikleri, dışarıdaki dinamiklerin gücüyle değiştirmenin adıydı değişim.
İçerdeki “zinde güçleri” dışarıdaki zinde güçlerle değişme stratejisi.
Kinde güç birliği, dinde güç birliğinden ağır bastı.
Kol yen içinde değildi artık.
Kırık olmayan kol da sarıldı, vitrine konuldu.
Sonra…
Birden Türkiye kaynaklı İngilizce gazete ve dergi çıkarma müsabakası başladı. “Bakın, biz de sizin gibi düşünüyoruz. Sizinle aynı düşünüyoruz. Lütfen bizi sevin”, demekti İngilizce. Vatan’sa her yer vatandı. Takke, tesbihi Çin yapar satardı nasılsa, hatta dijital namaz takvimlerini, kıble göstericileri, ezan okuyucuları yapardı.
Tespih Çin’den, tembih Amerika’dan olsa ne olurdu?
Yıllarca anlatmışlardı.
Eskiden Japonya “efsane” idi.
Sonra Almanya.
Şimdilerde Amerika olmuştu.
Bir ara kitap bile çıkardılar.
Huntington’ın “Medeniyetler Çatışması” tezine karşı dik durmak istediler.
Sonra yeni mecazlar geldi: Madem kasırga esiyor, o halde yelkeni aç keyfine bak!
Ve…
1990 yılında komünizm çöktü.
Dünya’da din yeniden bir yükselen değere döndü.
Kapitalist dünya zaten kendi değerleri içinde sayıyordu dinini.
Komünist dünya ise, ideolojik kimlik sonrasında –spritüel olmasa da--bir spiral kimlik.
10 yılda İslamcılık büyük mesafe kat etti.
“Küreselleşme” yani Amerikan kapitalizmiyle özdeş hale geldi.
İslamcılık Kusturica’nın o filmindeki temayı hayata geçirdi aslında.
Mütecavize âşık olmak teması var ya!
Japonya’yı tanımadan, Almanya’yı muhacir işçileri gözüyle tanıyan kafa, İslamcı turist kafasıyla da Amerika’ya vuruldu.
Amerikalı gibi refah içinde yaşamak, ama "İnşallahî" bir zaman algısıyla üretmek istedi.
Amerikalı olmamak ideolojisinin başlangıcıydı.
Amerikancı olmak ise, vardığı menzil oldu.
Bir de Hürriyet Heykeli’ne türban taktın mı, mesele tamamdır.
Yeryüzü seccadedir nasılsa…
Kıble değişse ne olur ki!