Size “İslamî alt-çevre” diyebilir miyim, “abi”?
“Mahalle Baskısı” kavramının hem anlamı hem mahiyeti yeni bir sosyolojik doktrinmişçesine çok tartışıldı. Günümüz Türkiye’si yeni gerginliklere perde aralıyor. “Günümüz Türkiye’si” ibaresi aslında zaten günü değil, yakın tarihin, “80 yıllık “değil, en az 200 yıllık güncel hologramından ibarettir. Bu nedenle “mahalle” baskısı kısa bir zaman dilimine sıkışacak kadar konsantre olmayan bir tanımlamadır.
Bu tartışmalarda sıkıntı yaratan temel bir kaç husus var. Aslında toplumun farklı katmanlarında bilinen, ama ikrar edilmeyen tartışma Mardin’le bir vücut kazandı. Saygıdeğer bir bilim adamı olan Şerif Mardin, uzun zamandır tartışılan ve son günlerde gerçekliği ortaya çıkan ifadelerinde kavramı kullanarak, 15 Mayıs 2007 tarihinde Vatan gazetesinin kitap ekinde yayımlanan Ruşen Çakır'la yaptığı konuşmada şöyle diyordu: "...Türkiye'de "mahalle baskısı" diye bir şey var. Jön Türklerin en çok korktuğu şeylerden biri de oydu.”
Mardin’e göre, "mahalle baskısı" bilinmeyen ve sosyal bilimce ifade edilmesi çok zor olan bir havadır. Bu havanın AKP'den bağımsız olarak Türkiye'de yaşadığına inanıyorum. Dolayısıyla bu havanın gelişmesine müsait şartlar oluşursa o zaman AKP de bu havaya boyun eğmek zorunda kalacaktır..."
Bu konuyu AKP için de bir tehlike olarak gören Şerif Mardin, şöyle devam ediyordu: "...Buna örnek olarak daha çok İran'da ortaya çıkmış olan ve bugün Ahmedinejad'ın devam ettirdiği sistemi gösterebiliriz. O dinsel otokrasinin çevreyle, mahalleyle, ona destek veren insanların ortaya çıkardığı havayla da çok ilişkisi var. O havanın İran devriminde çok etkili olduğuna inanıyorum. Bu hava Türkiye'de de çıkabilir bir gün.” 10-20 sene öncesine kıyasla daha az şansı var, ama bugün o havayı pompalayan başka şeyler, tuhaf oluşumlar, kendiliğinden olan birtakım olaylar var. Bazı İslami alt-çevreler ortaya çıkıyor. Bunda günümüzün gelişmiş imkânları da etkili oluyor. Mahalle havası dediğimiz şeyin bu İslami alt-çevrelerle yeni bir şekil almış olduğuna inanıyorum. Bu yeni şekil AKP’yi döver. Demek istiyorum ki eğer böyle bir hava gelişirse AKP ona biat etmek zorunda kalabilir..."
Mardin konuşmasında, AKP ve “İslami alt-çevreler” arasındaki farka, İran ve Türkiye’nin tecrübelerinin farklılığına, ama psikolojik difüzyon varlığına, devrim ya da sistem değişikliklerine yakın zamanlarda mahalle baskısının öncü depremler gibi işlev gördüğünü, bu havanın da kitle iletişim araçlarıyla yaygın hale getirildiğine dikkat çekmekte ve Jön Türkler gibi gözü pek tarihsel oluşumlar için de bir korku unsuru olduğunun ifade etmektedir. Yukardan aşağıya Jakoben bir tarzda değişimlerin olduğu Türkiye’de Mardin, bu tür oluşumların, alışılanın tersine, aşağıdan yukarıya bir baskılamaya ve “devlet”le “hükümet”i de karşı karşıya getireceği tehlikesine de dikkat çekmektedir.
Osmanlı’nın son dönemlerini, Cumhuriyetin ilk dönemine bağlayarak pek çok araştırmaya imza atan Mardin, Jön Türklerin Siyasi Fikirleri 1895-1908 (1964), Din ve İdeoloji (1969), İdeoloji (1976), Türkiye’den Toplum ve Siyaset (Makaleler derlemesi, 1990), Siyasal ve Sosyal Bilimler (Makaleler derlemesi, 1990), Türkiye’de Din ve Siyaset (Makaleler derlemesi, 1991), Türk Modernleşmesi (Makaleler derlemesi, 1991), Religion and Social Change in Modern Turkey. The Case of Bediüzzaman Said Nursi (1989) [Bediüzzaman Said Nursi Olayı / Modern Türkiye’de Din ve Toplumsal Değişim (1992)], The Genesis of Young Ottoman Thought (1962) [Yeni Osmanlı Düşüncesinin Doğuşu (1996) gibi kitaplar yayımladı.
Mardin’in çalışma alanları arasında Türkiye’de din ve ideoloji, Nurculuk hareketi gibi konular vardı. 2007 yılında bu konulara değinmesi belki de sözlerinde ses getiren unsurların başında geliyordu. Bu arada Türkiye’de sağdan ve soldan kendi gruplarına adam çalma telaşı ile Mardin’i taltiflerle “bizden” yapmak isteyen kesimler, bu sözlerden sonra Mardin’in yeterince “olma”dığı düşüncesiyle olsa gerek, ya baskının mahiyetini değişik tanımlamamak ya da baskının varlığını inkâr etmek veya sulandırmak suretiyle bir ideolojik kazanıma dönüştürmek istediler.
Mardin’in üstünde durduğu baskı, aslında Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde ve Cumhuriyete evirilmesinde ortaya çıkan yeni sistem arayışlarında öne çıkan Mehmet Akif Ersoy’un kendi oğlunun şahsında “Asım’ın Nesli” ve Tevfik Fikret’in oğlunda öngördüğü “Haluk’un Nesli” ile özdeşleşen, ama aslında kenar mahalleleri de olan zihinsel topografyaları tanımlamaktan ibaretti.
Bu bakışın medya ve şifahi iktibaslarla yayılması sonucunda doğal olarak bir kesim, “çevre baskısı” sözünden daha güçlü çağrışımları olan “mahalle” kavramını daha anlamlı buldu. Öte yandan, AKP “İslamcılık” bittikten sonra iktidara gelmiş, “İslami sermaye”nin kendi sermayedarlarını talan ettiği dönemden sonra iktidara geldiği ve son yıllarda epey netameli işlere girdiği için, güya “İslamcı” hükümeti sıkıştırma, en azından ona karşı psikolojik tampon ve kalkan oluşturma, içinde tarif edemediği kimi sıkıntıları anlamlandırma çabaları oldu.
Yargının alenen siyasallaştığı, hükümetin “devlet olma çabasına giriştiği süreçte, uzun zamandan beri ellerinde tuttukları sermaye ve iktidarın ellerinden kayarak yeni bazı gruplara yöneldiğini hissetmenin telaşıyla bu kavramı sıklıkla kullanmaya başlayan siyasi ve ideolojik çevreler de oldu. “Devlet”ten beklenen tepki yetersiz kalınca, hükümete yönelen eleştiriler ortaya çıktı. Sonrasında alt-çevre devlet olarak hükümeti değiştirmek istedi. Diyet borcunu ödetmek tarzında bir anlayış gelişti. Bugünkü alt-çevre ve hükümet arasındaki kavganın nedeni de budur.
Bu bağlamda “mahalle” nin çevre yerine kullanılmasında, “gericilik” yerine “irtica” lafzının kullanılmasına benzer daha kuvvetli bir anlam olduğu, çağrışımlarının daha güçlü olduğu açıktır. Eş anlamlı kelimeler arasında daha vurgulu olanın seçilmesi, tercih edilen kelimenin tarihsel çağrışımlarına göre, sözlük anlamları değil, anlam gölgeleri olmaktadır. Bu nedenle “çevre” yerine “mahalle”nin kullanımı daha manidar olmaktadır.
Mardin’in ifadesiyle, “”İslami alt-çevreler” ise hemen kendilerini savunmaya geçtiler, şecaat arz eylerken sirkatini söylemek şeklinde savunmalar hatta karşı ithamlar basında yer aldı. Yazdığı The Public Role of Religion in Secular Context kitabıyla ödül alan Habermas’ın aksine, Mardin, aslında Türkiye’de öncelikle yıllar önce “çevre” sonra da “mahalle”nin eleştirilerine maruz kalmıştı. Bu da bir anlamda o baskılara değinirken, hem çevrenin hem de mahallenin onu baskılama girişimlerini anlamlı bir şekilde örneklendiriyordu. Karşılıklı ideolojik kampların ortasında Mardin’in gördüğü muamele, aslında hem çevrenin mahalle, hem de mahallenin çevre hakkında düşündüklerini doğruluyordu.
(Devam edecek)