Küreselleşme “millet”e neden karşıdır?
Küreselleşme, küresel emperyalizmin toprak ilhakına gerek kalmadan küreyi egemenliği altına alma ideolojisidir. Yeni nesil emperyalizmin kullandığı araçlar arasında ürettiği ve özendirdiği markalar, onları pazarlama mekanizmaları, müzik kanalları, medya ve reklam, yerel ekonomiler ve yasaların küresel sisteme “entegre” edilmesi vardır. Küreselleşmenin, gelecek tepkileri engellemek için geliştirdiği “glocalization” (küre-yerelleşme), mesela McDonalds’ta genel ürünler yanında ayran ilave etmekten öte gitmeyen, aslında yerel olanı da kendini küreselin emrine sokan bir stratejidir.
Küreselleşme tele- ve e-teknoloji, diplomasi, medya ve sermaye kullanımı yoluyla gerçekleştirilen yeni-sömürgeleştirme programının adıdır. Küresel sermaye, millet ve devlet kavramlarını kendi dinamikleriyle yeniden tanımlarken, “devlet”i sadece bir şirket olarak görmek ister. Şirketin şirketle, şirketlerin patronları arasındaki ilişki, mesela bir enerji şirketinin bir devlet ile ilişkisinden farklı değildir. Bu süreçte mesela enerji şirketi bir devlet içinde şirket olmaktan öte, bir devletle kendi başına “şirketten-şirkete” bir ilişkiler yumağı kurmak ister.
“Millet” ise, üretici-tüketici kitleden ibaret algılanır. Kutsallık mekanizmaları da üretim bantlarından geçerek yeni üretilir. “Tatmin mekanizmaları” doydukça, tatminsizlikle gelen yeni arz alanlarıdır esas olan. Bu açıdan bakılınca, insanlar arası ilişkilerin de bu bağlamda olması gerektir. Neticede, gitgide insanların giderek materyal ve ekonomik kavramlarla algılandığını görmek mümkündür. Bir insanın “kaç para?” olduğundan tutun da, “insan kaynakları,” insan “sermayesi”, insan “portföyü” ve insanın kendini “pazarlaması” gibi konular herhangi bir ticari metaı değerlendirme boyutunda olmaktadır.
Küreselleşme diğer açıdan, ironik bir şekilde, SSCB modelindeki gibi bir “merkeziyetçiliği” de beraberinde getirmektedir. Öylesine ki, geçen yıl Amerika’da finansal krizin etkilerinde görüldüğü gibi, Amerika’daki en ufak bir aksama, tüm dünyayı etkilemekte ve zora sokmaktadır. Bu da Amerikan dolarını—bizzat rakibi konumundaki ülkeler tarafından-- desteklenmesi zorakiliği noktasına getirmiştir.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan küresel sistemin neticesi olarak, hukuk, diplomasi ve ekonomik sistemin getirdiği ve “rakipsiz” diye ilan da ettiği bu yapı, zaman için de SSCB içindeki çöküş tarzında bir değişime uğrayacaktır.
Ancak…
Dilerim ki, bu tür bir dönüşüm de yine milyonlarca insanın hayatına mal olmaz.