Sosyal medya ağlarının (SMA) okuma konusunda faydası mı, zararı mı oldu? Böyle bir soru bizi doğrudan okuma oranları ve nicelik hesaplarına götürebilir. İnsanların elinde kitaptan çok, bilgisayar ve türevlerinin olması, okunacak daha çok şey ile muhatap olmaları anlamına gelmiyor. İnsanların duygu ve düşünceleri dijitalleşen ortamlar içinde giderek dijitalleşiyor. Teknolojiyle murat edilenin aksine “bilgi” ya da okunacak şeylere ulaşmak kolaylaştıkça, dijital mahallede yazanların sayısı da aynı kolaylıkta artmakta ve “popüler”leşen ortamlar okunacakların kalitesine de aynı derecede etki yapmaktadır.
Popüler ortamlarda okunanların anlamı, önemi ve kalıcılığı konusunda ciddi sıkıntılar olduğu açıktır. Buna SMA’nda insanların, başkalarının gönderdiklerini okuma, bu vesile ile başkalarını okuma, gündelik meselelere yönelik tehlikesiz, masrafsız tepkilerini iletme gibi amaçlarını da eklemek gerekiyor.
Twitter tebliğciliği, ideolojik ve siyasi propaganda da cabası. Dahası, tek satırlık, tampon çıkartması tarzında, atasözü ve vecizelerden geçilmeyen (mesela twitter gibi) SMA sayfalarında, dikkatlerin giderek daha aza yönelmesi, yazılan ve okunanların sloganlaşan kısalıkta olması, sözün vecizini bulmaya çalışırken, zihin ve dikkat sınırlarını daraltan bir etki yapmaktadır. Sonuç olarak da –zaman sıkıntısından değil—okuma için sabır sürelerinin azlığından okunanlar azalmaktadır.
Okumak çoğu zaman pasif bir eylem olarak anlaşılıp ifade edilir. Bu nedenle bir “boş zaman” değerlendirme uğraşı olan diğer uğraşılarla beraber telaffuz edilir. Yani önce “boş” sayılan bir vakit alanı tayin edilir ve arkasından zaman öldürme metotlarından biri olarak okuma akla gelir. Hâlbuki boş zaman zaten yoktur; boşa harcanan zamanlar vardır. Ve öldürülen zaman aslında, öldüğümüz zamanlardır.
Okuma eylemi, Türk toplumunun az eğitimli, irfana dayalı kesimlerinde ve sıklıkla “tahsil yapmak” anlamında kullanılır. “Okuyanlar” arif insanımızın, tahsil yapanlara yönelik olarak hem gıpta hem de onlara önem atfederek kullandığı, kendine uzak görünen alanlarda gökten zembille hikmet devşiren kitleyi ifade eder.
Tahsil yapan kitle ise çoğunlukla, sadece sorumlu olduğu, “uzmanlık alanı” vehmettiği kitaplarla sorumlu tutar kendini. Onun için değerli olan, selüloz mamulü “mutluluk” vizesi sandığı diploması esastır. Sonuç olarak okumak, öğrencilerden hocalarına, gazeteciden kütüphaneciye uzanan bir renk kuşağı içinde çoğunlukla “pratik amaçlara” yöneliktir. Üniversite kütüphaneleri, arkadaşlarla buluşmak, sınava hazırlanmak, bilgisayar varsa sohbet yapmak için kullanılan mekânlardır.
Hâlbuki okumaya dair tavırlar toplumların yapısını da belirler. Aristo’nun da ifade ettiği gibi, her insanda aslında bilgiye doğru doğuştan bir yönelim vardır. Ama ona ulaşmanın yolu toplumlar ve bireylere göre değişkenlik gösterirler.
Bilgi toplumu okumayla gelen birikimi tercih eder. Bireyseldir, kendi başınalıkla okumayı bir araya getirir. Yalnızlık gidermek için değil, farklı yalnızlıkları anlamak için. Özne olarak, birinci elden. Gelenekçi toplum ise --kitap okumakla gelen birikimi değil-- insan okumakla gelen tecrübeyi esas alır. Çünkü yaşanılan her yılın bir tür birikime karşılık geldiğini düşünür. “Tecrübe” ile aslında, ikinci el bir birikimi içselleştirir. Nesnellik içerir. Kulak vermek her zaman okumaktan daha az maliyetli, daha az zahmetli, daha çekicidir. Kitap deyince, ders kitabı akla gelince, “örgütsel doküman” akla gelince, tecrübeyle öğrenmek ateşi elle tutmak yerine, eliyle tutanı dinlemek anlamına geliyor.
Dekart ile sloganlaşan “düşünüyorum, o halde varım!” ibaresi bireysel varlığın farkına varmak anlamındadır. Diğer şekilleri ise, “inanıyorum o halde varım!” “tüketiyorum, o halde varım!” “üretiyorum, o halde varım!” “itaatkârım, o halde varım” şeklinde genişletilebilir. Okumak da anlamda bir başka varlık kategorisi olarak ele alınabilir. Yani okumak, bir var olmak şeklidir.
Okumak, öncelikle yazılı bir metindeki göstergeleri, yazanın benzeri veya aynı fikir frekansı doğrultusunda algılama, onun kodlarını çözme ve yeni bir zihin diline tercüme etme eylemidir. Dahası, okumak aslında okuldan önce başlayan bir melekedir. Okulda resmi çerçeveler ve kalıpların ışığında ve ancak öğretmenin penceresinden okumayı, o doğrultuda okumayı sınırlandırmayı öğrenir insan. Eğer öğretmen eğitim ve ruh yapısında senfoniyi yakalayamamışsa okumanın sahası hem daralır hem de okunanın anlamı kısırlaşır.
Okumak, yazmaktan önce gelir. İlk okumalar bebeklikte başlar. Algılama ve algılanan nesneleri anlamlandırıp hafızaya aktarılma safhasıdır bu. Kelimelerin bile oturmadığı anda gelişen, resimler gibi bütün olarak okunan anlamlandırmalar vardır.
Bebeklik ve okul öncesi çocukluk döneminde öğrenmeler çok hızlıdır. Çünkü öğrenmeye karşı bir açlık, doğrudan ve sansürsüz ve çıkar gözetmeden yapılan okumalar, yorumlamalar dönemidir bu. Zamanla bu okumalar hayattan kitaba yönelerek devam eder. Aile içindeki süreç çevreyle fiziken genişler, ama yanlış kültürlenmelerden ve filtrelemelerden dolayı metot olarak daralır.
Okuldan hayata aktarılan bakışlarda artık reklam panoları, biletler, gazeteler, duvar yazıları ve tuvalet kapıları vardır nesne olarak. Kriterler oluştukça okunması gerekli gereksiz, iyi veya kötü, bizden ya da onlardan, meşru ya da gayr-ı meşru, yasak ya da serbest ayırımları başlar. Bu dönem okumaları bağımsız değil güdümlü, filtreli ve sansürlüdür artık.
Yazmak ve yazının bu doğrultuda okunması biraz da büyümenin alametidir. Biyolojik büyümeler ise fıtri küçülmelere gebe olabilir. Okumak başlangıçta şuurlu seçimlerle olmazken, artık şuur ve onunla beraber korku girer devreye.
Hâsılı, insan sermaye, rekabet ve ideoloji çatışmalarında tüketmek, çalışmak, reklam, şartlandırma ile içi boş enformasyon ve dezenformasyonla boşaltılıp yeni çağın komutlarıyla yeniden yazılan bir karalama defterine dönüştürülür. Artık okumak değil, yorumlamak zamanıdır. Okumak yorumlama ile yeniden yazmak olurken, metinler aynı kalsa da tahrif ederek yeniden yazılmış olurlar.
İnsanın kendisi evren kitabından bir berceste iken müsveddeleşmeye başlar ve artık en kendine yazan kalemin tek kalemden ibaret olduğunu vehmederek önceki ve özündeki yazılanları da silme çabasına girer. Küresel kalemin mürekkebi kuruduğunda ise, geriye fazla bir şey kalmamıştır.
Twitter’ı aktif kullanan biri olarak, arz ederim.