Mahalle, Baskılaşım ve Fikir Namusu
“Mahalle” kaldı mı bilmem.
Bence kavgaların özünde mahalle değil, gettolaşma yatıyor.
Mahallenin “baskısı” kontrolü mahalle içindedir.
Gettolar ise, hem kendi mensuplarını baskılar, hem diğer gettoları.
Ancak…
“Mahalle baskısı” bitmeyen şarkımız bizim.
Üstüne Türkçe sözler yazılan “hafif müzik” parçaları gibidir.
Sözleri değişir, melodisi hep aynı kalır.
Baskının mahallini belirleyen aslında “Şoför mahalli”dir.
O nedenle sıklıkla “dolmuş”a biner milletimiz.
Konunun “baskı” analizine geçmeden “mahalle” kısmına değinmek gerekiyor.
Türkiye’de mahalle ve çevrenin oluşumu günümüz Türkiye’si ve sadece Türkiye Cumhuriyeti ekseninde gelişmedi.
Cumhuriyet aslında, hatası ve sevaplarıyla Osmanlı Devleti’nin hem finansal ve hukuksal devamı oldu. Osmanlının tarihsel borçlarını, onun tarihi haşmetiyle beraber, onu hem reddederek hem de kabullenerek aldı.
Bugünkü siyasi ve kültürel mahallenin arka planında, “Devlet-i Ali” ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti arasındaki kırılan fay hatları var.
Başkalaştıkça gelen “baskılaşma”dır bu.
Dümeninde sosyal Darvinizm sırıtıyor.
Bazen vehme, cehalete ve adaletsiz tarafgirlik oldu baskı.
Bazen yarım yamalak tarih bilgisi ve şuuru.
Bazen aşikâr gerçeklere dayanan, bazen de çaresizliklerin yarattığı travmaların üstünden gelmek için yapılan uygulamalar ekseninde oluşan farklı mahallelerin sonradan gettolaşan yapıları vardır.
Bunların devamı olarak da, “Ramazan Bayramı” ve “Şeker Bayramı”, “Muallim” ve “Öğretmen”, cevap ve yanıtın, Fatih’le, Fevzi Çakmak’la, Vahdettin’le Mustafa Kemal’in, İstanbul ile Ankara’nın, İstanbul ile “Taşra”nın, fes ile şapkanın, devletin oluşturduğu İstanbul sermayesi ile yine devletin oluşturduğu Anadolu sermayesinin, Beyazıt Meydanı ile Taksim Meydanının, Eyüp Sultan Türbesi ile Anıtkabirin, Selimiye ile Kocatepe camiinin, Veda Hutbesi ile Nutuk’un, “yalan söyleyen tarih” ile “resmi tarih”in, resmileşen yeni tarihin, Allah ile Tanrı’nın, Hira ile Ergenekon’un, İstanbul ekonomisi ile Ankara siyasetinin, kendisi hacca gidenlerle, anne-babası hacı olanların, Fatih ile Beyoğlu’nun, Fatih ile Harbiye’nin, Rakı ile şarap ve şurubun, hicri takvim ile Miladi Takvim’in, hicri yılbaşı ile miladi yılbaşının, zekât ile verginin, arabeskle, hafif batı müziğinin, Şaban ile Zübük’ün, Gençlik Köprüsü ile Benim Üniversitelerim’in, Doğu ile Batı’nın, Necip Fazıl ile Nazım Hikmet’in, hüzün ile zevkin, geriye bakışla, ileriye bakışın, cemiyet ile cemaatin, her iki dönemde de suskun olan ulema ve bilim insanının, yeknesak sanılan ümmetle, yeknesak sanılan milletin, Osmanlıca ile Türkçenin, Asım ve Haluk’un mahallelerinin bir yansıması vardır.
Özellikle tek parti dönemi sonrasında tarih ve dil üzerinden yapılan kavgalar, sonradan dini görünümlü ekonomik ve siyasi güç kavgasına dönüşmüştür.
Türkiye’de çevre ve mahalle, ya da Asım ve Haluk’un mahallesi arasında onların birbirlerinden çok uzak olmaları yatmıyor aslında. Asım ve Haluk’un sokakta ve bireysel kimlikleriyle hareket ettiklerinde çok rahat, uyumlu ve sıkıntısız hayatları var. Sorun onların bireyler olarak değil, bir üst kimliğin temsilcileri olarak hareket ettiklerinde ortaya çıkıyor. Onları bu kadar birbirine yakınlaştıran unsur aslında ikisini de cezbeden, ikisinin de devamlı eleştirdiği “Devlet” üzerinden diğerine fark atmak, tokat atmak, ona üstün gelmek, onu zapt etmek, onu kendileştirmek, devleti tahterevalli aksamını, diğer mahallenin ağırlığını kullanmak suretiyle kendini yükseğe çıkarma arzusudur.
Bu yapı hem diyalojiden hem de diyalektikten yoksun bir yapıdır.
Vitrinlik ve konjonktürel gülen yüzler haricinde, bireysel değil, ama komünal mahalle kimlikleri altında hem ezilmekte, hem de ötekini, kendine benzetmediği, kendi içinde eritmediği, eriterek kendini meşrulaştırmadığı sürece, susturmaya, zayıflatmaya, yıpratmaya, ezmeye çalışmaktadır.
Bu açıdan, karşıt görünen mahalleler aslında çok benzeşen tarzlarıyla narsistir.
Liberalizmle gelen ise, yağmurdan kaçarken Katrina Kasırgasına tutulmak oldu.
Asım ve Haluk’un mahallelerinden kaçanların, onlardan usanmışların Alamut Kalesi. Onları eleştiren bu mahalle, üçüncü bir ara mahalle olmaktan ya da üst mahalle olmaktan çok, ya Asım’ın mahallesinden gelenlerin sığınağı olmakta, kendi geçmişlerindeki baskıları anlatırken Haluk’unkine aynı düşmekte ya da liberal mahalleyi yine onlar gibi “tek kurtuluş yolu” olarak görerek, aslında dogmatizmi yeni mahalleye aktarmaktadır. Bir başka tartışılmaz hikmetler silsilesi oluşmakta, ”Jakoben” liberalizm olmaktadır.
Ertelenmiş ergenlik sendromlarıyla Jakoben liberalizm, yüzündeki sivilceleri gösterip babadan ödül bekliyor.
Tek becerisi, köprü altından su bağışlamak…
Rüştünü ispat etme çabasıyla gelen ödülü besmele çekerek yediği McDonalds hamburgeri. Kolası bile “Turca” değil.
Çabuk servis yapan, ama ayrandan ve çalışanlarından başka menüsünde yerli malzemesi olmayan McDonalds sakini libOrallerin kıraatleri caz tadında.
Dolmuşa tıkış tıkış binen millet.
Onlar şoför mahallinde oturmuşlar…
Ham-burg-er ekmekleri arasında baskı yemiş köfteleri yerken kahkaha atıyorlar.
Ham, ham, ham…
Burg, burg, burg…
Lakin gerisi yok.
Kimin kimi yediği belli değil…