İman, terakkiye destek midir?
“Tanrı” kavramı toplumların hayatına yön verdiği gibi, toplum algıları da Tanrı’ya kendi beklentilerini yükler. Yahudilikteki Tanrı, Hıristiyanlıktaki Tanrı, Eski Yunandaki Tanrı, Budizm ve Hinduizm’deki Tanrı, İslam’daki “Allah” algısından farklıdır. Dahası İbrahimî dinler diye ifade edilen dinlerdeki ortak isimler de—Musa, İbrahim, Yusuf ve İsa—da İslam’daki muadillerinden farklıdır. İsimleri aynı olsa da halleri tavırları farklıdır.
Dahası, İsa “Tanrının oğlu ve Tanrı”dır Hıristiyan inancında. Yahudiler onu hiç kabul etmez. Müslümanlar ise, sadece “peygamber olarak” iman ederler. İsa Hıristiyanlık içinde de farklılık arz eder. Afrika’daki İsa, kıvırcık saçlı ve esmer iken, Batı Avrupa’da Sarışın ve mavi gözlüdür.
Yahudilikte Yehova insanı yaratır ve Eden Cennetine “orayı ekip biçmek ve muhafaza için koyar. Eski Yunan’da insan tanrılarını yaratır. “Tanrı Zeus” babasıyla kavga ederek onu tahtından indirir ve kendisi Tanrı olarak onun yerine geçer. Yunan mitolojisinde Cennet zaten Tanrılar arasında paylaşılan bir mekândır. İnsanlar ise, tanrılar arasında çıkan kavgaların ceremesini çeken, onların yerdeki temsilcileri gibidir. Onlar savaşır, ama savaşları onları tutan insanlar üzerinden olur. Ve Eski Yunanda Altın, Gümüş ve Bronz çağ tanımları gelişir…
İsa’nın mesellerine bakarsanız, iman gücü de “tanrısal” olmakla eş anlamlıdır. Yani, doğaya hükmetmektir iman. Bir el hareketi ile İsa, denizde fırtınayı durdurur. Bir başka hadisede, “imanınız olsaydı”, der Havarilere, “şu ağaç köklerini kopar kendini suya atardı!” Ve sebeplerle müsebbibi karıştırır İsa. Doğa kanunlarını ilga etmenin adını “iman” koyar.
Öte yandan…
İslam âleminde uzun zamandır bir vehim var. Geri kalmışlığın faturasını önce yabancılar İslam’a yıktılar. Sonra da Müslümanlar iman eşittir terakki babında bir denklem geliştirdiler. Yani eğer “ileri” iseler nedeni dindi, Geri kaldıklarında ise, dinden uzaklaşmaları etken oldu. Bu vehim aslında yapılan ithamları içten içe doğrular mahiyetteydi. Yani “biz geriydik!”
Geri kalmanın farkına varmak iyi de! Bunu sebepler yerine müsebbibi sorgulamak, ya da Müsebbibin verdiği bir ceza olarak gerilemeyi içselleştirmek ne kadar anlamlı. Yani ileri olduğu zamanlar Müslümanlar imanlarının doruk noktasında mıydılar? Kanuni Sultan Süleyman Hz. Ömer’den daha mı yüksek imana sahipti. Ya yavuz, Ali’den daha mı iyi ibadet yapıyordu? Hz. Peygamberin vefasında geriye kalanlar, ondan sonra gelen her bir Emir’den dahi fazla mıydı? Tarık Bin Ziyat, Oruç Reis’ten daha mı az imanlıydı? Ya Gazali kitaplarını hangi laptopla yazmış, hangi kurumsal e-mektupla “Tehafütü l- Felasife” adlı eserini yayıncıya göndermişti?
Dahası…
Hastalanmak insana, Allah’ın verdiği bir ceza mıdır? Allah’tan hastalık istemek dinen caiz midir? Allah’ın Resulü hiç hastalanmadı mı? Ya Uhut’da dişinin kırılması ona verilen bir ceza mıydı? Hendek Savaşında bir Salman Farisi’ye akıl danışması başka hal yolu olmadığından mıydı? Tebük Savaşındaki gönülsüzlükler birden imanların azalmasından mı kaynaklandı? Sıffin Savaşında can veren taraflardan hangisi daha az imanlıydı? Abbasiler Emevilere galebe çalınca birden Emeviler iman zaafı mı yaşadılar? Endülüs’teki Emeviler, ilim, tefekkür ve medeniyette acaba Osmanlı’dan geri miydiler? Ya Onların kökünü çoluk çocuk demeden kazımaya and içen Hıristiyanlar 1492 yılında birden iman patlaması mı yaşadılar? Ebu Zer’in fazileti, Ebu Hureyre’den az mıydı?
Devam edelim…
Gerileme bir ceza mıdır? Ya da ilerleme bir mükâfat mıdır? Gerileme imtihansa, ilerleme nedir? Hastalanmak imtihansa, sağlık nedir? Dindarlık “terakki”yi getirir mi? Yahut “terakki” eden toplumların en büyük vasfı dindarlık mıdır? Dindar olan gerilerse, dinen gerilemeyi mi ifade eder? Yoksa ilerleme ve gerileme unsurları bizim “din” diye algıladığımız unsurların anlam daralması mı uğramıştır? Allah’ın “aklı” nı “aranızdan” en iyi kim okuyabilir?
Eğer bunlara cevaplarınız tutarlı ise, bir de şunu anlamayı deneyelim:
“Ey iman edenler, iman ediniz!”
Riayeten bilinenler, rivayeten bilinenden fazla mıdır?
Ve cennet de cehennem de “aynı hakikatin iki farklı tecellisidir!”
Cennet “bahçedir”; cehennem “çöplük”.
Ve “fazilet” herkesin işini faziletli yapmasıdır.
“Vekil” in müvekkile de ihtiyacı yoktur!
Ne “Sani” nin sanatına ihtiyacı vardır.
Ne de “Melik”in mülküne.
Hadi post-terakki edelim!