Şurası bir gerçektir ki şu veya bu alanda bir iktidarı ele geçirmek illa da muktedir olmak değildir. Hatta ve hatta iktidar bazen genel anlamda iktidarsızlığın bir psikolojik telafisidir. Bu, hayatın her alanında geçerli olan bir hükümdür. Özel durumlar bizi ilgilendirmez. (Herkesin kendisini bu özel kaideye iliştirmesi de).
Her toplum ya da topluluğun başında kaderin bir cilvesi olarak ehven-i şer ya da daha az kötü olmaktan başka evsafı olmayan, iktidara yani idareciliğe talip ve sonra sahip olanlar ve fakat muktedir olamayan iktidarsız ve idareciliği hamasi ifadeyle “idare etmek” anlamında vehmeden ve makûs talihsizliği mukadderata çevirip adına da “kader” deyip takdir bekleyen iktidarsız insanlar ve onlara koltuk çıkan insanlar olabilir. Koltuk ya da makam sahibi olan da hayatın her alanındaki şu veya bu kişi olabilir. Şahıslar bizi ilgilendirmez, meselemiz zihniyetin kendisiyledir.
İşin ilginç yanı, iktidar kelimesi bizim bildiğimiz bütün dillerde gücü ya da üzerine oturulan nesneyi yani koltuğu ifade eden kelimelerle anlatılmaktadır. Türkçemize Arapçadan giren “makam” kelimesi de sülasi mücerred “game” kökünden türemiş olup “oturulan yer” anlamına gelmektedir.
Her nasılsa makam sahipleri oturmak için atanmış ya da seçilmiş oluyorlar! Şu veya bu şekilde bir makama sahip olanlar da çoğu zaman omuzlarına çıkarak yükseldikleri insanları ya unutuyor ya da sadece onlara hoş görünme ve onları memnun etme ihtiyacı hissediyorlar. Umuma hizmet ve üretim derseniz hak getire! Ya da bu insanların üzerine koltuğu kurmakta ve ona kurulmaktalar.
Bir koltuğa oturan insanların onu ne kadar doldurdukları da ayrı bir tartışma konusudur. Eğer insan oturduğu koltuğu dolduramıyorsa bu sefer ona koltuk çıkanlar ikinci bir yükümlülük altına girip koltuk değneği olmak durumunda kalırlar. Bu tür beceriksiz insanlar, zaten makam ya da iktidarın gücüne talip olup da onun getirdiği sorumluluk altında ezilen ve acaba kimlere nasıl yaranırım da aynı yerde oturmaya devam ederim endişesi taşırlar. Yaşasın meddahlar!
Bilmezler ki hem Tur dağında Musa ile olup hem de İsa´nın asası taşınmaz. (Bu halka rağmen halk adına tasarrufta bulunmak anlamında değildir.) Bunu yapacak insanlar ancak ve ancak makamlarını ilerde yazılacak biyografilerinde bir satır fazla olsun diye uğraşmayan insanlardır.
Ve karşılaştıkları muhalefeti görüp burun çekerek sızlanmıyan dirayet sahibi, liyakat prensibini bilen insanlardır. Silik şahsiyetli olanlar değil! (Tabii bu yazıyı okuyan makam sahipleri—eğer varsa—her zaman olduğu gibi birer istisna oluşturmaktalar! Zaten maksudumuz o mahut “karanlık iç ve dış güçler”dir.)
Yağmurdan şikâyet etmek bu memlekette hep doluya davet çıkarmıştır. Çünkü dirayetsiz makam sahiplerinin geneldeki yanılgısı emretme konumunda olduklarını sanmalarına rağmen kendilerini hem kendi menfaatleri ve onları çevreleyen menfaat haleleri amirdirler. Sonuçta hamam aynı, tas aynı kalır; değişen sadece tellak olur... Amacı keselenmek olan halkın da derisi yüzülmeye devam eder.
Hayatta insanların taşıdığı en ulvi kimlik kendi kişiliğidir. Ve taşıdıkları kimliklere göre değerlendirilir. Personel kimliği, ehliyet, babalık, eşlik vb. kimlikler bir insanın ömrü boyunca yaşıyacağı çeşitli sorumluluk ve yetki alanlarını ayrı ayrı belirler. Durum böyle olunca, iyi bir insanın iyi bir personel, iyi bir babanın iyi bir eş, iyi bir vatandaşın iyi bir sürücü olması beklenemez. Hele hele—nihai tesbitte—iyi, halim-selim bir insanın illa iyi bir makam sahibi olacağını düşünmek kesinlikle hamakattır.
“İktidar” ve “beceri” kelimelerinin cinsi literatürde de kullanıldığını hatırlayacak olursak insanların önce koltuk çıkıp sonra koltuk değneği olmalarından mazoşist temayülleri olduğunu anlamak için illa da psikolog ya da sosyolog olmak gerekmediği aşikârdır. Ayrıca iktidar ya da koltuğa, muktedir olmasalar da talip olanlara Zübükzade; ona koltuk çıkanlar ve sonra yanıldıklarını anlayanlara da Zübükzede denir. Eee ağacın tabiatıdır büyür, çoğunlukla odun olur (bazen de koltuk takımı) ve kendisini besleyen suyu yakar. Suç kimde o zaman ağaçta mı suda mı? Tabiatı zübüklük olan Zübükte mi? Zübükzedede mi?
Pek çok vasıfsızlıkları yanında Zübükzadeler paranoya derecesinde şüphecidirler de. Bir yakınlarına yakın gibi görünüp bir başka yakınına birinci yakınının nasıl olduğunu sordururlar. Bu arada kendisinin esas yakın olduğunu sanan ikinci yakın da birinci yakın tarafından göz ve kulak hapsinde olduğunu unutarak aptallığın verdiği rehavetle kendini aldatmaya ve avantajlı kişi olduğunu vehmetmeye devam eder. Yani maskeli baloda soytarıyı oynar! (ki bu kişiler Latince kökten gelen ve “maske” anlamına gelen “personality” yani kişilik kelimesinin muhatatabının ta kendisidirler.
İnsanlar—iplerini başkasına vermeden—arasıra koltuğa otururlar; bazıları ise koltuğa oturduklarını sanarken koltuğun kendilerine oturduklarının farkına bile varmazlar. Yani, kimi koltuğa oturur; kimine koltuk oturur.
Bunları niçin mi yazdım? Hiiiç. Öylesine... İstemesem de Sivas’ta Buruciye Medresesinde okuduğum bir yazının gereğini hep unutuyorum: “Akıllı olup dünyanın kahrını çekeceğine, deli ol dünya senin kahrını çeksin!”