Deli Dumrul’un Köprüsü
Türkiye’nin Filistin-İsrail’le ilişkisini anlamaya çalışırken Deli Dumrul Hikâyesi geldi aklıma.
Önce hikâyeyi bir hatırlayalım isterseniz:
“Güçlü Oğuz arasında Duha Kocaoğlu Deli Dumrul adında bir er yaşardı. Kuru bir ırmağın üzerine köprü yaptırmış, geçenden otuz üç akçe, geçmeyenden döve döve kırk akçe alırdı."Benden daha deli ve güçlü bir yiğit var mıdır? Varsa çıksın, dövüşelim; yiğitliğim Rum ve Şam'a dek bilinsin" diye düşünürdü. Günlerden bir gün köprüsünün yakınına bir bölük oba kondu. İçlerinden biri hastalanmış, Allah'ın buyruğuyla ölmüştü. Kimisi oğul, kimisi kardeş diye ağlıyor, ağıtlar yakıyordu. Deli Dumrul dörtnala erişti ve sordu; "Bre ne ağlıyorsunuz, köprümün yanında bu gürültü nedir?" "Hanım" dediler, "bir yiğidimiz öldü, ona ağlıyoruz."
Deli Dumrul sordu.
"Bre, yiğidinizi kim öldürdü?"
"Allah Teâlâ’dan buyruk geldi, al kanatlı Azrail, yiğidin canını aldı," dediler.
Deli Dumrul şaşırdı:
"Bre Azrail de kimdir? Nasıl alır insanın canını?" dedi.
“Ey Kadir Allah’ım, birliğinin hakkı için Azrail'i göster bana, göster ki, onunla dövüşeyim, güzel yiğidin canını kurtarayım, bir daha da kimsenin ölümüne neden olmasın."
Bu hikâyede çok önemli bir tavır var. Evvela, Deli Dumrul’un köprüsü aslında ölümün kendisini ifade ediyor. Yaşadıysan, ille ki öleceksin anlamında. Sonrasında, bir yiğidin ölümüne—üstüne vazife olmasa da—Deli Dumrul üzülerek, yiğidin intikamını almaya çalışacak. Sonrasında Azrail’in yaman olduğunu anlayacak ve Azrail’le diplomasi ilişkisi geliştirecektir. Deli Dumrul Allah’ı tanıyor, ancak Azrail’in onun emriyle can aldığını bilmiyor. Bu nedenle diğerkâm bir cengâver rolünden, kendi canının derdine düşen yalnızı oynuyor. Kendinin yaşaması için birinin ölmesi gerekmektedir. Yavuklusundan başka bu diplomasiye pey olmaya razı olan da yoktur. Azrail’de yavuklunun aşkını ve fedakârlığını görünce, Deli Dumrul’la yaşamasının daha makul olduğu inancıyla ve Allah’ın izniyle yaşlı ana-babanın canlarını alır ve diğerleri yaşar…
Sonrasında daha bir coşkun akar hikâye:
“Dedem Korkut geldi, boy boyladı, soy soyladı, destan koştu, deyiş söyledi:
"Bu hikâye Deli Dumrul'un olsun, benden sonra alıp ozanlar anlatsın, dilden dile gezinsin, açık alınlı gönlü yüce erenler dinlesin" dedi.
Hak Teâlâ’ya yakarayım hanım: Başı yüce, kara dağların yıkılmasın. Gölgeli, yaşlı ağacın kurumasın. Çağıldayan, coşkun suyun kurumasın. Kudret sahibi Allah, seni kimselere muhtaç etmesin. Ak alnında beş kelime dua kıldık, makbul olsun. Arıtsın, temizlesin günahlarını, sizi adı güzel Muhammed'e bağışlasın.”
Dedem Korkut’tan günümüze akan bir hikmetli hikâye ve hayra dönsün diyeceğimiz Ortadoğu maceramız var…
Kader bahsi Allah'la ilgili; biz kazaya bakalım.
Eski Yunan’da Thales'in hatırası çok yaygın bir yanılgımıza işaret eder.
Gökyüzünde yıldızları izlemeye başlar; tam önünde bir çukur vardır. Oraya düşer.
Atina’nın genç kızlarına gülerler: “Koca adam önündeki çukuru göremedi.”
Entelektüelimizde benzeri bir otizm türü hüküm sürüyor.
Ortadoğu, Fransız aksanıyla ile Arapça; İbrani aksanıyla İngiliz'ce konuşulan yerdir.
Ya aksanı kaçırdık, ya kalin diliyle anladık olanları.
Putin bugün gelince aksanları ve hafızaları birleştirmek gerekecek.
Artık “Komünistler” Moskova’dan Ankara’ya gelecekler. J
Rusya gelince, Çin’de gelmiş demektir.
Kafkaslar ve Ortadoğu’nun enerji-güvenlik meselesini ancak böylesi çözer…
TURAN YAZGAN HOCA
Uyandırmak için bir milleti ömrünü tüketti merhum.
Ve her ölüm bir uykudan uyanıştır.
Ben'lik sancılı varlık, sen'lik kadar uzar cürmü.
Özge olan ben ile içre olan benin buluşmasıdır ölüm...
Tekrara düşen hayatın kendini yenilemesi lazım.
Ölüm korkusu, karanlık korkusu biraz, biraz klostrofobi.
Ten'eşir...
Göğüs kafesi açılır, güvercin uçar gider.
Gassala bile ihtiyaç duymadan ölmek en güzeli.
Ve kendimizi yıkarız teneşir tahtasında.
Var olmak dar gelir insana bazen, dâr olur hayat.
Ve her ayrılışla bir varışı keşfederiz.
Ne hayatı tiryakilik düzeyinde, ne ölümü cinnetle görmeden yaşamak lazım.
Kimince Cennet'tir ölüm; kimince Cehennem. Ölüm sonrasını değil, ölümü konuşmak gerek.
"Her canlı ölümü tadacaktır," amenna! Hayatı tadan ne kadar canlı var, ona da bakmak lazım.
John Bunyan'da "iyi ameller" vardır mesela. Everyman’de de.
İslam fikir, akaidinde de nice eser vardır ölüme dair.
Dede Korkut'ta ölecek olan yiğide, annesi değil, karısı ömrünü verecektir...
Çoğu ölüm hikâyesinde ölüm değil, ölüme neyin eşlik edeceği var.
Ve yavrunuzun gözünde bir damla yaş da ölümdür; Musalla taşına yatırır ve yıkar insanı...
Deli Dumrul'un hikâyesini yanlış anlarız bazen. Köprü hayattır, ölüme bağlayan.
Ölüm aslında tamam olacak sandıklarımızı yarım bırakmışlığın adıdır.
Zaman ve mekân içinde varlığımızı parçalamak, ruh ile bedeni ayırmak da.
Ve dahi ölüm güzeldir...
Güzel insan olarak olmak güzeldir.
Aşk da bir ölümdür ayrılık gibi. Varlığından feragatin sarmaşığı...
Her kendimizden ayrılış bir ölümdür, ondan ıstırabı...
"Ol" ile "öl" arasında iki nokta var sadece...
“Being” and “un-being” de üç.
Let there be kadar let there not be.
Sein ve dasein da da fark "da."
Biri doğunca, biri ölürken iki noktadır; köprü gibi.
Her "keşke!" de biraz ölmüşüzdür.
Her ölümle biz de azalırız biraz...
Turan Yazgan Hoca’yla ne kadar da azaldık!
Mekânın cennet olsun, Hocam!