Kulunu aldatan, Allah'ı da aldatır.
Aldatan azınlıksa, vicdan azabı; çoğunluksa, teamül oluşur.
Bir alışkanlık, diğerine çabucak dönüşüverir.
Allah’ın demokrasiye ihtiyacı yoktur: sadece “Ol!” der “ve olur.”
Demokrasi aciz kulların rejimidir. Ceberut rejimlerden kaçmak için bir sığınaktır. Dar bir sığınak, ama en azından dikte edilmekten korur. Daha iyisi bulunana kadar bu böyledir.
Geçime dayalı seçim taraftarlığı, demokrasi değil, toplum mühendisliğidir.
Vergiden çalan, zekâttan da çalar.
“Zulüm” lafı epey zulme uğradı. Adaletin tersine, “zulüm” denir. Zulüm de bile adil olmak kendi başına bir meziyettir.
“Zalim”le “mazlum” arasındaki fark, temelde tarafların gücündedir.
Şirazesi oynamış toplumlarda, tarafların aradıkları adalet değil, “ötekine” zulmetme gücüdür.
Çağ atlamak, dağ atlamaktan daha kolaydır.
(Çillerin tiki tak salınarak TBMM kürsüsüne çıkması geldi aklıma. Sarışındı ya! DYP seçmenleri çağ atladıklarını düşünmüşlerdi...)
“Şeffaflık” taahhüdü, bu ülkede en ketum işleri gizler.
Demokrasi, totaliter azınlıkların en sevdiği tahterevallidir. Çoğunluğu yere batırmak için azınlıkça kullanılan bir “sıklet” ekler.
“Benim halkım” ifadelerindeki sahiplenme çoğu zaman, “benim halk ettiklerim”e denk bir anlam taşır.
Türkiye’de demokrasi teorisini Batı’dan, uygulamasını Doğu’dan alır.
Müslümanlar teorik olarak Darvinizmi reddeder. İslamcılık ise, sosyal Darvinizme derinden inanır ve hayatlarında ihlâsla uygular.
Tuncay Güney’i Tuncay Özkan’dan farklı kılan, birinin savlarının, diğerinin savcısının şöhretidir. Biri yolunu buldu, diğeri feleğini şaşırdı.
“Şeffaflık” modada revaçtadır, ama siyasette ketumluk esastır. Biri açarak güzelleştirir, diğeri kapatarak açılım yapar.
İngiliz siyaseti son dönem Osmanlı ve erken dönem Cumhuriyetinde etkiliydi. Şimdilerde Amerika yüzüyle yeniden gündemde. İngiliz dili yerine siyasetini öğrenmek evladır.
Lawrence aramızda! Sadece ismi hidayete erdi.
Hindulara logaritma cetveli ezberlettiler, Türklere de tarih yalanlarını.
İkisi de kast sistemini böyle oluşturdu. İkisi de kastların yapısını değil, kasttaki yerini tartışır hâlâ!
Allah'ın görülmezliği İslam’da esastır. Lakin dönem dönem kullara aktarılan bir ulûhiyet vardır. Siz yine de sadece “Allah’a rağbet ediniz!”
Modernite bu ülkede, cep telefonu, LCD TV, dört çeker araba ve giysiden ibarettir. Hepsi de görüntüle(n)me mekanizmalarıdır.
Eski dönem ve yeni dönemde değişmeyen tek şey, “sizin taptıklarınız ayaklarımın altındadır!” diyenin derisinin yüzülmesidir.
Sıffin savaşında Ali ve Ayşe tarafları karşılaştıklarında, ikisi de "Allah bizimledir!" diyorlardı.
Kur'anda "O (Resul) kendiliğinden bir şey söylemez. Ne söylerse O, kendine vahyedilendir", der. Arkadaşları bazen sorardılar Hz. Peygambere: "Ey Allah’ın Resulü! Bunu Allah mı emretti? Yoksa senin fikrin mi?" O’nun kul olduğunu hiç unutmadılar. Allah da unutturmadı. Ne O şaşırdı. Ne de onlar!
Siyasi ve dini liderlerin “ol deyip” oldurması nasıl yorumlanmalıdır?
Hadislerin sonradan kaleme alınması, ayetlerle karıştırılma korkusundandı. Birilerinin her söylediğinin “Nass” hükmünde olması sonradan oldu.
Firavun’la Musa’yı Müslümanlar hiç karıştırmadılar. Ancak Musa kılıklı Firavun’ları ıskaladıkları oldu.
Muaviye ile Ali taraftarları arasındaki fark dinden değil, dini iktidara alet etmektendi.
Kütübü (kitapları) tanımayan toplumlar, “kutup”ları rehber edinirler. Yazılı ve şifahi kültür farkıdır bu.
Önce totemlerini oluşturur toplumlar, sonra tabularını. Artık yarış totemler ve tabular arasında devam eder. İnsanlar sadece enstrüman olarak kalır.
“Babıâli” 1980’lerde bitti. “Basın” 2000’li yıllarda. “Medya” olduktan sonra küresel aracılığa dönüştü. Babıâli, temelde devlet organıydı; Basın, hükümet organı. Medya ise, küresel sermayenin.
“Devlet” bitmiştir! Artık devlet başkanı yerine, bir şirket-ülkenin CEO seçiminden söz edilebilir. Küresel borsa oyunları kadar, devlet CEO’ları da değişkendir.
Eğer bir toplumda siyasal parti, dernek, cemaat ve tarikat lideri, kendi başına gerçeği temsil ediyorsa, o toplumda totemcilik vardır. Evet, o da bir dindir!
Müslümanları yanıltan şey, “cahiliye dönemini” sadece geçmişte bir devirden ibaret saymalarıdır. Cahiliye ölmedi, azaldı, çoğaldı, sadece şekil değiştirdi.
Eskiden “vatan sevgisi imandan” idi. Satan sevgisi zamandan sadır oldu.
KGB’ nin en adaletli olduğu uygulama, sadece normal halka değil, aynı zamanda KGB elemanlarına da gammazlık yaptırarak korku salmasıydı.
CIA’nin Ortadoğu’da adil davrandığı konu da, hem darbeleri hem darbe karşıtlarını--arada mola vererek--desteklemesi olageldi.
Küçük insanlardan oluşan topluluklar, büyük olmazlar. Sadece “küçük insanlar topluluğu” olurlar.
Yüz tane bağlamanın bir arada çalınması, ortaya senfoni çıkarmaz. Sadece, aynı sesi çoğaltmış oluruz.
“Uyumlu” olmak, uyumaktan ibaret değildir.
Başarılı bir propaganda mekanizması, uyanışı uykuya dönüştürmekte ne iyi yoldur.
İnsanları sahurda davulla, iftarda Rock’n Roll’la uyutmanız mümkündür.
Karanlık Çağlarda Kilise tartışılmazdı. Rönesans döneminde Aristo tartışılmaz oldu. Bir karanlıktan diğer karanlığa geçiş, öylesine kolaydır!
Kendi başına insan olmayanların, başkalarıyla birlikte olması onu insan yapmaz. Sadece ortak bir nokta bulmuş olurlar.
Sokrat’ı mahkûm etmek isteyen Meletus’u, bugün ancak özel çabası olanlar bilirler. Sokrat'ı ise, hemen herkes bilir. Sokrat kendini şerefsizce yalanlarla mahkûm etmek isteyenlerin toplamından daha şerefli bir insandı. Ölümünü bile onların eline bırakmadı. Şerefi satın alma çabası insanı müşerref kılmaz.
Fikirleri cezalandırmak isteyenlerin en büyük belası fikirsizlikleri olmuştur. Fikir olmayınca, sadece dil hizmet eder.
Karanlığın çocuklarına aydınlık bir tehdit olur da, yarasa misali sesleriyle, fısıltılarıyla yol bulurlar sistem içinde. Sonra yok olur, giderler.
Askeri darbeciler ile sivil darbecilerin benzerliği: ikisi de oligarşiktir. Hem meşruiyetlerine inanmaz hem de meşru olmak için korkutmak isterler.
Karanlığın çocukları, karanlıkta doğar, karanlıkta birbirlerine bakarak korkarlar.
Evrim teorisine göre, köpek evrimleşince arslan olmaz. Sırtlan olurmuş. Ama arslan numarasına yatarmış.
Piyonla şah oyun sonrasında aynı kutuya giriyorsa, oyunu kazanan onları kutuya koyandır. Selda Baycan’ın “Zilleri Taktı” şarkısını dinleyebildiğimize şükretmek lazım.
Küresel kulakların yöresel Midas'ları işbaşındalar.
Yeni Mehdi’miz, yeni gömleğini Jönglör olarak seçti belli.
Vatan’a, millete sarkar ya!