Rivayeten anlatılır ki, Sultan Abdülhamit bazı hayati diplomasi kararları alacağı zaman İngiliz diplomatlarıyla irtibata geçer ve “ne yapmak lazım?” türünden sorarmış. Ertesi gün emrindekilere, İngilizlerin anlattıklarının tersini yapmaları yönünde talimat verirmiş.
Şimdilerde ciddi sayılan yabancı basında Türkiye ile ilgili iltifatkâr haberler yer alıyor. Bu haberlerin bir kısmı Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir kısmı hükümetimiz ve Başbakanımız Erdoğan’la ilgili. Bu yazıların bir kısmı Akif Beki’yi bile kıskandıracak nitelikte. Hani nasıl oldu da ben düşünemedim dedirtecek cinsten…
Amerika, İngiltere, Almanya’daki ciddi gazeteler Türkiye’nin bölgesinin lider gücü olarak elindeki fırsatlardan bahsediyor, küresel bir güç olmak üzere olduğundan dem vuruyor. Mısır’da Mübarek muhalifi gazetede “Senin atalarında Türkler var, neden korkuyorsun?” diye şu anki Mısır yönetimine eleştiri getirenler var. Yarı resmi El Ahram Gazetesi, Erdoğan'ın El Ezher Şeyhi Ahmet El Tayyip ve Kıpti Patriği Baba Şenuda ile görüşmesini birinci sayfasına taşıyarak, Kıpti Patriği Baba Şenuda'nın Türkiye'nin dış politikasını övdüğünü ve takdir ettiğini yazdı.
Afrika ve Arap âleminde çıkarma yapmadan önce Erdoğan 500 milyon Lira yardım parasının toplanması konusuyla bizzat ilgilendi. Türkiye içindeki azınlık mallarının iade edilmesi konusunda girişimler başladı. Dahası Akdamar Kilisesinde ikinci kez ayin yapıldı. Erdoğan’ı öven yazılar arasında onu Yeni Osmanlı Sultanı görenden, İslam Dünyasının lideri ve hatta “Halife” diye hitap eden yazılar çıktı. Daha da enteresan olanı Erdoğan, vaktiyle kendisinin eleştirdiği laiklik konusunda Mısır’da Müslüman Kardeşlerin temsilcilerine “laikliğin” faziletlerinden bahsetti ve laikliğin “dinsizlik olmadığı”nı temcit pilavı kıvamında servis etti. Ha bu arada devletin laik olacağını, ama insanların olamayacağı hükmünü muammasıyla beraber aktardı.
Enteresan olan Abdülhamit’in tersine Erdoğan bu olaylardan ve Batı’da çıkan yazılardan memnunluk duyuyor. Hele Mustafa Kemal’den sonra en büyük lider olduğu algılarının basında yer alması! Menderes aşılmıştı…
Öyle ya, bir yandan krizin “teğet” geçtiği bir Türkiye var. Daha önceki yaşadığı onca ekonomik ve siyasi krizin tecrübelerinden öğrenmiş görünüyor. IMF’den aldığı direktiflerle finansal krizi atlatmış bir Türkiye, öte yandan ithal ikamesi ağırlıklı ve büyük ticaret açıklarına rağmen yıllık büyüme hızında istikrarlı denecek bir ortalamayı yakaladı. Tek elden siyasetin yönlendirilmesi ile de siyasi istikrarı—feda edilen onca şeye karşılığında—tutturdu.
Arap dünyasındaki hanedancı demokrasilerde ancak olacak şekilde üçüncü kere hem de oylarını artırarak iktidar olan bir lider ve aynı zamanda Batı demokrasilerinde, ABD dâhil olmayan kadar karizma ve pervasız kararlılık sahibi lideriyle Türkiye sanki tökezlediği zaman bile kutsal, görünmez bir elle tekrar toparlanmaya ayarlanmış durumda.
Hâsılı Doğu ve Batılı liderler içinde en karizmatik ve halktan desteği en çok olan Erdoğan, siyaseti Devlet adamı ciddiyeti ve akademisyen derinliği ile yönetmeye kendini adamış olan Hoca’nın stratejilerini izliyor ve uygulamaya sokuyor. Hatta Mavi Marmara meselesinde olduğu gibi Erdoğan rotayı ani kırdığında hemen düzeltmek için arka planda tashihler yapıyor. Saraybosna’da Bosna Diyanet İşleri Reis Çeriç’in iltifatlarına bizzat Bayram hutbesinde muhatap olan bir Hoca faktörü var.
Çeriç’e “Allah Davutoğlu’nu tarih yapsın diye yarattı” dedirtecek kadar Rumeli’nin gönlünü hem almış hem de ona gönül vermiş bir Hoca faktörü Türkiye’nin temkinli cesaretini destekleyen unsurlar arasında. Mısır, Libya, Tunus, Suriye ve elbette ki Filistin’de de hem saygı hem de sevgi ile karşılanan, İsrail’e “bizim gücümüzü denemeye kalkmasınlar!” kadar ve bunu devlet adamı ciddiyeti, sükûneti ve metaneti ile dile getiren bir diplomasi tasarımcısı. “Yetti artık!” dercesine, Sakarya’yı ayağa kaldırmak isteyen bir somut gayret ve kararlılık insanı. Saraybosna’da Moriçe Han’da uğurlanırken “Türkiye!” sedaları ortalığın inlediğini gözlerindeki sevgiyle karşılayan Hoca.
Beynelmilel sistemde ise, hem siyasi hem de mali istikrarsızlık hatta çalkalanmalar devam ediyor. Obama’nın halk desteği, dönemlik dalgalanmalara rağmen dibe vurmuş durumda. Bu gidişle Cumhuriyetçiler Bush döneminden daha güçlü olarak Obama’yı sandığa gömecekler. ABD zar zor geçirdiği yasa ile ancak yeni borçlanma tavanını yükselterek sistem çarklarını devam ettirme çabasında. Dile kolay yaklaşık 15 Trilyon Dolarlık bir borcu ve 50 milyon civarında açlık sınırının altında yaşam süren bir nüfusu var. Obama dönemi ise, daha önce kalan enkazı daha da büyüterek götürüyor.
Schengen ve Avro bölgesinde fetret dönemi yaşanıyor. Fransa ve İngiltere liderlikler eski uzun vadelerden çok günlük iç siyaset kazanımları yakalamak için Libya’ya bomba ya da kendilerini fırlatıyor. Rol çalmaktan öte gitmeyen çabalar diğer AB ülkelerinde de var. En son Yunanistan’ın hem Avro hem de Schengen bölgesinden çıkarılması gündemde. Libya'yı ziyaret eden Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ve İngiltere Başbakanı David Cameron, Bingazi'deki Tahrir Meydanı'nda toplananlara hitap etti. Tahrir’in hararetini kendi lehlerine çevirme görüntüleri doğrusu komik kaçıyordu. Almanya’da Merkel, AB’nin yükünden şikâyet ederken, Yunanistan bile iflastayken yeni AB ülkelerini ne yapmalı diye düşünüyordu…
Arap ülkelerinde liderlik zaten bölgeyi kişisel hesaplarla toparlama gayretinde saman alevleri tarzında oldu. Bazen Sedat, bazen Mübarek ve Kaddafi gibi liderler bu liderliğe soyunurken Arap asabiyetini kullanarak kişisel ve ülkesel stratejilere hizmet ede geldi. İran’ın bölge ve hatta İslam âlemi liderliğine soyunması da bu tarzda gelişti. Humeyni karizmasını başla lider tutturamadı ve aynı zamanda Şiilik geleneği yüzünden İran’da bu konuda akim kaldı.
Afrika ülkeleri bildiğiniz gibi. Fazla değişen yok: Sömürge geçmişleri ve kendi aralarındaki çekişme ve çatışmalardan dolayı tarihsel geri kalmışlıkları müstakbel bir kadere dönüştürmek yönünde ilerliyor. Rusya uzun zamandan beri Rus devleti olarak değil, Rus müteşebbislerinin şirketi olarak adımlarını atıyor. Hindistan ve özellikle Çin, “hele bir ekonomiyi halledelim” tarzında sessiz derin stratejilerle küresel paylaşımdan hisse istiyor. Bunun bir kısmı da halen Güney Afrika’da gerçekleşmiş durumda.
İsrail meselesine gelince… Beynelmilel basın patronu Murdock’ın İngiltere’de gazetesi bünyesindeki faaliyetleri habercilikten öte istihbarat şirketi tarzında kullandığının ortaya çıkması; ABD’de 9/11 olaylarından sonra CIA’nin içinde MOSSAD ajanlarının deşifre edilmesi, Yahudi lobileri ve yardımlarına rağmen İsrail içinde istikrarlı bir siyasi yapının oluşturulmaması; aldığı onca Amerikan yardımına rağmen, İsrail’de ekonomik sıkıntıların yaşanması, gelir adaleti sorunları ve bıkkınlık; büyük ümitlerle dünyanın her tarafından toparlanan ve İsrail’i “yeniden” vatan kılmak amacıyla şaibeli bölgelere yerleştirilen muhacir Yahudilere rağmen İsrail’in aynı zamanda bölgede en önemli unsur olan petrol ekonomisi ve güvenliği riske sokar hale gelmesi; İsrail kurulmuş olmasına rağmen, İsrail’in “mehdi” olmadan kurulmasını meşru saymayan Yahudilerin tepkileri; bölgede en büyük “partner”leri olan Mısır ve Türkiye ile de ilişkilerin bozulması Türkiye’nin öne çıkmasında önemli rol oynadı. Çünkü aslında ABD hükümeti ötesinde, bölgede siyasi istikrar ve petrol fiyatlarının normal seyrini bekleyen küresel şirketleri de etkiler duruma geldi. İsrail’in yükünü taşımak oldukça zorlaştı.
Buna Kuzey Irak’ta her türlü politikası iflas etmiş olan ABD’nin güvenlik maliyetlerini Türkiye’ye yükleme, hatta belki Kuzey Irak’ın varlığını fiilen Türkiye’ye eklemlemek suretiyle önce Türkiye’ye avantaj sağlanması da olası. Kısa vadede Türkiye içindeki bölücü terörü de izale edecek bu sürecin uzun vadede toprak kayıplarına yol açması da olası bir hesaptır.
Yani farklı açılardan da olsa Müslüman-Arap camia Filistin sorununu Türkiye’ye ihale etti. Batı’lı ülke ya da şirketlerin de bu konuda hem fikir görünmesi, İsrail’in Türkiye üzerinden terbiye edilmesine zemin hazırladı. Buna gizli-açık hem ülke içindeki bazı mekanizmalar hem de etnik teröre destekleri Filistin-İsrail sorununu bir anlamda Türkiye-İsrail sorununa evirdi.
Mavi Marmara olayından sonra Türkiye aslında zaten zımnen bilinen İsrail-Türkiye sorunlarını gündeme farklı bir şekilde taşıdı. Siyasiyi bırakın, ticari ahlakı bile olmayan İsrail hükümeti bir anlamda Türkiye’yle hesaplaşmasını bölge liderliği konusunda umarsızlık ve pervasızlıktan küstahlığa taşımış oldu.
Hali hazırda Türkiye, “Arap Baharı” denen süreci önce kendi içinde başlatan bir aşamadan sonra beynelmilel sistemin boşlukları ve teşvikleri ile iç siyasetteki Sezar sendromlarının birleştiği noktaya geldi. Bundan sonrasında geri çekilmek Türkiye’nin kredisini bitirmek olacaktır. Karşılığında İsrail’in mutlak zaferi ilan edilecektir. İsrail’le, Türkiye’ye yönelik husumetlerinin ve ticari ahlaksızlığın hesabı görülmeden Türkiye’nin küresel güç olmak hayali en az 50 yıl geri gidecektir.
Abdülhamit İngiliz’i dinledi tersini yaptı, ama Osmanlı yine de battı. Bakalım, küresel sistemi ne kadar ve kimin kulağıyla dinleyince Türkiye Cumhuriyeti daha parlak bir geleceğe yükselecektir? Afrika ve Arap baharında her türlü katkıyı yapan Türkiye şu anda küresel yeniden tasarımın tam odak noktasındadır. Tünelin bir ucundan öyle veya böyle girildi. Artık tünelin sonunu görmeden durmak olmayacaktır. Dönülmez akşamın ufkundayız. Dilerim ülkemiz ve bölge insanlarının hayrına sonuçlanır.