“Muhafazakârlık” Türkiye’de neyi muhafaza eder?
Husumet oluşturmak için muhafazakâr önce geçmişi hale karşı kullanır.
Uzayda yörüngeye oturmak için uydular ateşleme roketi kullanır ya!
Muhafazakâr için de sermaye ve güç yörüngesine oturmak için “mazi” ateşleme roketidir.
Uydu yörüngeye oturduktan sonra, ateşleme roketleriyle bağlantısı koparılır.
Hatırası kalır, belki biraz da isi.
“Muhafazakâr” öncelikle hafızladığı ezberler tarihini muhafaza eder.
Sonra da resen karşı çıktığı “değerlerin” muhafazakârı olur.
Kişilik parçalanmasından “bir tatlı hüzün almaya” gelir.
“Hikmet” işte!
Muhafazakârlık tarihteki ve haldeki “gerçeklere” Janus’un yüzüyle değil, fanusun dar, tekdüze camından bakar. Muhafazakâr hafıza tarihten çıkardığı kimliğini, haldeki tüketim mekanizmalarıyla birleştirir. Mazideki “değerleri”, haldeki “değerler” ile tartarak tercihini belirler.
Haldekiler ağır basar elbette…
Muhafazakâr için tarih dönemlerinden bahsetmek tavşana niyet çektirmek gibidir.
Varmak istediği sonuca göre, tavşan kullanır.
Yani…
Türkiye’de muhafazakârlık bir Dr. Faustus serencamıdır…
Küresel Mephistopheles ile paktını yaparken meşrulaştırmaları, kapalı mecazları tarihten olur.
Haldeki yanlışları doğrulamak için maziyi, geleceği kotarmak hali kullanır. Yanlışlarının ilk örneklerini tarihten çıkarmakta mahirdir. Haldeki gayri meşruiyetin meşrulaşması için tarihten örnekler çıkarırken, tarihteki doğruları da kendisi tekzip eder aslında.
Muhafazakârlık için tarih ya müzede ya müzayedede vardır.
Müzede izlediği tarih ezikliklerini telafi eder biraz.
Çünkü tarih altında ezildiği bir iftihar tablosu, bir resmigeçittir.
Tarihi müzede kendisi için öğrenmez, başkalarına anlatmak için ezberler.
Başkalarıyla yarışırken müsabaka yedeği olarak yanında tutar müzeyi.
Hayatın “realitesine” dönünce unutur tarihi, haldekini yüceltmeye başlar.
Siyaset diye başlar, sonra politikaya girer.
Artık müzayede zamanıdır…
Muhafazakâr zihin haritasında iki dönem hep sitayişle anılır.
Birincisi Asr-ı Saadet dönemidir.
Bir önceki dönem olan Cahiliye Döneminin karşısına çıkarılır.
Önceki döneme ait ne varsa her şey“cahiliye” kapsamındadır.
Yani inanç açısından “cahiliye”, o dönem toplumdaki her şeyi “cahiliye” kategorisine sokar.
Artık “putlar” yıkılmıştır!
Buna adetlerin tamamını, medeniyet namına ne varsa her şeyi katabilirsiniz.
“Haram aylar” kavramını da mesela.
Edebiyattaki verimleri de mesela!
Ve kız çocukları cahiliye döneminde gömülüyor da nesil nasıl türüyordu?
Sorulmaz ki…
Acaba kaçıncı kız çocuğuydu diri diri gömülen? İlk doğan kız olunca mı, mesela?
İnsanlar da öyle…
Hz. Peygamberin amcası Ebu Talip ölürken dudakları kımıldadı…
Şahadet getirdi mi, getirmedi mi?
( Modern paralellikleri “Prens Charles Müslüman oldu mu? Ya Kaptan Cousteau?” )
Dil ile tasdik etmediğini biliyoruz, ancak dudaklarının oynaması ne ifade eder?
Ya da en azından Ebu Talibin Hz. Peygambere yaptığı onca iyiliği sadece bununla mı ölçmek lazımdır?
Yani “müşrik” olması Ebu Talip’i ahlaksız yapar mı?
Ya da Hz. Ömer hidayete ermeden önce kötü bir insan mıydı?
Önceden de şahsiyetli bir insan değil miydi? Cesur ve adalet sahibi değil miydi?
Hz. Osman’ın şehit edilmesinde, yaptığı bazı adaletsizlik uygulamaların rolü olmadı mı?
Hz. Ömer’in adaleti onun şehit edilmesine yol açmıştı oysaki!
Ya da “ashap”tan olan Muaviye’nin, Hz. Peygamberin nerdeyse soyunu kurutmaya yönelik tavırları olmadı mı? Ehl-i Beyt’e hem de camilerde yaptırdığı hakaret, acaba Hz. Ali’nin torununu şehit ettirmesinden daha az mı vahimdir?
Uhut Savaşında ashaptan insanlar itaatsiz davranmadı mı?
Hendek Savaşında Hz. Peygamber bir Aceme akıl danışmadı mı?
Ağaçları aşılama konusu sorulunca, “bunu sizler daha iyi bilirsiniz” demedi mi?
Hz. Peygamberin vefatından sonra halifelik konusu kişisel hırsları ortaya çıkarmadı mı?
Peki, halifelerin hepsi “adil” mi idiler?
Üç halifenin birden farklı yerlerde ve devletler de olduğu olmadı mı?
İslam her zaman bir bütün olarak mı hareket etti?
“Reşit halifeler” insani hatalardan uzak mıydılar peki?
Sıffin’de karşılıklı savaşanların mızraklarında Kuran sayfalarını kim taktırdı?
Abbasi ve Emevi Halifeleri arasında şarap içen hiç olmadı mı?
Ve uzayıp gider sorulara cevaplar ya alınamaz. Ya da Muaviye için bir aklama gerekçesi bulunur. Evet, “zalimlikleri vardır ama…”
“Ama”dan sonrası artık başka bir fasıldır.
İkincisi Osmanlı dönemidir.
Yani yeni “putlar” dikme dönemi başlar.
O da bir sonraki dönem olan Cumhuriyet Dönemine karşı çıkarılır.
Söğütle başlar tarih, öğütle biter.
Selçukluları ve diğer Türk devletlerini atlamak muhafazakâr aklın bir tercihidir.
Artık tarih kimlerin ne yaptığından çıkar, kimlerin daha “mümin” olduğuna evrilir.
Hatta din bile kıstas olmaktan çıkar, uygulamanın kendisine göre dini kural esner.
Alice Harikalar Diyarında gibi gözlemler ve anlatılar vardır tarih yazıcılarında.
Alice harikalar diyarına girer ve bakar ki gördükleri hep harikuladedir.
Alice’in naifliği kadar, toplum mühendisliğinin titizliği de rol oynar bu algıda.
Yani…
Muhafazakâr akıl tarihe sempatik ve parasempatik olarak yaklaşır.
Çünkü tarih bu akıla—ve karşısındaki akıla göre—bir bilim alanı değil, bir iman ve ideoloji alanıdır. İmanın sorgulanmazlığı kadar, İslam ve Osmanlı tarih alanları da sorgulanmaz. Bir şekilde sempatik sistem güzellikleri öyle güzel görür ve/ya gösterir ki, tarihte yapılan yanlışlıkları ve kötülükleri yanlış ve/ya kötü olarak algılamak yerine, onların aslında hangi gerekçeyle “zaruretten” yapıldığı konusuna yoğunlaşır. Eğriler doğru olur, doğrular eğrileşir.
Çünkü…
Tarihte olmuş yanlışlıkları yazmak ya da konuşmak muhafazakâr akıl için hezeyanlı bir süreçtir ve “imanı kaybetme” endişelerini beraberinde getirir. “Kardeş katli” dahi bir caizlik alanına girer Osmanlı’ya gelince.
Kötülükler bu dönem hafızasından ya silinir ya da ince dokunuşlarla telkari tarih telveye karışır gider. Bir tarafı mükemmellikle diğerini sırf çirkeflikle anmaya başlar. Çünkü “biz onların ayakkabılarını bağcıklarındaki toz da olamayız!”
Hafızlıkta esas ezbere almaktır zaten, anlamak yükümlülüğü yoktur.
Ve muhafazakâr akıl dini en güzel başkasına anlatır.
Kendisini bağlamaz anlattıkları. Ritüele indirgediği din, spritüel anlamını kaybederken, tarumar olan bahçeden saksıya kotarılan bir çiçeği ontolojik meseleye dönüştürür.
Silsilenin üçüncüsü de Menderes ve “takipçileri” serisidir.
İşte bu nedenledir ki…
Dr. Faustus ile Türkiye’de muhafazakârlık arasında çok bağlantılar var. Malumunuzdur, Dr. Faustus Ortaçağ’dan Rönenansa geçişin karakteridir. Dr. Faustus epey bir süre teoloji tahsili yapar. Ama dini konuları bilmek artık ona yetmez, daha fazlasını ister. İster ki artık dünyaya hükmetsin. Ve öyle yürekten ister ki, dileği kabul edilir Mephistopheles tarafından.
Faustus eserin sonunda Müslüman oluyor muydu? Hatırımda değil…
Ancak Mephistopheles ile yaptığı anlaşma “apaçık beyan” ile sabittir.