Ey Sürgün!
Selam sana, ey sürgün!
Yavan yaşamlar sökülür şehirlerde,
Asfalta akan mahmurluk,
Arnavut kaldırımlarına dökülen insanlar,
Dönen rotatiflerle dönen zihinler,
Daralan kelimelerle buruşan.
Susam kokularına karışan sabah,
Simit halkalarınca kuşatır sokakları.
Sızan damlaları dönüşür nehirlere,
Son çıkan albümler,
Yeni inen vahiyler mi var,
Metrobüs duraklarında?
Yaşam alanı neden dar,
En son çıkan arabalarda?
Gözüme ehramlar ilişir.
Selam sana ey sürgün!
Fastfood lokantalarına inat sıcak pideler,
Birbirine sarılmış ve
Mütevazı sarı kâğıtlara sarılı,
Koltuk altlarında direnir zamana,
Susam taneleri gibi aynı ateşte beraber pişmiş,
Soğuk apartmanların sinesine sinen korkusuyla,
Otobüs camlarının çerçevesinde resimler,
Metroda kaçamak bakışların coşkusuyla,
Yürüyen kozmetikler ve sentetik parfüm kokuları,
Kirpiler kadar sinik, kaplumbağa gibi silik,
Gözüme ihramlar ilişir.
Selam sana ey sürgün!
Gözlerde siyah kuşaklar, yürekte pranga,
Sağ yanda örümcek, sol yanda manga,
Dudaklarda donuverir alaturka tebessüm,
Her nereye gitsen sıladır artık, alafranga,
Güvercin yuvası, örümcek ağı,
Müstemleke naralarının otağı,
Yerebatan Sarnıcında Medusa’nın sureti,
Şehrin bağırsaklarındaki hezeyan,
Alemleri çalınan mabetleri sustururken,
Hummalı sayhalar dolduruyor sokağı,
Nimet Abla’nın önünde kuyruklar nefeslenir.
Gözüm yeni tanrılara alışır.
Selam sana ey sürgün!
Yanı başımda çalkalanır rakkaseler,
Birkaç mağlup gölge dökülür ummanlara
Toprağa saplanmış bir pençe kalır intikamla,
Bir hayal uzaklara süzüldükçe,
Kalbimde bir vakit ölür,
Tepemde barınır bitkin sanrılar,
Kararan yıldızlar mı konuşur göklere?
Kavşaklarda ölür yumuşak gözler,
Sarılır sorunlar cafcaflı paketlere,
Ve armağan olur doğum günlerinde,
Ürkek bakışları, titrek cümleler izler,
Cadde cadde bildiğim şehirde,
Hadde hadde iliklerimde hissettiğim sensin derinden,
Selam sana ey sürgün,
Selam sana!