Obama Mısır’da olanları tahmin edemediği için CIA Başkanı Clapper’a kızgınmış…
Daha önce Bush da o zamanki CIA Başkanını görevinden almıştı.
Şu İkiz Kulelere filan olacakları önceden haber “almadığı” için.
CIA’de MOSSAD adına çalışan ajanlar da ortaya çıkmıştı.
Enteresan değil mi?
Kendi halkından önce İsrail’in çıkarlarını düşünen bir ülke Amerika.
İsrail Devleti kurulduktan sadece 11 dakika sonra tanıyan Amerika.
Her yıl görünen ve görünmeye kanallardan İsrail’e 10 milyarlarca dolar akıtan Amerika.
Her türlü teknoloji ve istihbaratı İsrail’le paylaşan Amerika.
Ancak CIA içindeki MOSSAD ajanlarından fazladan bilgi koparmaya çalışan İsrail…
İşte son zamanlardaki Amerikan hükümeti içindeki şaşkınlıkların bir kısım nedeni de bu.
Daha Mısır’daki olaylar başlar başlamaz şaşkınlıklar beliriverdi.
Erken doğum sırasında yaşanan bir şaşkınlık hali var Amerikan diplomasisinde.
(Türk Diplomasinin Amerika’daki ağırlığı burada çok belirgin. Kelebek etkisi var. J)
Obama idare-i maslahat tarzında ilk konuşmayı yaptı.
Sonra Beyaz Saray’dan gün be gün yapılan açıklamalar geldi.
Obama Mübarek’in gitmesi için Eylül’ü beklemeye kararlı görünüyordu.
Sonra Clinton Avrupa’da ayrı telden çaldı.
Eski aletle yeni teller tam akort olmadı sanki.
Şimdisi ve hemeni daha anlamlı olacaktı Mübarek’in gitmesinin.
Öte yandan “devrim ve hürriyet” meydanlara taşındı.
Tahrir meydanı, hürriyet alanı oldu, bazı hapishanelerde Bastille planı yapıldı.
Bu arada nasılsa “çalındığı” sonradan açıklanan ABD elçiliğine ait bir minibüs “hürriyet” arayan kalabalıklar arasına dalarak onlarca insanı biçip geçti.
Irak’ta bir milyon insan hayatlarından hürriyete erdilerdi zaten.
Bizim coğrafyada demokrasiyi Azrail’le beraber geliyor nedense…
Türkiye’deki referandum öncesindeki yoğun propaganda savaşları yokladı aklımı.
Hani gülesi geliyor insanın acı acı olanlara.
Dünyanın bu tarafında biz farklı devrimler gördük.
Önce Devlet-i “Ebed müddet”i kaybettik.
Onunla neler gitti daha anlayamadık.
Sonra geriye kalan kan damarlarımızla yeni bir devleti oluşturduk, büyüttük.
Bolşevik Devrimi gördük, bir asır dayanamadı.
Rusya sonraları NATO’ya beni de alın diye Charlie Chaplin’e taş çıkardı.
Biz Komünist filan derken Çin’in Kapitalizmle 40 yıldır flört ettiğini gördük.
Bol çevik Devrimi de gördük, on yıl dayanamadı.
Hatta “muhafazakâr” bir holdingde saygın bir sivil CEO olduğu ortaya çıktı.
Mısır’da olan Bol geyik devriminden ibaret.
Düşündüm başka ne isim koyabilirdik diye.
Önce “Oziris Devrimi” geldi aklıma, ama tam olarak uymadı.
Hem yeniden doğma çağrışımlarından dolayı Ergenekon’u hatırlatabilirdi.
Pirüs Zaferi desek fazla eskimiş bir ifade olurdu.
Hem de kökenleri Eski Yunan’da olunca Mısır alınabilirdi.
Ne de olsa Mısır’lı yetkililerin dediği gibi alınma olabilirdi.
“İki asırlık tarihi olmayan bir devlet, yetmiş asırlık tarihi olan devlete akıl veremez”di.
El-Cezire kanalında Slavoj Zizek’in heyecanlı konuşmalarını dinledim.
Zizek kendine sorulan sorulara, tek başına da kalsa davasından vazgeçmeyen kahraman edasındaydı.
Hani Necip Fazıl’ın şiirini uyarlarsak, “Divanesi ikimiz kaldık sosyalizm yolunun” der gibiydi.
Konuşurken masumiyeti ve heyecanı bayramda pamuk şekerinin tadını alan çocuklarınki gibiydi.
Zizek’e Mark’sın temel tezi olan şeylerin Mısır’da “devrim” heyecanı unutturmuş gibiydi.
Ne diyordu Marks mealen –ki en temel tezidir--: “Bu zamana kadar felsefeciler tarih hakkında sadece konuştular. Şimdi tarihi değiştirme zamanıdır… Tarih ezenle ezen arasındaki çatışmadan ibarettir…Sermaye üretim ve dağıtım araçlarını elinde tutmak için, tüm üstyapıyı kendine göre şekillendirmek ister…Buna yasalar da dâhildir. Altyapı ile üstyapı arasındaki çatışma bu anlamda sermaye ve emeğin çatışmasının yansımasıdır.”
Yirminci asrın başlarında eski devletler ve imparatorluklar bitti.
Yerine 19. Asırdan ilham alan ulus-devletler almıştı.
Bunu Rusya “Emek” temelli olarak Çarlığı yıkmada ve yeniden şekillendirmede kullandı.
Eisentein destanını filme yazdı bu devrimin hani: Potemkin Zırhlısı.
Sonra Ekim’de bir de üstüne cila çekmişti hani!
Hepsi güzeldi, tamam…
Sömürülen halk Çarlık Rusya’sına karşı devrim yapmıştı.
Bu da güzel!
Zulme karşı olmak güzeldir, insanlığın şiarıdır.
Hatta Allah’ın arzuladığı hakikattir.
Zulme rıza göstermek, “dilsiz Şeytan olmak demektir.”
Zulme karşı olmak adaleti her zaman getirir mi ona da bakmak lazım.
Bir uykudan uyanış bir başkasına da dönüşebilir.
1917’deki Bolşevik Devrim’in ciddi bir finansmanı Rothschilds’lerden geldi.
Engels’i haddi affettik diyelim, babasının haylaz evladı idi, babadan kapitalistti…
Ve Rothschild ailesinin Sosyalist olmadığını biliyoruz. J
Lenin’in “devrim”ine finansal destek veren bankerler meşhurdur hani.
Ya “Osmanlı Bankası” olarak hafızamızda yer eden bankanın marifetleri?
Bu arada Amerikan Merkez Bankasının ABD Devletinin kamu bankası olmadığını bilirsiniz de…
Ya Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankasının tamamının TC Devletinin tamamen “Milli” bir bankası olmadığını? Sanırım son zamanlarda yüzde 55 civarında olan Milli hisseden kalanların kimlerin ellerinde olduğu sizce önemliyse o zaman “devrim”den bahsetmek lazımdır.
Yerel “zinde güçleri” anladık da, ya küresel olana ne yapmalı?
E minareden atamıyoruz işte!
Dönelim devrime biz gene…
Ortadoğu askeri “devrim”lerin haricinde ne oldu?
Ömer Muhtar’ın kıyama kalkışı mı?
Ya İran “İslam” Devrimi filan…
Filistin’de sapanlarıyla tanklara meydan okuyan çocuklar haricinde hangisi?
Ortadoğu’da güdümlü olmayan tek devrim son yıllarda Gazeteci El-Zeydi’nin devrimi olmuştur.
Hani sivil itaatsizlik tadında, ama devrim niteliğinde.
Hatırlarsanız, Aralık 2008’de Washington’dan gizlice ayrılan ABD Başkanı George W. Bush, Irak’a gerçekleştirdiği son gezide bir gazetecinin ayakkabılı saldırısına uğradı. Irak Başbakanı Nuri El Maliki ile ortak bir basın toplantısı düzenlediği sırada meydana gelen olayda, Iraklı gazeteci Muntazar El Zeydi iki ayakkabısını da çıkarıp peş peşe Başkan’a fırlattı.
Bush'a hakaretler eden muhabir, "Bu, sana Irak halkından hoş çakal öpücüğü" demişti.
Vakıa daha önce de Saddam’ın heykeline terlik atanlar görmüştük.
Ancak Saddam bittikten sonra heykeline atılan terlik anlamlı olmadı.
Mısır’da İskender’in Heykeli üzerine çıkan protestocu neyi anlatıyor ki!
Kıptî din adamının katledilmesinden sonra ne kadar da güzel bir tertip var ortada değil mi?
Hani dünyanın bu tarafında biz, yağmurdan kaçmasak da doluya hep tutuluruz.
Ve Mısır’da olanlar El-Zeydi’in “veda öpücüğü” değil.
Sadece bir yanaktan öptün, diğerini de buyur anlamında bir çağrışımı var.
Eh İsa’nın öğretilerinin modern bir yorumu olsun dedim ben de!
İşte bu nedenle Mısır’da olanlar bence sadece bir Karaoke devrimidir.
Müzik alt yapısı ve oyun kurgusu ithal.
Mikrofon’da ses verenler de mahalleden “bizim çocuklar” işte!
Clementine şarkısı bitince, “I shot the Sheriff”e geçecekler.
O zaman asıl “hürriyet” gerçekleşmiş olacaktır.