Amerika Ortadoğu’nun demografya bilgilerini İngilizlerden aldı.
Osmanlı çıkarıldı bölgeden.
Türkiye Cumhuriyetini zor kurtardık yıkılan cüsseli Devletin altından.
Osmanlı’nın çıktığı yerleri çoğunlukla İngilizler etki alanına aldı.
Keşifler sonra gözü açılmıştı 16. Asırdan itibaren.
Sömürüyle sermaye biriktirdi.
Doğayı zapt etme anlayışıyla başladı.
İnsan doğasını keşfetti sonra ve onu zapta uğraştı.
Sonra kültürleri çalışmaya başladı.
Ve kültürlerle beraber coğrafyaları sömürme faslı gelmişti.
Robinson Crusoe öncüsüydü sürecin.
Ve Birleşik Krallık 19 asırda kömür enerjisi ile “sanayi devrimini” teknolojik üretime dönüştürdü.
İkinci enerji zıplamasını Amerika yaptı.
Bu sefer petrol devredeydi.
İkinci Dünya Savaşından sonra da hükümranlık haklarını ele geçirmeye başladı.
Savaş sonrası “süper güç” olarak ortaya çıktı ABD.
İsrail’in 1948’de kurulması ve ilk defa tanınmasında önemli rol oynamıştı.
Öyle ki…
“İsrail kuruldu” haberinden “sadece 11 dakika” sonra ABD resmen kabul etti.
İngilizler ve Avrupa “sıkıntıyı başlarından atmışlardı.”
Eksik olan bir Yahudi “vatanıydı. O da böylece olmuştu.
Arzı Mevud’u hatırlamış oldular.
Aslında…
Batı şuuraltında suçluluk sarmalının da bir yansımasıydı İsrail Devleti. Batı’nın şuuraltının tersine, Müslümanlarda sadece kültürel farklılık olarak yer alan, ama aktif husumet arz etmeyen bir Yahudi algısı yoktu. İsrail sonrasında bölge, anti-İsrail, anti-Siyonist refleksler doğal olarak anti-Amerikan eksene oturdu.
Ortadoğu adil olmayan bir savaşla Filistin sorununa seyircilik yaptı. Enerji kaynaklarının artan ihtiyaca binaen artan önemi ile İsrail’in önemi arttı. İran’daki çürümüşlük neticesinde ve enerji savaşlarının gereği olarak yaptırılan darbeler sonucu vuku bulan İslam Devrimi’ne gelinen süreçte İsrail artık Filistin karşıtı, düşmanı olarak, bizzat İslam ve İslam âlemine düşman bir devlet olarak tanındı.
ABD İsrail’in uygulamalarına ses çıkarmadığı gibi, açık gizli destek de verdi. Doğrudan bir anti-Siyonist, anti-Amerikan duyguların, gitgide bir Batı karşıtlığının İslamcılık olarak temellenmesinde büyük rol oynadı. Amerikan’ın Rus işgali sırasında yerli halka, komünist Babrak Karmak hükümetini yıkmak ve Sovyetleri Afganistan’dan çıkarmak projesinde “İslamcı” olan gruplara destek vermesi yetmedi. Hollywood’da Rambo’nun “Kahraman Afganistan Halkı” yanında savaşmasına rağmen, Filistin herkesin her gün işittiği ve nedense çözüm için bir şeyler yapamadığı bir başka “İslamcılık” şeklinin oluşmasına katkıda bulundu.
Herşeyin ötesinde, “adalet” hissini öne çıkaran bir suskun kültürün mazlum mensupları, mazlum olan, dengesiz bir zulme maruz kalan Filistin’i Batı, Amerika ve dahası Hıristiyanlık hakkındaki her konuşmada gündeme getirmekle, İslamcılık’ın Kuranda geçen “Siz onlar gibi olmadıkça, Yahudiler ve Hıristiyanlar sizi sevmezler” ayetini, temel düstur hala getirmesine neden oldu.
Öyle ki…
Filistin’de Hıristiyanların da yaşadığı ve zulüm gördüğü akla getirilmedi. İsmail ve İshak’ın torunları arasındaki “Batı” destekli bir İshak savaşında, sadece İsmail’in değil, İslam âleminin mağlup olduğu travmaya dönüştü. Bu travma yeni her İsrail katliamı ile eskiden yapılan katliamlarını hatırada yaşatmakta etken oldu. Dahası, hem tarihsel hem de dini anlamda İsrail’in konumuna dair delillerin çıkmasında katalizör oldu.
Uzakdoğu ve daha sonra da Ortadoğu Müslümanlarının İslamcılığı, bu anlamda kendi kimliklerinin gerektiği gibi kendini tanımlamak ve ona “ne olduklarına” göre yaşamak değil, ne olmadıklarına göre kimlik tanımlamak, ona göre tepkiler geliştirmek ve sonra karşı oldukları şeyler üzerinden kimlik oluşturmak şeklinde gelişti. Müstemlekecilik karşıtlığı da İslamcılıktı, emperyalizm karşıtlığı da, komünizm karşıtlığı da, ateizm karşıtlığı da. Hatta Türkiye özelinde AB’nin bir parçası olmasındaki gelgitlerin bir parçası da Türkiye olarak değil, Müslüman ülkelerden biri olarak “Hıristiyan Kulübü” girmeye tepkilerin çoğu milliyetçilikten çok İslamcılık tezinden kaynaklanmaktaydı.
Milliyetçilik aslında Arap âleminde, Arapları önce Osmanlıya sonra Türkiye’ye karşı desteklendi Batı tarafından. Baas oluşumlarının özünde, Arap Rönenansı tezleriyle Baasçılığın tezlerini oluşturanlar vardı. Öncü teorisyenleri de zaten İslam’la alakalı olmayan isimlerdi. Ama hesapladıkları kültürel olarak ayırmaktı Osmanlıdan. Ekonomik olarak ise kaynakları, bu yardımlaşmaların hatırına sömürmekti.
Ne zaman ki, bölgenin halkları kendi tarihsel kaynaklarına dönmeye başladı.
Ne zaman ki, bölgedeki “ümmet” enerji kaynaklarını devletleştirmeye başladı.
Sömürgecileri bir bir bölgeden çıkarmak istedi.
O zaman sorunlar başladı.
Bölgede Arap Milliyetçiliği Osmanlı ve Türkiye karşıtlığından, sömürgeci karşıtlığına, Batı emperyalizmi karşıtlığına dönmeye başladı. Sonra İran’dan başlamak üzere, CIA’nin bizzat müdahalesiyle askeri darbeler başladı. İran Devlet Başkanı böyle alaşağı edildi.
Artık milliyetçilik kavramı yerine, İslamcılık ikame etme zamanıydı.
Hem “ateist” olduğu için Rus karşıtlığı, komünizm karşıtlığı başlatıldı.
Bu SSCB dini hiçe saydığı için değildi aslında.
Dinle alakası kapitalizmin müsaadesi kadar olan kapitalizmi onaylamak anlamına geliyordu. Ve Küreselleşme adıyla yıpranan eski stratejiler yenilendi.
Sonrasında, tehlike arz edene kadar, İslami oluşumların desteklenmesi süreci oldu.
Hani nasıl derler?
Din milleti ve milli olanı tanımazdı ya!
İşte öyle bir şey.
Sezaryen Büyük Orta Doğu’m böyle başladı.
Bu aslında eski Şark Meselesini klonlamaktı.
Beyni, kuvözü Kraliçe’den.
Hürriyet Leydisi ise ebeliğini yapıyor.