Keşif…
Hayat keşifle başladı evrende.
Bir unutuş, bir ihmal, bir isyan…
Keşfin biri kesildi, diğeri başladı.
Bir keşif bir keşkeye dönüştü bazen.
Bazen bir keşke! bir keşfin kapısını araladı.
Ondan beridir, keşifle var olan bir süreç, keşif bitince biter.
Keşfin farklı yüzleri oldu tarihte…
Âdem Havva’yı keşfetti, İblis de.
Âdem insanı keşfetti.
Âdem’in Havva’yı “bilmesi” bir keşifti.
İkisi birden solan masumiyeti ve ölümü keşfetti.
Pandora, sepetindeki “kötülükleri” keşfetti.
Zeus, babası oldukça kendinin var olmayacağını düşündü.
O nedenle, Kronos’u alt etmeyi keşfetti.
Doğduğu Kaosun annesi olduğunu keşfetti.
Zamanı alt etmekle tanrısallığın bir boyutunu keşfetti.
Promete ateşi keşfetti.
Keşfetmenin acılarını keşfetti.
Asi, sürgün kendi kimliğinde bölünmüş oldu.
Sonra Sokrat öncesi felsefede filozoflar evreni keşfe başladılar.
Homer ve Hesiod’un yanılgılarını keşfettiler.
Bir şeylerin değiştiğini keşfettiler.
Tamam, evren vardı da evrenin özünde ne vardı?
Kendilerini öyle kaptırdılar evrene ki, kendilerini keşfetmeyi unuttular.
Değişmeyen şeyler neydi?
Özünde ne vardı değişen unsurların?
Keşfin anlamını arayan insanın yeri neydi “büyük evren”de?
Sonra Sokrat geldi, değişmeyeni ve insanı keşfetti.
İnsan ruhunun, iki atın ayrı yöne çektiği araba gibi parçalanmasını keşfetti.
Fiziki âlem içinde kendi başına bir evren, “küçük evren” olan insandı.
Değişen ve değişmeyen arasında bir ara yolu keşfetti maverada.
Sonra Aristo sadece göklere bakmanın eksikliğini keşfetti, yere baktı, doğayı keşfetti.
Sokrat’ın tersine, görünen insanı, ötelerden kopararak keşfetmek istedi.
Eski Yunan “alfa”yı keşfetti Fenikelilerden.
Roma’ya keşfedecek fazla şey bırakmamıştı insan doğası adına.
Eski Roma Eski Yunan’da çalışan beyni keşfetti, yanında sanatı, edebiyatı.
Roma ise Doğu’yu keşfetmek istedi.
Kızıl Elmayı Doğu’da aradı Roma.
Zulmü, “erkek” olmayı ve Roma vatandaşlığını keşfetti.
Tanrılaşma arzusunu, idare etmeyi, hakikatin değil belagatin insan hayatındaki rolünü keşfetti
Delphi'de bir rivayete göre bir ulu: "Kendini bil" diye seslenirmiş.
Lakin Romalı insandaki canavarı en iyi keşfeden oldu.
Sonra Hıristiyanlık geldi, kapalı bir ruh hali içinde aradı kendini.
Kilisenin içine bile ışık girmesin, iç ışıkla aydınlansın diye çabayı keşfetti.
Roma’yla çatıştı. Yediler uyudu, uyandı, değişen zamanı keşfetti parada.
Roma’yı Paul keşfetti, Roma onda korkusunu keşfetti.
İlginçtir, Roma'da kudret öyle bir hal aldı ki, eşcinsellik muteber bir ilişki şekli oldu kadın aşağılamak için. Kadınlar "zayıftı" çünkü... Romalı erkeğin halinden Romalı erkek anlardı. Kadınlar da kuluçka makinesi olmanın çaresizliğini keşfetti.
Sonra Hıristiyanlık Roma'yı fethetmeye başladığında genetik uyum sorunu oldu.
Biri gücü ve bu dünyayı diğeri "zayıflığı" ve "ötesini" aradı.
Hıristiyanlık, en iyi Şeytan'ı keşfetti.
Nerdeyse İsa kadar güçlüydü Şeytan.
Tanrı'yla iddialaşan bir Şeytan dünyayı keşfetti.
Ve İsa'dan sonra Aziz Paul, tekrar Şeytan'ı yüceltti adeta. Roma Şeytan olmuştu inananları gözünde. Orta Çağ boyunca artık Hıristiyanlık zapt edip zapt olunduğu Roma'da Roma'yla bir olup zulmetme gücünü keşfetti.
Artık “din” diye Kilise papazı ve onları kullanan Roma liderleri aklı devre dışa bırakan bir itaati keşfetti. Francescan rahipler rahibeler ruhlarındaki esrarı keşfetti.
Rönenans’la insanlar yeniden aklı keşfetti. Ancak hissi bıraktı bu sefer de. Reform ile devinim arttı. Aydınlanma iki türlü oldu. Birincisi karanlık algısına karşı olan aklın aydınlanması. Diğeri Lucifer'in getirdiği bir aydınlık oldu ki artık din enstrümandı.
Attila Doğu’dan geldi Roma’nın içindeki ayrılıkları keşfetti.
Asırlar sonra Endülüs Etkisiyle Avrupa kadını keşfedecekti, aşkı keşfedecekti ki iki engel çıktı: Biri Kiliseydi. İlla kadın sevecekseniz, “buyurun, Meryem var!” dediler. Diğeri Hıristiyanlığın otoritesi olan Aquinas oldu. Onun abuk sabuk cinsiyet tasavvurları oldu. Augustine'den daha evhamlı bu adam Paul'e yakın Aquinas idi. Biri en azından annesini çok sevmişti. Augustine, İtiraflar’ın dinsel rahatlığını keşfetti.
Sonra Avrupa Amerika’yı keşfetti…
Birden masumiyet temaları çıkmaya başladı düşünce ve edebiyatta.
Rousseau filan bu temadan gittiler akabinde.
“Yeni” başlangıç “yeni insan” olacaktı.
Ancak Avrupa Amerika’da içindeki vahşetini keşfetti.
İspanyol İngiliz bilmem ne bela! Kolonilere “Cuma” ismi koymayı keşfetti.
Sonra keşifler, ticaret, sanayi, makine derken Batı Doğu'yu keşfetti.
Ama erkek kimliğiyle ve Doğu’yu bir kadın suretinde görmek isteyerek.
Tahakkümü bir marazi erkek-kadın ilişkisi gibi Doğu’ya algılatmayı keşfetti.
Ve sonra dünya savaşlarıyla içinde tanrılaşmak isteyen şeytanı keşfetti Batı.
Sinema ve radyo, sonra TV ve interneti keşfetti.
Kamera obscurada (Karanlık oda) ışığın resme dönüşmesini keşfetti.
Cep telefonlarını keşfetti, özgürlük namına.
Başkasına ulaşılır olurken kendine uzaklaşmayı keşfetti.
Telefonda konuşmaktan çok, telefonu konuşmayı keşfetti.
Kar’ın “Elif Elif” diye incecikten yağışını Türkiyeli Karacaoğlan keşfetti.
Ses aktarımı ve görüntüyü keşfetti Batı yeniden.
İkonlaşan hayatların anlamını görüntüde keşfetti.
Ondandır ki, insanlar insan gözüyle, kadın ve erkek kimliklerini geç keşfetti.
O nedenle, bugün "kadınlar şudur", “erkekler budur” saçmalıkları ayyuka çıktı.
İnternet ve medya evanjelistleri akşam sabah cirit atıyor.
Kendini keşfetmek bahsi de yeni bir keşfe çıktı…