11 Eylül tarihi Amerika’nın yüreğine ve beynine kazılalı beri on bir yıl oldu. Bu dönemde farklı travmalar yaşandı. Kendini her türlü güven ve refah içinde hisseden Amerikan halkı yaşadı birini; diğerini ise, “mağrur” Amerikan devleti.
Soğuk Savaş döneminde dahi yaşanmayan trajedinin, artık “düşman öteki” kalmadığı dönemde yaşanması bu travmayı katlayan bir unsur oldu. Komünist Blok çökmüştü. “Tehlike” bitmişti. On yıllık zafer sarhoşluğu devam ediyordu. Birdenbire tatlı bir rüya, yaşanan bir kâbusa dönüşüvermişti. Aşil topuğundan vurulmuştu…
9/11 olayları gerçekten neydi? Nereye varıldı? Ne amaçla kullanıldı? 11 Eylüldeki saldırı Amerikan militarizmi ve kapitalizmini hedef alan saldırılardı. Yetkili ağızlar bunu Amerikan “halkının hayat tarzına”, “hürriyetine”, “Amerikan demokrasisine” yapılan bir saldırı olarak niteledi. Bu durum ABD’nin sonraki yaptığı katliamları için geçerliği kendinden menkul meşruiyeti sağlarken, öte yandan 1,5 milyon insanın ölümüne gerekçe oluşturdu.
Ne olup bittiğini henüz anlamayan Amerikan halkına ön telkinler yerleşti. Zihinsel ve psikolojik filtrelerinin askıya alındığı bir anda, bu durumu öyle algılamaları gerektiği şeklinde yönlendirme yapıldı. Başlangıçta Bush’un arkasında olmayan halk desteğinin, yüzde doksanlara üç gün içinde çıkaracak bir başarılı içe yönelik diplomasi ve retorik örneği sergilendi.
Görüntülerle gerçeklerin karıştığı bir coğrafyada yaşamaya alışığız. Bu nedenle en basit şeyler karmaşık olabildiği gibi, karmaşık olanlar da indirgemesi bir mantıkla aklımızı kuşatıyor.
Öncelikle 11 Eylül 2001 günü meydana gelen bu menfur olay bir “terör” hadisesi midir yoksa bir “savaş” mıdır bir tahlil etmek gerekiyor. 11 Eylül tarihinde Başkan Bush başta olmak üzere, pek çok yetkili ağız defalarca Dünya Ticaret Merkezi kuleleri ve Pentagon’a, kaçırılan uçaklarla yapılan saldırıları “savaş” olarak nitelendirdi. Bu niteleme Amerika’ya doğrudan Afganistan’a, dolaylı olarak da Irak’a saldırma hakkını vermiş oldu. Usame bin Ladin, komünistlere karşı savaşan “kahraman savaşçı”dan emperyalist Amerika’ya darbe vuran terörist başı oldu birden.
“Savaş” kavramı jeo-politik ve coğrafi açılardan çıkar çatışması içinde girmiş milletler ve devletlerin, ordularını kullanarak, ağır silahlar kullanmak suretiyle, yenme-yenilme, ele geçirme, ilhak veya zapt etme strateji ve amaçlarına göre yapılan ve genelde on binlerle ifade edilen oranda ölümle sonuçlanan ve sonunda bir antlaşma olan fiziki ve psikolojik çatışmaların toplamını ifade eder. Bu anlamda ordular ve sınırlar farklı olup, sınır ötesi ordu ve silah kullanımı söz konusudur.
Başkan Bush ve Powell, olayın daha ilk gününden itibaren “savaş” kelimesini, “savaş hali” veya diğer “savaş” ifadelerini kullandılar. Ancak terörist örgütlerle muhatapları arasında asimetrik, savaş tarafları arasında nispi bir simetrik güç dağılımı vardır.
Bu diplomatik jargondaki değişiklik aslında “terör” denilen melanet, zaman içinde siyasi muhatap ve kendine başına güç olarak kabul edilmesini hedefler. Türkiye’de PKK, İngiltere’de IRA, İspanya’da BASK gibi gruplar--tarihi, kültürel yapıları, finans kaynakları, amaç ve eylem metotları farklı olmasına rağmen--bu tür yapılanmalar içinde olan gruplardır.
Amerika’nın dünya çapında kimi “terörist” grupları gizli veya alenen desteklediği, hatta şu an can düşmanı ilan El-Kaide Frankeştayn’nını yarattığı aşikârdır. Amerika’nın sevmediği tedhişçilere “terörist”, milli çıkarlarına hizmet edenlerin ise “özgürlük savaşçısı” olduğu malumdu. Bazı Avrupa ülkeleri ve ABD bin bir türlü kılıf ve taktiklerle PKK’nın da arkasında bulundu. Yani terör’ün “habisi” ve “iyi huylusu” yokken, bu ayrımları yapmak, zamanı gelince haklılık noktalarını kaybetmesine neden olur insanlar ve devletlerin.
Sonuç olarak, terör her ülkenin başına gelebilecek en büyük beladır. Mücadele sürecinde kendi içinde oluşturacağı kirlilik de cabası. Dolayısıyla, terör aslında çıkar çatışmaları olan ülkelerin doğrudan Savaş yerine, derin devletleri ve istihbarat örgütleriyle yürüttüğü bir tedhiştir. Çünkü savaşın bile bir ahlakı varken, terör her türlü melaneti meşru kılacak kara propagandayla beslenir.
Aşil’in topuğu ile Demokles’in kılıcı arasında irtibat “Arap Baharı” denilen yeni kolonicilik döneminde ve Suriye konusunda devam etmektedir. En son Bingazi’de öldürülen Amerikalı diplomatlar nedeniyle ABD’nin Libya’ya savaş gemisi göndermesi, Çin’in Suriye’ye müdahale konusunda veto ettiği BM karar tasarısı ve ardından Suriye açıklarına gemiler göndermesi, Rusya’nın bölgede etkinlik artırma gayretleri ve eski düşmanı Çin’le ittifak etmesi 11 Eylül’le başlayan kaosun bölgemizde ve dünyada devam edeceğini açıkça göstermektedir. Sosyal Darvinizmin beynelmilel diplomaside en etkili olduğu dönemdeyiz. Ve açıkçası, bu kadarını mide kaldırmıyor!