FELEK VE İNSAN
Dr. Selim YILDIZ
Sürekli bir oluş halinde olan dünyanın tek gerçekliği ve kanunu, konanın göçer olmasıdır. Yani fani oluşudur. Bu faniliği tüm sadeliğiyle karşılayan kavram ise Türk kültüründe “felek” olmuştur. Felek, kişi oğlu için fanilik ve fenalığın adeta adı olmuştur. Felek kahpedir, zalimdir, kötüdür, ağudur. Feleğin sillesi ağırdır. Feleğin çemberinden geçmek zorludur. Felek dünyadır, dünya bir döngü halindedir. Bu döngü içinde dünyada arayış içinde olan kişioğlu, dünyayı anladığında ve kendini bulduğunda çaresizce vardığı nokta ise ölüm olmuştur.
Ölüme güzellik katan, onu bazen kurtuluş bazen de kavuşmanın adı yapan dünyanın gelip geçiciliği, bir rüya alemi olarak telakki edilmesidir. Bu rüya aleminde insanı gerçekliğe yaklaştıran ve anlamlandıran yegâne his ise acılardır. İşte bu acılar ki insanı söyletmiştir. Sivas Divriği yöresine ait türküde feleğin kahpe oluşu insanın toprağından, sılasından, kendinden, dostundan uzaklara savruluşunun sonucudur. Sitem bu savruluşadır. Bu feleğe çatış, esasında insanın kendisiyle konuşmasıdır, kendi içine çığlık çığlığa yürüyüşü, feleği çaresizce, içten içe kabullenişi ve teslim oluşudur. “Kahpe felek sana nettim neyledim/Attın gurbet ele parelerimi/Akibeti beni sılamdan etti/Kesti mümkünümü çarelerimi” ifadelerinden sonra “dost olan bağlasın yarelerimi” inlemesiyle de ümit dostadır, beklenti dosttandır.
Gurbet, derttir, tasadır, hasrettir. Gurbete ve derde çare; acıya tahammül, gerçeğe ruh ve anlam kazandırma ozanların yüreğinden damla damla dökülmüş, söz olmuş, türkülerde vücut bulmuştur. Fethi Gemuhluoğlu’nun söylediği üzere “İnsanoğlu türküsüz kaldığı zaman gurbettedir.” Nurettin Topçu da der ya “kendimizden başka nereye koştuysak gurbette kaldık.” Türküler bu çark-ı felekte kendimize koşuştur, kendimize dönmemizdir. Türküler kültürümüzde varlığın da yokluğun da kısaca insan oluşun ifadesi olmuştur. Var olurken yokluğu, yokluğun eşiğinde varlığı düşündüren, daha başlangıçta sonu hatırlatan türküler olmuştur. Ardahan yöresine ait “Bu dağlar kömürdendir/Geçen gün ömürdendir/Feleğin bir kuşu var/Pençesi demirdendir” ifadeleriyle başlayan türküde tam da bu anlatılır. Yine burada “Bir at bindim başı yok/Bir çay geçtim taşı yok” gerçeği, devranın yani feleğin nihayetinde insanı getirdiği sonu ortaya koyar. Yine başka bir türküde mısralar son kertede dosta bağlanır: “Beyler tahtından inerler/Ayaksız ata binerler/Toprağa gömüp dönerler/Bir dost bir post yeter bana”
Görüldüğü üzere felek karşısında durmanın yolu kendimize dönmekle mümkün görünmektedir. Bu dönüş nasıl olacaktır?
Gökte uçan huma kuşu, Ne bilir dalın kıymatın. Gargayı kondurman dala, Ne bilir gülün kıymatın.
Çift sürüp ekin ekmeyen, Meydana sofra dökmeyen, Arının kahrın çekmeyen, Ne bilir balın kıymatın. Mencilisten söz atanlar, Gerçeğe yalan katanlar, Sonra beyliğe yetenler, Ne bilir elin kıvmatın.
Söz felekten açılır, kadere bağlanır, gurbet olur, sıla olur, yar olur, dost olur. Nihayetinde tek gerçeğe yürüyen kişioğlu acılarla bezediği yaşamı anlamlandırmak için göz yaşını yüreğine, kanını içine akıtır da kızılcık şerbeti içtim der. Bu noktada esasında varlığı anlamak ve varlığın kaynağına karışmak zor değildir. Kahramanmaraş yöresine ait yukarıdaki türküde söylendiği üzere güle kıymet vermek kargayı gülün dalına kondurmamakta gizlidir. Güzeli ve güzelliği korumakla ilgilidir. Aşık Veysel’in karnını yardığı toprağın bereketini paylaşmak, arının kahrını çekmek kişioğlunu değere ulaştırmaktadır. Birlikte yaşamak için verilen emek ve mücadele karakter kazandırmaktadır. Burada Ahmet Yesevi vardır, Yunus vardır, aşk vardır, yaşamı sürdürebilme vardır. İman vardır, inanç vardır, kültür vardır. Açları doyurmak, çıplakları giydirmek, gönlü kırıklara merhem olmak vardır. İnsan olmak vardır. “El”in yani devletin kıymetini bilecek olanlar da doğrulukta kemâl bulanlardır. Türküdeki bu kemâl halini yüz yıllar öncesinden Yusuf Has Hacip Türk’ün altın kitabı olan Kutadgu Bilig’de müstesna şekilde ortaya koymuştur. Bey olacak kişide alplık, bilgelik yanında acele etmemesi, doğruluk, merhamet ve alçak gönüllülük de başta gelen özelliklerdir. Yalandan payı olanlar ve yalan üzerine saltanat sürmeye çalışanlar bey olamaz. Beylik Tanrı bağışıdır.
Varlığı derlemeye, toparlamaya, güzelleştirmeye, yaşatmaya yönelik yüce amaçlara bağlamak ve sorumluluk hissi kişioğlunu felek karşısında mazbut yapan hususlardır. Bu mazbutluğu soyu Horasan Türkmenlerinden olan Elazığlı Nimri Dede “İnsan olmaya geldim”
dizeleriyle ortaya koyar. Her kelimeyle her şey anlatılamaz ancak “felek” ve “insan” içinde çok şey gizler. Feleğin insana, insanın feleğe karşı mücadelesinde insan kalanlara selam olsun.
İkilik kinini içimden atıp Özde ben bir insan olmaya geldim. Taht kuralı Âriflerin gönlünde, Sözde ben bir insan olmaya geldim, Serimi meydana koymaya geldim!
Meğerse âşk imiş canın mayası, Ona mihrap olmuş kaşın arası, Hâkk'ın işlediği kudret boyası, Yüzde ben bir insan olmaya geldim, Serimi meydana koymaya geldim!
Bütün mürşitlerin tarif ettiği, Sadıkların menziline yettiği, Evliyanın enbiyanın gittiği, İzde ben bir insan olmaya geldim, Serimi meydana koymaya geldim!
Ben de bir zamanlar baktım bakıldım, Nice yıllar bir kemende takıldım, O âşkı mecazla yandım yakıldım, Közde ben bir insan olmaya geldim, Serimi meydana koymaya geldim!
Süregeldim âşk meyini içerek, Her bir “ak”ı karasından seçerek, Varlık dağlarını delip geçerek, Düzde ben bir insan olmaya geldim, Serimi meydana koymaya geldim!
Gör ki Nimri Dede şimdi neyleyip, Gerçek âşkı her yönüyle söyleyip, Her türlü sefaya veda eyleyip,
Sazda ben bir insan olmaya geldim, Serimi meydana koymaya geldim!
İnsanı arayan ve insan nedir? Sorusuna cevap arayan isimlerden biri 20. yy´da Hilmi Ziya Ülken olmuştur. Felsefe ve sosyoloji alanında onlarca çalışması olan Ülken, Cemil Meriç, Nurettin Topçu, Erol Güngör, Fethi Gemuhluoğlu gibi Türk tarihinin son münevverlerinden biridir. 1901-1974 yılları arasında yaşayan Hilmi Ziya Ülken, “Aşk Ahlakı” adlı kitabında insanı ve aradığı insanı şu cümlelerle ortaya koyar:
İnsan zincirler içinde uyanır; fakat kendi çabalarıyla bu zincirleri birer birer kırarak, büyük emekler ve kurbanlar karşılığında hürriyetini kazanır. İnsan toplumun pasif bir unsuru olarak doğar; fakat hayatın direnme ve tepkileriyle gittikçe daha fazla bir kişi olmaya ve iç hürriyetini kazanmaya başlar. Madde ve hayat nasıl birer hakikatse cemiyet ve ruhun hürlüğü de öyle birer hakikattir. Hakikat, bu türlü türlü gerçeklerde görünen birlikteliktir. Birlik, külli olan tabiattır; ve tabiat art arda yeni gerçekler, yeni görünüşler halinde zuhur eder. Ruhun hürlüğü tabiatın son görünüşüdür? İhtiras ruhun bir konuya kulluğu değil, tam tersine bütün kudretinin bir konu üzerinde yoğunlaşması, zekâ ve iradesinin en şiddetli, en yoğun bir hal alması demektir; buhranlı yaş çağlarında safha safha kişiliğin kurulması, orijinali yaratma gücünün doğması demektir? ruh, ihtiras ve kişilik halini aldığı zaman sonsuz tabiat içinde yeni bir gerçek ve oluş halindeki birliği tamamlayan bir unsur olur. Öylesine ki, tabiat tutku ile sırlarını insana açar ve birlik ancak ihtiras ile tamam olur. Onu kaldırınca tabiat karanlıkta kaldığı gibi, insan da dış kaderin kör kuvveti elinde ezilir. Hakiki ilim arifliktir ve ariflik birliğe ulaşarak, eşyanın kaderini ruhun kaderi ile tamamlayarak meydana gelir. Eşyayı bilmek, çokluğu incelemek eksik ve yüzde kalan ilimdir. Hakiki bilgi yalnız birliğin ilminde, yani arifliktedir. Madem ki ruh bir gerçektir, öyle ise onu eşyayı görür gibi görmek lâzımdır. Madem ki hakikat birliktedir ve ruh birliği tamamlayan bir aynadır, o halde ruh en görünen, en açık olan hakikattir. Ruhu eşya gibi hakikat olarak görmek, bilinmeze ve sırlara asla kapılmamak, daima aydınlığa, açıklığa doğru gitmek demektir. Aydınlıktan kaçan, bilinmezden ve sırlardan medet umanlar hakikat için kaybolmuş olanlardır. Madem irfan (âriflik), birliğin ilmidir ve madem birlik tabiatın kaderini ruhun iç kaderiyle tamamlamaktır, öyleyse arifliği yaymak ruhu âleme hâkim kılmak, insanlığa doğru gitmek demektir. İhtirasın gayreti, insanlık için gayrettir. Bütün ülküler (idealler), hedefi insanlık olan bütün büyük eylemler tutkunun ve sevginin (aşkın) eseridirler? İhtiras ne kör fiil gibi karanlıkta yürüyen bir kudret, ne tembel tasavvur gibi yerinde saymaya mahkûm bir âlemdir. İhtiras imanı eşyaya indirmek ve ideal arkasından hakikati
görerek koşmaktır. O, vatanın gerçeğini insanlığın ideali ile, kör kütlenin hakikatini hür kişilerin hayaliyle birleştirmektir. Biz eskiden beri her yerde büyük fikir yapılarını kitap sahifelerinde bırakan tembel düşünürlerle hiçbir ideale bağlanmayan, kör fiilden başka düstur tanımayan devlet adamlarını görmeye alışkınız. Bütün Osmanlı tarihinde bu iki insan örneğine misâl olacak pek çok kimse gösterebiliriz. İlmi iman haline geçmediği için fiilden uzak kalan fikir adamları ya sürgün içinde kaybolmuştur ve devlet benciliğin, rasgele ve itkisel çırpınmaların elinde kalmış ya da iltifat ve ikbâle muhtaç olan imansız ve passionsuz fikir adamları sırmalı ülemalığa alçalarak boş kafadan çıkan emirlere âlet olmuş, zulme fetva vermek alçaklığına katlanarak uşaklığı kabul etmişlerdir. Fakat bizim hiç görmediğimiz, hiç alışkın olmadığımız bir örneği varsa, o da ihtirasın ve aşkın kudretiyle ilmini iman haline koyan, fikri fiille birleştiren, davâsının götürdüğü ahlâki ve siyasi neticelere kadar inmek cüretini gösteren insandır. İşte biz bu insanı arıyoruz ve bütün davamız yarının cemiyetinde, her gün daha fazla bu insana doğru yürümektir.
Yukarıda görüldüğü üzere zincirlerini kıran, ihtirasla imanı eşyaya indiren, eşyanın tabiatı ve ruhunu hisseden insan oğlu, gerçek manasıyla insan olabilmektedir. Eşyanın ruhunu, bu ruhta birliği dolayısıyla hakikati arayan ve ona koşana biz insan diyoruz.
İnsan isek Aşık Daimi gibi harap olmak, ayaklara turab olmak ve aşk ehline şarap olmak gerek. İnsanın kısım kısım, yerin damar damar olduğu şu hayatta görelim nic’olur?
Gör Nic’olur (Sivas/Tokuş Köyü)
Melüllenme deli gönül, Gez bir zaman var nic'olur... İndir tahtını yüceden, Yık bir zaman gör nic’olur...
Yarar isen dosta yara,
Dost derdine derman ola,
Turab ol da döşen yola,
Toz bir zaman gör nic’olur...
Bir iş gelirse başına, Bahane bulma komşuna,
Sefil hırka çek başına, Yat bir zaman gör nic’olur...
Kekliğe verseler dağı,
Bülbüle verseler bağı,
Dost elinden bir tas ağu,
İç bir yaman gör nic’olur...
Şah Hatayi’m doğan aylar, Geçinin yoksullar beyler, Herkes kemâlini söyler, Kanma gönül dur nic’olur...
			Selim YILDIZ
			FELEK VE İNSAN
			
			
			Oğuz Demirkaya 
			Güzel işlerin gölgesine düşmeyen bir Üniversite için…
			
			
			Çigdem KILIÇ
			ALLAH KİMSEYİ DEVLETSİZ BIRAKMASIN
			
			
			Erkan İLTER
			17 Ekim Dünya Astsubaylar Günü
			
			
			Kürsat TECEL
			Hata bizim, günah bizim, suç bizim..
			
			
			Editör Kösesi
			ATSAN ATAMAN TUTSAN TUTAMAN
			
			
			Metin BOSNAK
			MUHSİN BAŞKAN
			
			
			Bizim Üniversiteli Neyzenler
			TEKE
			
			
			Denizalp Demirkaya
			FİTİL ATEŞLENDİ UÇUNA GELDİ…