TÜRK LİBERALİZMİ

Metin BOSNAK

26-04-2022 01:49

 

“Değişim” ve Liberal Propaganda

İnsanın “gerçekle” ilişkisine dair teoriler Eski Yunan’da belirdi. Değişime dair teorilerle beraber “gerçekliğin” mahiyeti tartışmaya açıldı. Sokrat öncesinde iki tür değişim teorisi vardı: 1) Gerçek değişmezdi; 2) Değişmeyen bir şey yoktu.

Sokrat sentezledi bu teorileri; “idealar” dünyasındaki şeylerin değişmediğini, duyularla algılanan dünyada ise, her şeyin değiştiğini ifade etti. Sokrat’ın vardığı sonuç şu oldu: “gerçek” ancak değişmedikçe gerçekti. Yani, bir şey değişiyorsa gerçek değildi; o sadece “gerçek dünyanın” taklidi idi ve gerçekliği ifade etmezdi.

Sokrat’a göre, bir şeyin istikrarlı olarak varlığı gerçekliğini tanımlıyordu. Sokrat’ın unuttuğu şey ise şuydu: mademki kendisi de değişiyordu, o halde kendisinin gerçeklik algısı da aynı derecede sadece taklitleri algıdan ibaret kalıyor ve aslında—felsefeciyi gerçeğe yakın görmesine rağmen—gerçeğin ancak üçüncü derecede taklidine ulaşıyordu. Dahası, felsefeci de “idealar” dünyasındaki “hakikat avcısı”nın ancak taklidini ifade ettiğinden, kendi gerçekliği de sorguya açıktı. Yani gerçekleri arayan insan da aradığı gerçek kadar değişim halinde olabilirdi.

Nitekim Sokrat’ın ilk dönemi, orta dönemi ve son dönemine bakılınca istikrarlı bir gelişmeden çok devamlı değişimlerin olduğunu görmek mümkündür. Sokrat’ın belki farkına varmadığı bir şey şu oldu: kendinden önceki filozoflar değişimi çevrede, evrende aradılar. Merkez insandı; gözlem ve düşünceyle onu anlamaya çabalıyorlardı. Bu arada unuttukları insanların değişim içindeki değişimleri idi. Yani nesneler kadar öznelerin değişimleri de söz konusuydu. İkisi de değişen unsurlar arasında gerçeği bulmak gerekiyordu.

Sokrat “ben neredeyim?” sorusundan “ben neyim?” sorusuna geçti; o insana, etrafındaki geçici ve yansıma şeylerden yola çıkarak, “idealar” dünyasındaki mutlak gerçekliği buldurma çabasındaydı. Ama bunu yaparken hem evrenin hem de kendinin gerçekliğini ancak “idealardan” yansıma olarak görünce, aslında metafizik gibi görünen ama--fiziksel gerçekliği inkâr etmese bile-- onu istiskal eden bir felsefi sisteme imza attı.

Edebiyatın kendi içindeki kurgusal gerçekliğe aynı nedenle karşı çıkıyor, eleştiriyor ve edebiyatçıları ideal devletinden uzak tutmak istiyordu. Eğer kalacaklarsa da ancak devletin hizmetinde ve ona uygun davranmaları gerekti. Çünkü Sokrat’ın algısında “devlet” “idealar” dünyasındaki “Tanrısal nizamın” dünyevi bir gölgesiydi. En iyi taklidi “Atlantis” idi ve dokuz bin yıl önce batmıştı. Atina zaten ideal bir devlet değildi; Sparta’dan alması gereken çok dersler vardı.

Hikmeti arayan insanı, gökyüzünden yeryüzüne çeken Aristo, “hocasını sevdiğini, ama hakikati daha çok sevdiğini” ifade ediyordu. Öyle olunca da “devlet” dâhil her şeyi dünyanın işleyişindeki işlevselliklerine göre şekillenen organlar olarak görüyordu. “İdea”dan başlayarak değersizleşen dünya ve politik sistem yerine evirilen bir yapının işlevselselliğiyle ilgileniyordu. Aristo Biyoloji çalıştığı için, dokunulan-hissedilen gerçeklikler üzerinden “organik” tahliller yapıyordu. Sokrat’ın aksine, Aristo olması gerekeni telkin yerine, olanları tarif ederek tahliller yaptı.  Sokrat dünyanın reçeteleriyle, Aristo kullanım kılavuzuyla ilgileniyordu. Bu nedenle “ahlak, devlet, edebiyat” vb. konulara dair, olandan yola çıkıyor ve tanımlaya çalışıyordu.

Sokrat-Eflatun ikilisinde esas olan fiziki dünya dâhil görülen her şeyi nesne olarak algılamalarıydı. Her ne kadar “özne” olarak insan gözlemler yapabiliyorsa da, aslında zaten kendi de sadece nesne olduğu için nesnenin “idealar” dünyasındaki gerçekliğinden uzaktı. Böyle olunca, nesnenin nesneyi algılama çabasına dönüşen bir süreç her zaman devrede oluyordu.

Aristo’nun yaptığı ise, evrenin kendisini nesne olarak gören bir “özne” algısıyla olaylara yaklaşmak oldu. Bu nedenle, Sokrat’ın diyaloglarında devamlı değişkenlik arz eden “soru-cevap” diyalogları, Aristo’da doğrudan “ben bu konuda şöyle düşünüyorum!” tarzında bir hükme bağlamak tarzına dönüştü. Nesnel yaklaşımı diyaloglarda aşikâr olan Sokrat’ın aksine Aristo, sübjektif bir yaklaşımı temsil ediyordu.

Aristo, Sokrat-Eflatun’a antitezler geliştirirken aslında gerçeğin eksik kalan alanını doldurarak onlara da gerçeğe dair bir başka bakış açısı geliştiriyordu. Böylece madalyonun diğer yüzü oluyordu Aristo. Doğal olarak, onlara verdiği cevaplarda Aristo, Yunan düşünce sistemini “idealar”dan fiziki dünyaya yönlendirerek yaptı. Rafael’in meşhur resmindeki parmağıyla göğü işaret eden Eflatun ve yeri işaret eden Aristo’nun anlamı budur. Madalyonun iki yüzünü de Rafael veciz olarak resmetmişti.

Bazen istikrarsız olmasına rağmen Sokrat, her zaman “hakikat aşığı” bir insan oldu. Hiçbir zaman devlet ve hükümete sığınarak gerçek arayışında olmadı: gerçekleri devlet veya hükümete uyarlayarak anlamadı. Fikir namusunu elden bırakmayan Sokrat, aslında Hıristiyanlık için Hz. İsa, Müslümanlar için Hallaç kadar değerli bir konumda ve onlar kadar mazlum bir sonla karşılaştı. Önce sorgulamalar geldi, sonra mahkûmiyeti ve sonra ölümü. Hapislikten kurtulması mümkünken, kaçmadı. Kaçarsa zalimleri haklı çıkarma endişesi ve düşüncelerinin değerini düşürme kaygısı taşıyordu.

Sokrat’ın ölümünü hazırlayan suçlamalar arasında onun bir sofist olduğuydu ve öğretilerini parayla sattığı ve gençleri yoldan çıkarttığı ve kutsallara karşı kışkırttığı iddiası yatıyordu. Buna delil olarak da şair Meletus Sokrat’ı şarlatan olarak temsil eden bir tiyatro oyununu kullandı. Aristophanes’in Bulutlar adlı oyununda Sokrat şarlatan bir sofist olarak gösteriliyordu. Dahası, oyunu bizzat Sokrat’ın kendisi de tiyatro izlemiş ve sadece gülmüştü. Aleyhinde delil olarak kullanılan Sokrat tasviri aslında Sokrat’ın parodisiydi; gerçek Sokrat ise parodisini izliyordu. Ama savcı ciddiydi; önce Sokrat’ı “Atina’nın huzurunu” bozmakla suçladı, sonra mahkûm ettirip hapse attırdı. 

Hakikat arayışlarında tek düsturu çıkar gözetmeden sorgulamalar yapmasıydı. Ancak onu yaşarken Sofist olmakla suçlayanlar oldu. Sofistler Eski Yunan’da hiçbir şeyin istikrarı olmadığını ifade ederek, her şeyi “gerçek” görebilen ve gösterebilen meddahla belagat ustası arasında gezinen mantıkçı insanlardı.

Sofistler Yunan felsefesinde pek çok açıdan bir eksen kayma dönemini ifade ederler. Sofistlerin mantığında Eflatun ve Aristo’nun aradığı gerçek yoktu. Hatta aslında “gerçek” yoktu. Mantıkla ve lafazanlıkla ikna ettiğiniz her şey gerçek olabilirdi. Gerçek kavramını, daha önceleri tartışılan “etik” bağlantısından ayırmışlardı.

Dahası aslında “sofist” kelimesinin anlamını bile zamanla onlar yozlaştırdılar. Yunanca “sophistes” kelimesinden gelen "sofist" terimi sonraki yüzyıllarda asıl anlamından uzaklaşmıştır. Felsefe tarihi bakımından önemli bir değişim dönemini anlatır. Kelime anlamıyla "bilen, bilgili kimse" demekti. Belli bir alanda temayüz etmiş, uzman ya da "üstadı" olmuş kimseye “sofist” denirdi.

Daralan ve sofistlerle yozlaşan anlamda sofist, “cerbeze-safsata uzmanı” “laf cambazı” anlamında değişim yaşadı. Atina’da siyasi rejim olarak demokrasi, dolayısıyla halkın siyasi iktidar üzerinde ilgi ve etkisi giderek yoğunlaşacak ve güçlenmişti. Halkın eğitim, öğretim, sanat konularında düşünce ve isteği artmıştı.

Ancak sıkıntılar da vardı. Toplumsal ve siyasal alanda yükselmek isteyen kimse, belli soylu bir aileden gelmiş olmaya, kişisel kahramanlık göstermeğe ihtiyaç duymuyordu. Buna karşılık teorik bilgi ve söz söylemek sanatına ihtiyacı vardı. Senatoda, halk meclislerinde, mahkemelerde basan elde etmek için "söz" birinci derecede önem kazanmıştı. İşte sofistler bu isteğe cevap vermeğe, bu alanda istekli olanları tatmin etmeğe çalışmışlar ve bunda da be başarılı oldular.

Sofistlerden önceki inceleme alanları bilgi teorisi, etik, ruhiyat vb. idi. Oysa sofistler bu durumu bütünüyle değiştirdiler. Dil, mantık cambazlığı, bilgi teorisi, ahlâk alanında ileri sürülen görüşler ile uğraşmak daha yararlı ve kârlıydı. Üstelik sofistler ilk olarak küllî hakikat var olup olmadığı sorusunu kuramsal alandan pratik ahlâk alanına kadar genişlettiler.

Sofistler Atina şehir devletinin siyasi ve toplumsal, maddî ve manevi hayatının, özetle toplumun kurumları, ahlâk, din, tarih, gelenek, yasa konulandaki düşünüş ve uygulanış tarzları üzerinde şüphe uyandırmakta mahirdiler. Çünkü sofistler gerek bilim, gerek irade konulan dolayısıyla felsefeye sübjektiviteyi getiriyorlardı. Bunun asıl kaynağı, çıkış noktası ise, ferdi olanın tanınmasında ortaya çıkıyordu. BU sübjektiflik hakkaniyetli bir bireysel duruş değildi. Bireysel çıkarları toplum çıkarlarının üzerinde tutan, ama kim nasıl isterse halkı ona ikna etmeye tasarımlanmışlardı.

Örneğin, Protagoras'a göre, her eşyanın, algının bağlı olduğu şartlara bağlı bir hakikati vardır ve genel olarak geçerli bir hakikat yoktur. Sözgelimi, belli sıcaklıktaki su hasta olan kimseye farklı, sağlıklı olana farklı gelir. Heraklit gibi Protagoras da sürekli değişimi, oluşu kabul ediyorsa da ulaştıkları sonuç aynı değildir. Böylece rölativizme ulaşan Protagoras, duyumlardan gelen algıyı tek bilgi kaynağı olarak kabul eder.

Protagoras olsun, öteki sofistler olsun, insanların teorik alanda düşünmelerini yararsız görürler ve hayatın pratik yönüne ağırlık verirler. Dolayısıyla doğal, toplumsal, özellikle siyasî durum ve şartların öğrenilmesi, bunlara egemen olunması önemlidir. Protagoras insanların ve toplumun inandığı “tanrıların” var olup olmadıklarının bilinemeyeceğini de ileri sürer. Çünkü bu konuda kesin bilgiye ulaşmada insan hayatının kısalığı, bizzat konunun kapalılığı birer engeldir.

Gorgias ise bu anlayışı daha ileri götürerek görüşlerini üç noktada yoğunlaştırdı: 1) Hiçbir şey mevcut değildir;  2) Eğer mevcut olsaydı, biz onu bilemezdik; 3) Bilseydik bile, başkalarına bildiremezdik.

Böylece, Protagoras’ta şüphecilik tahkik amacı ötesinde, her şeyin inkârı noktasına ulaşır. Yani Protagoras'ın her görüşün doğruluğunu öne sürmesine karşılık, Gorgias her görüşün yanlış olduğu sonucuna ulaşarak felsefe tarihinde "bilimsel nihilist" nitelemesine hak kazanacaktır.

Hippias ise, yasanın insana musallat bir zorba olduğunu, zorla ile insana doğaya aykırı birçok şeyleri yerleştirmeye yönelttiğini ileri sürer. Toplumsal düzeni oluşturan değer normları, meselâ ahlâk, hukuk ve örf böyledir. Hippias bu nedenle anarşizmin öncülerinden sayar. Ne var ki, başka sofistlere bakıldığında Hippias ılımlı kalır.

Sofistlerin "doğa hakkı" şeklinde ifade edilen teorilerine göre, "doğa" neyi belirlemiş ve gerekli kılmışsa o "hak"tır. Bu nedenle insanlık tarihinin başlangıcından beri in­sanların koyduğu hukuk ve kanunlar sınırlı bir değere sahiptirler. Çünkü konulan bu kanunlar, kanun koyucunun çıkarını koru­mak için düzenlenmişler, ortaya konulmuşlardır. Bu kanunlara boyun eğmek deliliktir, hatta aptallıktır. Çünkü her şahıs kendi eği­limlerine göre davranır.

Netice olarak, sofistler "doğada olan" "insanın koyduğu" arasındaki karşıtlığı savunurlar. Rousseau’da yüzyıllar sonra bu fikirler tekrar belirecektir. Bu nedenle, insanların koyduklarına değil, doğada olana uygun davranmak gerekir.

Nitekim sofist Antiphon doğal hukuk ile pozitif hukuk, yani insanın koyduğu hukuk ayrımını yapar. Pozitif hukuk insanların eğilimlerine, kanaatlerine dayandığından güçsüzdür. Ayrıca insanla­rın doğada eşit olduklarını da savunur. Toplumdaki ayrıcalıklar, soyluluk unvanları, sınıf ayrılıkları, doğadan değil, insanın koymalarından dolayıdır.

Thrasymakhos ise adaletin, güçlü olanın arzusu ve irade­sinden başka bir şey olmadığını söyler. Onun için "adalet güçlüye yarayan, güçsüze zararlı olan şeydir". Kallikles bunun tam tersini savunarak, adalet, güçsüzlerin, za­yıfların kendilerini korumak için güçlülere karşı kurdukları bir tuzaktır der. Çünkü do­ğa güçlüye hâkim olma hakkını vermiştir, güçlü olan da bu hakkını dilediğince kullan­dığında mutlu olabilir, dolayısıyla adaleti sağlar. Böylece sofistler, "doğal olan" "toplumsal olan" yani doğal hukukun pozitif hukuktan üstün olduğunu savunmuşlardır.

Doğal olan ile konulmuş olan karşıtlığını Kritias, din alanında da düşünür. Kritias “tanrıların,” zeki devlet adamlarının insan ve toplumun itaati altına almak için, tanrıları koyduklarını ve bunun da gerçekte bir kuruntu olduğunu söyler.

Kısacası sofistlerin İnsan, toplum, dev­let, doğru ve küllî düşünce ve bilgi, ahlâk, hukuk, din, Tanrı vb. konularında İleri süre­rek geliştirdikleri rölativizm, sübjektivizm ve şüpheciliklerle yıkıcı bir rol oynamışlar­dır.

Günümüz Türkiye’sinde liberal görünümlü sofistlerin ekserisi de bu tür tarih, mantık, siyaset cambazlıklarını liberallik diye pazarladılar. Renksizliğin, omurgasızlığın, kindar suflörlüğünün, bazen siyaset destekli diklenmelerin, çıkar kavgalarında lafazanlık ve hacıyatmazlığın adı liberallik oldu.  Ne Derrida gibi, ne Lacan gibi frekanslarını her şeyi “merkezden bağımsız” olarak algılamak için zihin yordular; ne de devir farkı gözetmeden olanlara doğru soruları sordular.

En iyisinden becerdikleri “ezber bozmak” çabası oldu liberallerin. Bozulan her ezber yerine aynı güçte yeni ezberleri ikamet ettiler. Aslına yaptıkları ezberlerin yer değişimi oldu. “Hitabe”yle uğraşırken amaçladıkları ezberlerindeki kitabeleri zihinlere nakşetmek oldu. “Put” kırmak sadece kendi putlarını ikame etmek için oldu. Burke’nin tartışmadığı kadar “devleti,” Burke İrlandalıydı, ama liberaller kadar İngiliz’in İngilizliğini tartışmadı.

Liberaller Burke kadar Fransız “devrim” geleneğine karşı oldular (Burke Fransa’ya savaş açma taraftarları arasındaydı!); Amerikan Devrimini desteklediler. Ancak Amerika’da olan zaten “devrim” değildi! İngiliz’in Amerika kıtasındaki uzantısıydı. Yani Burke oldukça muhafazakârdı; toplum değerlerini tanırdı. Ama “Türkiyeli” liberal kendi tarihinden habersiz olup, sadece Avrupa ve ABD’de olanlardan yola çıkarak Türkiye’den numunelerle liberal teorileri doğrulama çalıştılar.

Burke Katolik’ti de, ama kapitalizmin Katoliklikle uyuşturma çabalarına girmedi. Ülke kendi ülkesi açısından muhafazakâr, başka ülkelere karşı liberal oldu. “Ticaretin kanunları doğa kanunları, yani Tanrı kanunlarıdır” derken İngiliz’in diğer ülkelerden olacak çıkarlarını düşünüyordu. İngiliz’in Hindistan’la afyon ticaretini kınadı, ama tersine bir tavır da almadı. İngiltere onun gözünde baba tavırlı bir müstemlekeciydi. Tröst gibi çalışmalıydı. (Marks Burke eleştirinde bu konuyu ele alır ve Burke’nin “doğa kanunları ilahi kanunlardır" tanımlamasına, “bunda şaşacak ne var? Burke kendini en iyi pazarda sattı,” diyecek ve onun “dalkavuk" olmakla suçlayacaktır.)

Yani, İngiliz müstemlekeciğini aslında meşrulaştırma teorisini üreten Burke oldu. Ona göre, zamanla müstemleke insanları “doğuştan hak olan” özgürlüklerini kazanacaklardı. Bunun cevabını aslında edebiyatçı Jonathan Swift Güliver’in Seyahatlari’nde vermiş ve “Mütevazı Bir Öneri”de de İngiliz sömürüsüne çözüm de bulmuştu: “İrlandalı çocuklar iyice semirtilip şişmanlatılmalıydı. Nasılsa İngilizler onlar büyüyünce yiyeceklerdi.” Belki şişmanlar çoğalırsa İngilizleri doyurur ve bu şekilde kalanlar kurtulurdu.  Joseph Conrad’ın Karanlığın Yüreği adlı eseri de aslında aynı konuyu işlemektedir.

Liberallerin belki okumaları ya da belki yeniden okumaları gereken bir eser de var: Burke’nin yazdığı Mevcut Huzursuzlukların Nedenleri Üzerine Düşünceler. Orada Burke “kötü insanlar birleştiklerinde, iyi olanların işbirliği yapmaları gerektiğini” düşünüyordu. Aksi halde iyi insanların “birer birer iğrenç bir mücadelede merhamet edilmeyen bir kurban olacaklar”ından dem vurmuştu.

Türkiye’de “Liberaller ne yaptı?” derseniz… Önce “kızma, birader” oynadılar. Sonra “sızma biraderi” desteklediler. Tozma biradere terfi ettiler. Sonra da “çizme, birader!”i oynuyorlar.

 

 

 

DİĞER YAZILARI MUHSİN BAŞKAN 01-01-1970 03:00 Mum Titrer Hanemizde 01-01-1970 03:00 Ülkücülük 01-01-1970 03:00 CHP'yi Ne Zaman Sevdim 01-01-1970 03:00 İSLAMCILIKLA MÜSLÜMANI, TÜRKÇÜLÜKLE TÜRKÜ YABANCILAMAK 01-01-1970 03:00 SOSYAL MEDYANIN SOS'LARI 01-01-1970 03:00 PARALEL YAPI 01-01-1970 03:00 Bosna'daki Türk Üniversitesi: IUS 01-01-1970 03:00 DER SPİEGEL "BOYUN EĞME" DİYOR 01-01-1970 03:00 DEVRİM Mİ DEDİNİZ? 01-01-1970 03:00 BİRLİK VE BERABERLİK NEDİR? 01-01-1970 03:00 DİL TARİH VE İDEOLOJİ 01-01-1970 03:00 AYNAYI ARAMAK... 01-01-1970 03:00 MAKULLER AKİLLERE KARŞI 01-01-1970 03:00 VEDA HUTBESİNİ OKURKEN 01-01-1970 03:00 HİNLİK VE HAİNLİK ÖTESİNDE TARİHE BAKMAK 01-01-1970 03:00 ALPEREN OLMAK 01-01-1970 03:00 BİR HİLAL BİR İHTİLALDİR 01-01-1970 03:00 DELİLİĞE ÖVGÜ 01-01-1970 03:00 AŞK'A DAİR YAKLAŞIMLAR 01-01-1970 03:00 BİLİM, İDEOLOJİ VE DARVİNİZME DAİR 01-01-1970 03:00 YALAN DÜNYADA GERÇEK TARİH OLUR MU? 01-01-1970 03:00 DELİ DUMRUL'UN KÖPRÜSÜ 01-01-1970 03:00 ORTAYA KARIŞIK HALLERİMİZ 01-01-1970 03:00 EFKAR VE HERZELER 01-01-1970 03:00 YUSUF, ŞEHİR VE TABUYA DAİR 01-01-1970 03:00 EĞİTİME NEDEN HAYIR? 01-01-1970 03:00 EFKAR VE HERZELER 01-01-1970 03:00 "ADAMLARIN" PLANI HER ZAMAN TUTAR MI? 01-01-1970 03:00 İNGİLİZ'CE KONUŞMAK... 01-01-1970 03:00 BEN ÖLÜNCE KİM KALIR? 01-01-1970 03:00 BİLMENİN MALİYETİ NEDİR? 01-01-1970 03:00 BU ÜLKEYİ ANLAMAK... 01-01-1970 03:00 NİYET TAVŞANLARI VE TARİH 01-01-1970 03:00 ŞERİF MARDİN VE CUMHURİYETİN GETTOLARI 01-01-1970 03:00 FERMAN VE FETVA 01-01-1970 03:00 BAYRAMLARDAN BAYRAM BEĞENMEK 01-01-1970 03:00 AŞKIN BAR/KODU 01-01-1970 03:00 MEVSİM SONU İNDİRİMLİ LİBERALCİLİK 01-01-1970 03:00 YOL DA İÇİMİZDE SEYYAH DA! 01-01-1970 03:00 OSMANLI NE ZAMAN ÖLDÜ? 01-01-1970 03:00 SÜRGÜN 01-01-1970 03:00 KAYIP MEDENİYETİ ARARKEN... 01-01-1970 03:00 KÜRDİSTANA DAHA NASIL YARDIMCI OLABİLİRİZ? 01-01-1970 03:00 İKİNCİ YEŞİL KUŞAK PROJESİ 01-01-1970 03:00 MHP NEREYE GİDİYOR? 01-01-1970 03:00 NASIL BİR GENÇLİK? 01-01-1970 03:00 KİM KORKAR EBU ZER'DEN? 01-01-1970 03:00 MEHDİ NE ZAMAN GELECEK? 01-01-1970 03:00 "GÜZEL VE YALNIZ ÜLKE"YE 01-01-1970 03:00 Milliyetçilik ve Kürtler 01-01-1970 03:00 İLETİŞİM VE PROPAGANDA 01-01-1970 03:00 BATILILAŞMAK 01-01-1970 03:00 TWITTER'DA KENDİMİZİ OKUMAK 01-01-1970 03:00 "DANIMARKA ÜLKESİNDE KOKUŞAN ŞEYLER" 01-01-1970 03:00 BİSİKLETİN İSLAMİ OLANI 01-01-1970 03:00 FİRAVUN VE HİÇ'LİK 01-01-1970 03:00 KAMUSAL ALAN DÖNÜŞTÜ MÜ? 01-01-1970 03:00 KADIN, ŞEYTAN VE ÖLÜM 01-01-1970 03:00 ÇEVRİM İÇİ AHLAK 01-01-1970 03:00 ÖLÜM VE YAŞAMA KORKUSU 01-01-1970 03:00 KISKANÇLIĞIN KISKAÇLARI 01-01-1970 03:00 11 Eylül ve ABD 01-01-1970 03:00 YA 12 EYLÜL SONRASI? 01-01-1970 03:00 Korku ve alkışlar arasında Ortadoğu 01-01-1970 03:00 AYDIN, MÜNEVVER VE ENTELEKTÜEL 01-01-1970 03:00 ORTADOĞU'DA OLANLARI ANLAMAK 01-01-1970 03:00 KAVGA NEREDE? 01-01-1970 03:00 KAVGA NEREDE? 01-01-1970 03:00 ORTADOĞU'NUN YENİDEN TASARIMI 01-01-1970 03:00 SUSMAK, PUSMAK VE BİRLİK 01-01-1970 03:00 DİL VE TARİH KAVGAMIZ 01-01-1970 03:00 HOLİGARŞİ 01-01-1970 03:00 Said Nursi ve Cemaat algısı 01-01-1970 03:00 Size “İslamî alt-çevre” diyebilir miyim, “abi”? 01-01-1970 03:00 MUHAFAZAKÂRLIK NEDİR? 01-01-1970 03:00 AŞK MI MAŞUK OLAN? 01-01-1970 03:00 DİN'ERCİLİK 01-01-1970 03:00 SİVİL İTAATSİZLİK NEDİR? 01-01-1970 03:00 NEDEN KÜRT ÇALIŞMALARI ENSTİTÜSÜ? 01-01-1970 03:00 DEĞİŞİM İDEOLOJİSİ VE LİBERAL PROPAGANDA 01-01-1970 03:00 12 EYLÜL SONRASI UZLAŞMA 01-01-1970 03:00 LİBERAL STATÜKOCULUK 01-01-1970 03:00 UYKUYU ÖLDÜRMEK 01-01-1970 03:00 "EKSİK ETEK" 01-01-1970 03:00 BABİL, DİL VE PROPAGANDA 01-01-1970 03:00 DENKTAŞ'IN ÖLÜMÜ 01-01-1970 03:00 AİKİDO VE "KÜRDİSTAN" 01-01-1970 03:00 DEĞİŞİM 01-01-1970 03:00 TÜRKÇE VE İDEOLOJİ 01-01-1970 03:00 "KASIMPAŞALI" BAŞBAKAN 01-01-1970 03:00 "İBRAHİMİ DİNLER" 01-01-1970 03:00 BİLİMLE DİNİ UYUŞTURMAK 01-01-1970 03:00 KOLTUĞA OTURAN VE KOLTUĞUN OTURDUĞU İNSAN 01-01-1970 03:00 TEMCİT PİLAVI VE YENİ OSMANLI 01-01-1970 03:00 RODRİGEZ NEDEN LİBERAL OLAMAZ? 01-01-1970 03:00 BEN'SİZLİĞE ŞİİR 01-01-1970 03:00 TOPKAPI'DAN DOLMABAHÇE'YE DÜŞERKEN 01-01-1970 03:00 ERBAKAN'I ÖZLERKEN 01-01-1970 03:00 MÜSLÜMAN VE İSLAMCI 01-01-1970 03:00 İSLAM VE FEMİNİZM 01-01-1970 03:00 KAÇIRILAN GÜNDEM 01-01-1970 03:00 BIDEN NOTLARI 01-01-1970 03:00 DEMOKRASİDE KİM KİM ÖPÜYOR 01-01-1970 03:00 ARAF'TA 01-01-1970 03:00 TARİHLERDEN TARİH BEĞENMEK 01-01-1970 03:00 İKİNCİ YEŞİL KUŞAK PROJESİ 01-01-1970 03:00 ARAFTAKİNİ ÖZLEMEK 01-01-1970 03:00 Hayatta Sürgün Olmak 01-01-1970 03:00 AKADEMİSYENLİK 01-01-1970 03:00 KÜRESEL KARADUL TEFRİKALARI 01-01-1970 03:00 GÜNCELLENEN MESİHİ BEKLERKEN TÜRKİYE 01-01-1970 03:00 KOLTUK, TURNUSOL VE KİMLİK 01-01-1970 03:00 BOSNA'DA BİR TÜRK ÜNİVERSİTESİ 01-01-1970 03:00 KOVBOY MEHTERANLA JAZZ ÇALARKEN 01-01-1970 03:00 Amerika ve Anti-Amerikan Kimlikler 01-01-1970 03:00 AMERİKAN KİMLİĞİ VE ŞEYTANLARI 01-01-1970 03:00 DÖNÜLMEZ AKŞAMIN UFKUNDAYIZ 01-01-1970 03:00 KUTLU VEDA 01-01-1970 03:00 DEĞİŞİMİN TÜRKÇESİ VE UYANIŞ 01-01-1970 03:00 TANRI, İNSAN VE TAKVİM 01-01-1970 03:00 ÖDLEK ÖCÜNÜ ALDI MI? 01-01-1970 03:00 Millet Olabildik mi? 01-01-1970 03:00 Zaman, medeniyet ve din 01-01-1970 03:00 Zaman, medeniyet ve din 01-01-1970 03:00 Mehdi’yi beklerken 01-01-1970 03:00 ORTADOĞU VE YENİ İNSAN 01-01-1970 03:00 Kediler, Fareler ve Vatan 01-01-1970 03:00 Kürşat olma vaktidir 01-01-1970 03:00 Gülün Adı, Kadın ve Takva 01-01-1970 03:00 İslamo-Amerikancılık 01-01-1970 03:00 EBCET, CİFR VE TARİH 01-01-1970 03:00 SÜBJEKTİF OLMANIN FAZİLETİ 01-01-1970 03:00 DİPLOMASİMİZ NEREYE? 01-01-1970 03:00 İSTİKLAL MARŞI YENİDEN YAZILABİLİR Mİ? 01-01-1970 03:00 KOKUŞAN BİR ŞEYLER VAR! 01-01-1970 03:00 KÜRESEL KARADULUN AĞLARINDA 01-01-1970 03:00 "Yeni Osmanlı"nın Yeni Haçlılara Yardım Tezkeresi 01-01-1970 03:00 KATLİAMERİKA 01-01-1970 03:00 MAHALLE, BASKILAŞIM VE FİKİR NAMUSU 01-01-1970 03:00 YARASANIN ÇIĞLIĞI VE DİPLOMASİ 01-01-1970 03:00 Ay lav yu, Cani! 01-01-1970 03:00 AŞKIN HALLERİ 01-01-1970 03:00 DOKUZ HECELİLER 01-01-1970 03:00 FİRAVUN... 01-01-1970 03:00 Kadın'ım... 01-01-1970 03:00 28 Şubat ve Erbakan 01-01-1970 03:00 KADDAFİ'DEN KESESİ 01-01-1970 03:00 Ve Yine Karşınızda Renan, Sykes ve Picot 01-01-1970 03:00 Democoupracy mübarek olsun! 01-01-1970 03:00 FULL'er Yapalım mı, Abi? 01-01-1970 03:00 Ortadoğu'da Sezaryen 01-01-1970 03:00 Mısır'da Karaoke Devrimi 01-01-1970 03:00 Mısır'ı Okurken 01-01-1970 03:00 Obama ve ikinci yeşil kuşak projesi (I) 01-01-1970 03:00 Bir Ortadoğu Masalı 01-01-1970 03:00 Mutlu Oligarşiden Kutlu Oligarşiye 01-01-1970 03:00 Ey zahit, şaraba eyle ihtiram! 01-01-1970 03:00 Bilinç ve Sürgün 01-01-1970 03:00 İbrahim, devir içimdeki putları! 01-01-1970 03:00 İdeolojik dil ve Teolojik Tarih 01-01-1970 03:00 Pardon, Size Demokrasi Diyebilir miyim? 01-01-1970 03:00 Paralel Evren, Küresel İslamcılık 01-01-1970 03:00 Erkekler ne zaman "adam" olur? 01-01-1970 03:00 "Millî" Küreselleşme? 01-01-1970 03:00 AK'Kışşş 01-01-1970 03:00 Kimliklerin Kurdu 01-01-1970 03:00 “Hiç” i öğrenmek 01-01-1970 03:00 GELENEK VE MANKURT 01-01-1970 03:00 Küresel tapınak, yerel rahipler ve Hipnoz 01-01-1970 03:00 Çift-düşün, yeni-konuş! 01-01-1970 03:00 Batı'yı ararken... 01-01-1970 03:00 Aforoz’malar… 01-01-1970 03:00 Halife Ömer Hayek’i ne zaman okumuştu? 01-01-1970 03:00 AĞLAMAKTAN ÇAĞLAMAYA DOĞRU 01-01-1970 03:00 KÜRT'AJ 01-01-1970 03:00 Shalom, Kürdistan! 01-01-1970 03:00 İstiklal marşını yeniden yazmak 01-01-1970 03:00 İslam, Millet, Hilafet ve Siyaset 01-01-1970 03:00 Amerika düşmansız olabilir mi? 01-01-1970 03:00 Mustafa Reşit Paşa'ya Mektup 01-01-1970 03:00 Keşif... 01-01-1970 03:00 Babil’in dil’beri 01-01-1970 03:00 Medeniyetlerin neyi çatışıyordu? 01-01-1970 03:00 Tarihi hangi hikâyeci yazar? 01-01-1970 03:00 Zihin Kontrolü ve Kült 01-01-1970 03:00 YUMURTANIN AK'I, SARISI 01-01-1970 03:00 Ebu Zer’in günlüğü 01-01-1970 03:00 Her şey zıddı ile mi kaim? 01-01-1970 03:00 Melamilik “marka” mıdır? 01-01-1970 03:00 Melâmilik 01-01-1970 03:00 Bir ayrılık, bir yalnızlık, bir ölüm 01-01-1970 03:00 AŞKA DAİR NE VARSA 01-01-1970 03:00 Medya medyumluğu ve wikisızmalar 01-01-1970 03:00 Türkiye, İran ve Dünya Barışı 01-01-1970 03:00 Muhafazakârlık “marka”sı? 01-01-1970 03:00 Füze ümütz! “Van münütz!” 01-01-1970 03:00 Çin'in hafızası ve küresel sistem 01-01-1970 03:00 Kutlu veda 01-01-1970 03:00 Öznellik Öz’neliktir! 01-01-1970 03:00 Hz. İnsan, Hz. Peygamber ve emanet 01-01-1970 03:00 Said Nursi ve tesettür 01-01-1970 03:00 İmam, Örtünme ve Nur Suresi 01-01-1970 03:00 Din duble “yol” mu demekti? 01-01-1970 03:00 Gelenek, mankurt ve reform 01-01-1970 03:00 Aylardan şubat günlerden cuma 01-01-1970 03:00 Alaturkalıktan Kolaturkalığa gelenek 01-01-1970 03:00 Gelenek mürtedi ve kimlik 01-01-1970 03:00 Namus, Kanun ve Fazilete Dair 01-01-1970 03:00 İman "terakkiye" destek midir? 01-01-1970 03:00 Yılmayacağız... 01-01-1970 03:00 ÜÇ TARZ-I MAHALLE VE HAL 01-01-1970 03:00 Hoş geldin, Şeytan! 01-01-1970 03:00 OSMANLI VE NEO-OSMANLI 01-01-1970 03:00 DAYILAR VE DAYILANMALAR 01-01-1970 03:00 Türkiye’de muhafazakârlık ve Dr. Faustus 01-01-1970 03:00 Tesettür neyi örtüyor? 01-01-1970 03:00 Milat oluşturmak 01-01-1970 03:00 Yahudilik bir din mi yoksa ırk mıdır? 01-01-1970 03:00 Tarih satrancını asıl kim oynuyor? 01-01-1970 03:00 Mahalle ve getto 01-01-1970 03:00 Tanrı, totem ve muta nikahı 01-01-1970 03:00 Orta Doğu’mların ebesi 01-01-1970 03:00 ŞOFÖR MAHALLİ BASKISI 01-01-1970 03:00 KÜRESEL İSLAMCILIK 01-01-1970 03:00 RENAN'I VE KENDİMİZİ AŞMAK 01-01-1970 03:00 Medine Vesikası 01-01-1970 03:00 Türk solculuğu ve İslamcılığı 01-01-1970 03:00 Batı’k düşüncelerin Doğu’şu 01-01-1970 03:00 BATI'NIN DEĞERLERİ EVRENSEL MİDİR? 01-01-1970 03:00 NEO-MUHAFAZAKÂRLIK VE YİN-YANG 01-01-1970 03:00 Karadul 01-01-1970 03:00 KEDİLER VE FARELER 01-01-1970 03:00 “Erkekliğin” yasası, “kadınlığın” tasası 01-01-1970 03:00 ON ADIMDA LİBERAL OLMA TÜYOLARI 01-01-1970 03:00 Neden Federasyon? 01-01-1970 03:00 Kaburga kemiklerimdeki sızı? 01-01-1970 03:00 Ortadoğu ve Darbeler 01-01-1970 03:00 "Küreselleşme "millet"e neden karşıdır? 01-01-1970 03:00 TURNUSOL 01-01-1970 03:00 Ya 12 Eylül sonrası? (II) 01-01-1970 03:00 Ya 12 Eylül sonrası? 01-01-1970 03:00 12 Eylül darbesine nasıl gelmiştik? (II) 01-01-1970 03:00 12 Eylül darbesine nasıl gelmiştik? (I) 01-01-1970 03:00 Kim ne der? 01-01-1970 03:00 Ne zaman ki… 01-01-1970 03:00