TOPKAPI'DAN DOLMABAHÇE'YE DÜŞERKEN

Metin BOSNAK

26-04-2022 01:49

 

 


Osmanlı Devletindeki iki farklı anlayışı iki farklı saraya bakarak görebiliriz: Topkapı ve Dolmabahçe Sarayı. Topkapı Sarayı Osmanlı Devletinin 600 yıllık tarihinin 400 yılı boyunca, devletin idare merkezi ve Sultan’ın resmi ikametgâhı işlev gördü. Fatih Sultan Mehmet tarafından 1478’de yaptırılan Topkapı Sarayı Osmanlı’nın “kendi” medeniyet algısıyla yaptırdığı ve kullandığı bir saraydı.

 

Abdülmecit döneminde Topkapı Sarayı terk edildi. Artık Dolmabahçe Sarayı ve temsil ettiği sistem revaçtaydı. Abdülmecit Dolmabahçe’ye yerleşmekle sadece Topkapı sarayına değil, Osmanlının geleneksel tavrına, ihtişamına ve “yerli” olan medeniyet algısına da veda ediyordu. Artık Batı mimarisiyle, Batı’dan alınan borçla, Batı’lıya benzemek için yapılan bir saray vardı, Batı dili konuşan, Batılı gibi giyinen bir sultan ikamet edecekti.  

 

Batı etkisi ruhen yenilen Osmanlı’da önceden başlamıştı. Toplumsal hayatta olduğu gibi, Türk mimarisinde de Batı tesirleri görülmeye başlanmış ve "Türk Rokokosu" denilen süsleme şekli arz-ı endam etmişti. Mimarı da Sinan ekolünden gelmiyordu. Avrupa mimari üsluplarının bir karışımı olarak, Garabet Balyan ve oğlu Nigoğos Balyan tarafından yapılmıştı. Sarayın bittiği tarih olan 1855 yılından bir yıl sonra da Osmanlı’yı bitirecek anlaşmalardan birisi imzalanmıştı:  Rusya ile yapılan Paris Antlaşması.

 

“Küffarın” da ümidi iken “Frenkten” veya “”kefereden” medet ummaya kadar düşen Osmanlı’nın hüznü hemen ortaya çıkan bir vuruk değildi elbette. Uzun zamandan beri toprak kayıpları yaşanıyordu. Eğitim gerilemiş, dışarıdaki gelişmelere bigâne kalınmış, vergi gelirleri azalmış, Osmanlının devlet itibarı ve parası değer kaybetmiş, borç parayla kimi zaman devlet açıkları kapatılmış, kimi zaman sefahatin delikleri tıkanmıştı. Hala dışarıda sözünü geçiriyor ise de, Devlet içerde kendi atadığı Mısır Valisine bile söz geçiremez olmuştu.

 

Karlofça bir şeylerin uçup gittiğini ima eden bir mahzun salâvatı terennüm ediyordu. Giray Han’ın ihanetini tek sebep gösteremeyecek kadar bir şeyler değişmişti aslında. Thuydices’in ifade ettiği gibi, imparatorluklar ya büyüyecek ya da yok olacaklardı.

 

Gerçi, Osmanlı hiçbir zaman Batı’lı anlamı ile bir imparatorluk değildi; O Devlet-i Ali-i Osmani idi.  Devletin reisleri  ya “Sultan”dılar ya “Padişah” ya “Hakan” ya da “Han.” Kudret ve adaletin arzuhali olmuşlardı; Türk-İslam medeniyetinin hülasası.

 

Osmanlı padişahları kendilerine “İmparator” denilmesini istememişlerdi. Yani kavramın köklerinden neşet eden bir kültürel farklılık vardı unvana bakışta. Onlar kibirli değil ve fakat vakar sahibi, bazen de gaflete kaçacak oranda gururluydu. Çünkü Devlet ta Osman Bey’den sadır olan bir rüyayla İlahi bir misyona aday idi. Üstelik, İslam Peygamberinin bizatihi övgüsüne mazhar olmuş bir Sultanın, yani Fatih Sultan Mehmet Han’ın soyundan geliyorlardı.  Dolayısıyla hem tarihi hem de dini bir misyonları vardı. 

 

Osmanlı kendinden emindi, Devletinden de. “Kızıl Elma” ise hep bir adım ötelerinde idi; attıkları her yeni bir adımda o tekrar ileriye sıçrıyordu ve ebet-müddet bir nizamdı gaye. Kanuni bir tek top atmadan, sadece bir mektupla Fransa Kralına emirlerini uygulattırıyor; hapisteki mahkûm kralı serbest bıraktırıyor; 28 Mehmet Çelebi Avrupa seyahatinde gözlemlediği, Frenklerin yaptıkları sanayileşmenin öncüsü mahiyetindeki kimi aletleri mağrur ve gafil bir edayla kaydedip dönüşte rapor olarak yazıyordu.  Hatta yer yer dalga geçiyordu gördükleriyle.

 

Osmanlı Padişahları devletin çöküş dönemlerine kadar Avrupalı kral ya da imparatorla aynı masaya oturmak yerine, vezirleri ile onları muhatap ediyordu. Biliyorlardı ki bu zımnen her iki devleti ve başkanlarını eşit olarak telakki etmek anlamına gelecekti ki bu da onları kabul edemeyecekleri bir siyasetti. Sarayburnu tepelerinden Dolmabahçe kıyılarına inen Devlet Abdülmecit’le kurumsallaştı.

 

Topkapı Sarayı’nın Osmanlısı, kuşlara konak inşa edecek kadar şefkatli; parasızlıktan evlenemeyenleri veya borcundan dolayı hapse düşenleri vakıflarla destekleyip mağdur etmeyecek kadar diğerkâm; bir kaç dilde divan tertip edecek kadar sanatkâr, sevgilinin elbisesindeki gülün dikeninin gölgesinin onu incitmesinden endişe edecek kadar şair; “rüşvet değildir” diye selamını almayan memurları şairane bir tarzda sîgaya çekecek kadar hakkaniyetçi; zayıf ve hastalıklardan mustarip bir eşeği şiirin konusu yapacak kadar nüktedan ve merhametli; kendilerinden büyük ve kendilerini yaratan Allah’ın var olduğunu daima hatırlatan insanlara maaş vererek ya da iltifat edecek kadar mütevazı idi. “El-muzaffer daima” idi. Tuğralara nakşedilen zaferi de kendinden bilmezdi.

 

Keşfinden kısa bir süre sonra Amerika’nın varlığından haberdar olan, Müslüman, Yahudi ayırımı yapmadan 1492’de Avrupalı “reconquistador”ların paranoyak korku ve katliamlarından kurtarmaya kendini adayan da Osmanlıydı. Kimi yerlerin fethini savaşsız yapan da. Çünkü gönüllerini çoktan fethetmişlerdi Bogomillerin, Nesturilerin. Ülkelerin fethi nasılsa olurdu! “İnna fetahna leke fethan mübîna..”

 

Tarihte kendileri kadar büyük ve geniş alanlara yayılmış bir Roma devleti vardı.  Roma bir imparatorluktu;  büyüktü, kudretliydi.  Fakat kudretini hem kendi halkına, hem diğer milletlere zulme dönüştürmüştü. Hem pagan hem Hıristiyanlık dönemlerinde Roma zulümlerden geri durmadı. Zulmünün muhatabı ya da kurbanlarıydı değişen Roma kudretinin. Gah Afrikalılar, gah Ortadoğu halkları, gah Hıristiyanlar, gah Hıristiyanların düşmanı olan Yahudiler, sonraki dönemlerde de Müslümanlar vs. 

 

Ve Fatih bunları biliyordu. Bir kısım Roma tarihini bizzat kendi orijinal dillerinde okumuştu ve hem bir dini hem de siyasi bir hedefi de zihninin şirazesinde muhafaza ediyordu: Bizans’ın siyasi mirasçısı olmak. Hatta artık bu gücün karşısında duramayacaklarını anlayan kimi Batı Avrupalı ülkelerin ileri gelenlerinden-siyasi ve dini—kendisinin “Hıristiyan olması halinde” bütün Hıristiyanların onun ermine gireceği yönünde resmi mektuplar da almış ve gülmüştü.

 

Roma 5. yüzyılda Atilla ve ordusu ile sendelemiş, sonra iç çekişmelerle ikiye bölünmüş ve nihayet Fatih’in zamanında onun Doğu uzantısı olan Bizans kalmıştı. Onu zapt etmek suretiyle Fatih aslında Atilla’nın başlattığı, Arapların devam ettirip muvaffak olamadığı Roma Fatihliği veya Bizans fatihliği unvanını da almıştı.

 

Vakar, vukuf, şecaat, ilim, istikrar ve kararlılık ve varılan kararda sonuna kadar gitmek, istişare, planlama ve dahi güçlü olduğu anda o gücü zulme değil hizmete tahvil etmek Fatih’in onun şahsında toplanan meziyetlerdi. Evet, Roma güçlüydü, ama gücünü zulm ve kıyım makinası yapmış, hatta zulmü temaşa malzemesi yapmış, arenalarda ve tiyatrolarda kendi insanlarına seyrettirmişti. Fatih’in düsturu ise, adını aldığı önderinin bir sözüydü; Gayr-i Müslimlere zulmeden, Peygamber’e zulmetmiş gibiydi. Bosna’daki Franseskan Rahiplerine verdiği fermanı bu incelikle düzenlenmişti.  Nicedir Bizans galebe çalar İstanbul’a; Rumeli ondan beridir Fatih’ini bekler hasret ve muhabbetle!

 

Önceki Topkapı Sarayının dönemiydi, bitti. Osmanlının en mücella dönemlerinde yapılmış sade, süzülmüş bir mimari, amaçlara ve ihtiyaca göre--lükse kaçmadan--hitap eden, gerek görüldükçe genişletilen, Boğaza hâkim tavrıyla mağrur bir saray:  Şecaatin sarayı, Devletin sarayıdır. Ağyara hükümran, halkına hadim devletin sarayı.

 

Sonraki ise, Dolmabahçe’nin tavrıdır. Mimarisi ve mimarı yabancı, borç parayla ve Osmanlı’nın çöküş döneminde yapılmıştı. “Tepelerin kartalı” olmayı değil, denizin dudağından tutmayı amaç edinen denizle lebâleb idi. Sefahatin ve lüksün, haramzâdeliğin eseriydi. Sütunların altından yapılan ısıtmasıyla Topkapı’ya nazaran çok daha heybet ve teferruata sahipti. Dolmabahçe Sultanın sarayı oldu. Halka değil ona ve avenesine hizmet için yapıldı.

 

Koskoca bir alem, onca kıtaları nallarıyla hallaç pamuğu gibi atan, Kargılarını semaya sütun yapan alem, Hakka tapan alem, Adaleti mabet yapan âlem, Issız adaya düşen Robinson gibi, alabora olan gemiden bir şeyler kurtarıp bir kulübe inşa etme telaşındaydı. Üstelik sürek avcıları ona Robinson’luğu bile çok görüp onu Cuma’nın konumuna sokmak istiyorlardı. Abdülmecit piyano çalıyordu.

 

El-Hamra çoktan vaftiz olmuştu. Granada yerle bir. Tekbir kükremeye hasretti millet.  Topkapı’dan Dolmabahçe’ye tenzili rütbe ile inmişti Devlet ve milleti indirmişti beraberinde...    

Devlet-i Âli, Bab-ı Âli ile cedelleşmedeydi. İlim öğrensin diye Fransa’ya giden nesiller, siyaset erbabı olarak geri dönmüşlerdi. Kimisi İslamcı, kimisi Türkçü veya Turancı, Kimi Osmanlıcı, kimi de Batı’cı idiler. Osmanlı paldır küldür gidiyordu artık.

 

Ve 16 Mayıs 1916’da bir anlaşma yapıldı gizlice İngiltere ve Fransa arasında. Rusya’nın rızasını da almışlardı. Anlaşmayı yapıp ülkelerine bilgi veren biri Fransız diğeri İngiliz iki subay vardı: Sykes-Picot. Ve bu anlaşma Osmanlı’nın ölüm fermanı oldu. Balkanlar gitmişti zaten. Araplar bir yana düştü, Türkler bir yana düştü.Dahası Arapları da kendi aralarında ayrı ayrı devletlere böldüler.Bir masa bir harita, bir kalem ve iki kafa yeterli olmuştu.

 

Demem o ki Osmanlı aslında Dolmabahçe’de ölmüştü. Dolmabahçe’de mumyalanmış cenazesi duruyordu. Yıldız’dan ışık aldı biraz, ancak güneşle irtibatı çoktan bitmişti. Bitkisel hayatını biraz piyano, biraz tiyatro ve balo ile devam hareketlendirdi. Ancak bu da sadece atalet ve kokuşmanın boyutunu yaldızladı. Abdülmecit’le Dolmabahçe’ye gömülen Osmanlı, Mustafa Kemal’in cenazesini de ağırladı. 

 

Hasılı, bugün Topkapı Sarayı da müzedir; Dolmabahçe Sarayı da. Aynı Ayasofya gibi! Tarih de bizim için müzeden ibaret kaldı. Ya haldeki kavgaların geçmişe taşınması için arena ya da geçmişle hali kırbaçlamak için bir nefis muhasebesi çetelesi.

 

Nostaljilerin depreştiği dönemler aslında halden kaçış dönemleridir. Hâl ile halleşmeden kaçma dönemleridir. Mazinin ihtişamı hâli hal’ ettikçe yerinden, Osmanlı “yeni” haliyle Frenk hayranı yeni Abdülmecitler çıkaracaktır. O da ancak küresel “yeni”liklerin bir düzeneği olarak kalacaktır. Yeni Dünya gibi.

 

DİĞER YAZILARI MUHSİN BAŞKAN 01-01-1970 03:00 Mum Titrer Hanemizde 01-01-1970 03:00 Ülkücülük 01-01-1970 03:00 CHP'yi Ne Zaman Sevdim 01-01-1970 03:00 İSLAMCILIKLA MÜSLÜMANI, TÜRKÇÜLÜKLE TÜRKÜ YABANCILAMAK 01-01-1970 03:00 SOSYAL MEDYANIN SOS'LARI 01-01-1970 03:00 PARALEL YAPI 01-01-1970 03:00 Bosna'daki Türk Üniversitesi: IUS 01-01-1970 03:00 DER SPİEGEL "BOYUN EĞME" DİYOR 01-01-1970 03:00 DEVRİM Mİ DEDİNİZ? 01-01-1970 03:00 BİRLİK VE BERABERLİK NEDİR? 01-01-1970 03:00 DİL TARİH VE İDEOLOJİ 01-01-1970 03:00 AYNAYI ARAMAK... 01-01-1970 03:00 MAKULLER AKİLLERE KARŞI 01-01-1970 03:00 VEDA HUTBESİNİ OKURKEN 01-01-1970 03:00 HİNLİK VE HAİNLİK ÖTESİNDE TARİHE BAKMAK 01-01-1970 03:00 ALPEREN OLMAK 01-01-1970 03:00 BİR HİLAL BİR İHTİLALDİR 01-01-1970 03:00 DELİLİĞE ÖVGÜ 01-01-1970 03:00 AŞK'A DAİR YAKLAŞIMLAR 01-01-1970 03:00 BİLİM, İDEOLOJİ VE DARVİNİZME DAİR 01-01-1970 03:00 YALAN DÜNYADA GERÇEK TARİH OLUR MU? 01-01-1970 03:00 DELİ DUMRUL'UN KÖPRÜSÜ 01-01-1970 03:00 ORTAYA KARIŞIK HALLERİMİZ 01-01-1970 03:00 EFKAR VE HERZELER 01-01-1970 03:00 YUSUF, ŞEHİR VE TABUYA DAİR 01-01-1970 03:00 EĞİTİME NEDEN HAYIR? 01-01-1970 03:00 EFKAR VE HERZELER 01-01-1970 03:00 "ADAMLARIN" PLANI HER ZAMAN TUTAR MI? 01-01-1970 03:00 İNGİLİZ'CE KONUŞMAK... 01-01-1970 03:00 BEN ÖLÜNCE KİM KALIR? 01-01-1970 03:00 BİLMENİN MALİYETİ NEDİR? 01-01-1970 03:00 BU ÜLKEYİ ANLAMAK... 01-01-1970 03:00 NİYET TAVŞANLARI VE TARİH 01-01-1970 03:00 ŞERİF MARDİN VE CUMHURİYETİN GETTOLARI 01-01-1970 03:00 FERMAN VE FETVA 01-01-1970 03:00 BAYRAMLARDAN BAYRAM BEĞENMEK 01-01-1970 03:00 AŞKIN BAR/KODU 01-01-1970 03:00 MEVSİM SONU İNDİRİMLİ LİBERALCİLİK 01-01-1970 03:00 YOL DA İÇİMİZDE SEYYAH DA! 01-01-1970 03:00 OSMANLI NE ZAMAN ÖLDÜ? 01-01-1970 03:00 SÜRGÜN 01-01-1970 03:00 KAYIP MEDENİYETİ ARARKEN... 01-01-1970 03:00 KÜRDİSTANA DAHA NASIL YARDIMCI OLABİLİRİZ? 01-01-1970 03:00 İKİNCİ YEŞİL KUŞAK PROJESİ 01-01-1970 03:00 MHP NEREYE GİDİYOR? 01-01-1970 03:00 NASIL BİR GENÇLİK? 01-01-1970 03:00 KİM KORKAR EBU ZER'DEN? 01-01-1970 03:00 MEHDİ NE ZAMAN GELECEK? 01-01-1970 03:00 "GÜZEL VE YALNIZ ÜLKE"YE 01-01-1970 03:00 Milliyetçilik ve Kürtler 01-01-1970 03:00 İLETİŞİM VE PROPAGANDA 01-01-1970 03:00 BATILILAŞMAK 01-01-1970 03:00 TWITTER'DA KENDİMİZİ OKUMAK 01-01-1970 03:00 "DANIMARKA ÜLKESİNDE KOKUŞAN ŞEYLER" 01-01-1970 03:00 BİSİKLETİN İSLAMİ OLANI 01-01-1970 03:00 FİRAVUN VE HİÇ'LİK 01-01-1970 03:00 KAMUSAL ALAN DÖNÜŞTÜ MÜ? 01-01-1970 03:00 KADIN, ŞEYTAN VE ÖLÜM 01-01-1970 03:00 ÇEVRİM İÇİ AHLAK 01-01-1970 03:00 ÖLÜM VE YAŞAMA KORKUSU 01-01-1970 03:00 KISKANÇLIĞIN KISKAÇLARI 01-01-1970 03:00 11 Eylül ve ABD 01-01-1970 03:00 YA 12 EYLÜL SONRASI? 01-01-1970 03:00 Korku ve alkışlar arasında Ortadoğu 01-01-1970 03:00 AYDIN, MÜNEVVER VE ENTELEKTÜEL 01-01-1970 03:00 ORTADOĞU'DA OLANLARI ANLAMAK 01-01-1970 03:00 KAVGA NEREDE? 01-01-1970 03:00 KAVGA NEREDE? 01-01-1970 03:00 ORTADOĞU'NUN YENİDEN TASARIMI 01-01-1970 03:00 SUSMAK, PUSMAK VE BİRLİK 01-01-1970 03:00 DİL VE TARİH KAVGAMIZ 01-01-1970 03:00 HOLİGARŞİ 01-01-1970 03:00 Said Nursi ve Cemaat algısı 01-01-1970 03:00 Size “İslamî alt-çevre” diyebilir miyim, “abi”? 01-01-1970 03:00 MUHAFAZAKÂRLIK NEDİR? 01-01-1970 03:00 TÜRK LİBERALİZMİ 01-01-1970 03:00 AŞK MI MAŞUK OLAN? 01-01-1970 03:00 DİN'ERCİLİK 01-01-1970 03:00 SİVİL İTAATSİZLİK NEDİR? 01-01-1970 03:00 NEDEN KÜRT ÇALIŞMALARI ENSTİTÜSÜ? 01-01-1970 03:00 DEĞİŞİM İDEOLOJİSİ VE LİBERAL PROPAGANDA 01-01-1970 03:00 12 EYLÜL SONRASI UZLAŞMA 01-01-1970 03:00 LİBERAL STATÜKOCULUK 01-01-1970 03:00 UYKUYU ÖLDÜRMEK 01-01-1970 03:00 "EKSİK ETEK" 01-01-1970 03:00 BABİL, DİL VE PROPAGANDA 01-01-1970 03:00 DENKTAŞ'IN ÖLÜMÜ 01-01-1970 03:00 AİKİDO VE "KÜRDİSTAN" 01-01-1970 03:00 DEĞİŞİM 01-01-1970 03:00 TÜRKÇE VE İDEOLOJİ 01-01-1970 03:00 "KASIMPAŞALI" BAŞBAKAN 01-01-1970 03:00 "İBRAHİMİ DİNLER" 01-01-1970 03:00 BİLİMLE DİNİ UYUŞTURMAK 01-01-1970 03:00 KOLTUĞA OTURAN VE KOLTUĞUN OTURDUĞU İNSAN 01-01-1970 03:00 TEMCİT PİLAVI VE YENİ OSMANLI 01-01-1970 03:00 RODRİGEZ NEDEN LİBERAL OLAMAZ? 01-01-1970 03:00 BEN'SİZLİĞE ŞİİR 01-01-1970 03:00 ERBAKAN'I ÖZLERKEN 01-01-1970 03:00 MÜSLÜMAN VE İSLAMCI 01-01-1970 03:00 İSLAM VE FEMİNİZM 01-01-1970 03:00 KAÇIRILAN GÜNDEM 01-01-1970 03:00 BIDEN NOTLARI 01-01-1970 03:00 DEMOKRASİDE KİM KİM ÖPÜYOR 01-01-1970 03:00 ARAF'TA 01-01-1970 03:00 TARİHLERDEN TARİH BEĞENMEK 01-01-1970 03:00 İKİNCİ YEŞİL KUŞAK PROJESİ 01-01-1970 03:00 ARAFTAKİNİ ÖZLEMEK 01-01-1970 03:00 Hayatta Sürgün Olmak 01-01-1970 03:00 AKADEMİSYENLİK 01-01-1970 03:00 KÜRESEL KARADUL TEFRİKALARI 01-01-1970 03:00 GÜNCELLENEN MESİHİ BEKLERKEN TÜRKİYE 01-01-1970 03:00 KOLTUK, TURNUSOL VE KİMLİK 01-01-1970 03:00 BOSNA'DA BİR TÜRK ÜNİVERSİTESİ 01-01-1970 03:00 KOVBOY MEHTERANLA JAZZ ÇALARKEN 01-01-1970 03:00 Amerika ve Anti-Amerikan Kimlikler 01-01-1970 03:00 AMERİKAN KİMLİĞİ VE ŞEYTANLARI 01-01-1970 03:00 DÖNÜLMEZ AKŞAMIN UFKUNDAYIZ 01-01-1970 03:00 KUTLU VEDA 01-01-1970 03:00 DEĞİŞİMİN TÜRKÇESİ VE UYANIŞ 01-01-1970 03:00 TANRI, İNSAN VE TAKVİM 01-01-1970 03:00 ÖDLEK ÖCÜNÜ ALDI MI? 01-01-1970 03:00 Millet Olabildik mi? 01-01-1970 03:00 Zaman, medeniyet ve din 01-01-1970 03:00 Zaman, medeniyet ve din 01-01-1970 03:00 Mehdi’yi beklerken 01-01-1970 03:00 ORTADOĞU VE YENİ İNSAN 01-01-1970 03:00 Kediler, Fareler ve Vatan 01-01-1970 03:00 Kürşat olma vaktidir 01-01-1970 03:00 Gülün Adı, Kadın ve Takva 01-01-1970 03:00 İslamo-Amerikancılık 01-01-1970 03:00 EBCET, CİFR VE TARİH 01-01-1970 03:00 SÜBJEKTİF OLMANIN FAZİLETİ 01-01-1970 03:00 DİPLOMASİMİZ NEREYE? 01-01-1970 03:00 İSTİKLAL MARŞI YENİDEN YAZILABİLİR Mİ? 01-01-1970 03:00 KOKUŞAN BİR ŞEYLER VAR! 01-01-1970 03:00 KÜRESEL KARADULUN AĞLARINDA 01-01-1970 03:00 "Yeni Osmanlı"nın Yeni Haçlılara Yardım Tezkeresi 01-01-1970 03:00 KATLİAMERİKA 01-01-1970 03:00 MAHALLE, BASKILAŞIM VE FİKİR NAMUSU 01-01-1970 03:00 YARASANIN ÇIĞLIĞI VE DİPLOMASİ 01-01-1970 03:00 Ay lav yu, Cani! 01-01-1970 03:00 AŞKIN HALLERİ 01-01-1970 03:00 DOKUZ HECELİLER 01-01-1970 03:00 FİRAVUN... 01-01-1970 03:00 Kadın'ım... 01-01-1970 03:00 28 Şubat ve Erbakan 01-01-1970 03:00 KADDAFİ'DEN KESESİ 01-01-1970 03:00 Ve Yine Karşınızda Renan, Sykes ve Picot 01-01-1970 03:00 Democoupracy mübarek olsun! 01-01-1970 03:00 FULL'er Yapalım mı, Abi? 01-01-1970 03:00 Ortadoğu'da Sezaryen 01-01-1970 03:00 Mısır'da Karaoke Devrimi 01-01-1970 03:00 Mısır'ı Okurken 01-01-1970 03:00 Obama ve ikinci yeşil kuşak projesi (I) 01-01-1970 03:00 Bir Ortadoğu Masalı 01-01-1970 03:00 Mutlu Oligarşiden Kutlu Oligarşiye 01-01-1970 03:00 Ey zahit, şaraba eyle ihtiram! 01-01-1970 03:00 Bilinç ve Sürgün 01-01-1970 03:00 İbrahim, devir içimdeki putları! 01-01-1970 03:00 İdeolojik dil ve Teolojik Tarih 01-01-1970 03:00 Pardon, Size Demokrasi Diyebilir miyim? 01-01-1970 03:00 Paralel Evren, Küresel İslamcılık 01-01-1970 03:00 Erkekler ne zaman "adam" olur? 01-01-1970 03:00 "Millî" Küreselleşme? 01-01-1970 03:00 AK'Kışşş 01-01-1970 03:00 Kimliklerin Kurdu 01-01-1970 03:00 “Hiç” i öğrenmek 01-01-1970 03:00 GELENEK VE MANKURT 01-01-1970 03:00 Küresel tapınak, yerel rahipler ve Hipnoz 01-01-1970 03:00 Çift-düşün, yeni-konuş! 01-01-1970 03:00 Batı'yı ararken... 01-01-1970 03:00 Aforoz’malar… 01-01-1970 03:00 Halife Ömer Hayek’i ne zaman okumuştu? 01-01-1970 03:00 AĞLAMAKTAN ÇAĞLAMAYA DOĞRU 01-01-1970 03:00 KÜRT'AJ 01-01-1970 03:00 Shalom, Kürdistan! 01-01-1970 03:00 İstiklal marşını yeniden yazmak 01-01-1970 03:00 İslam, Millet, Hilafet ve Siyaset 01-01-1970 03:00 Amerika düşmansız olabilir mi? 01-01-1970 03:00 Mustafa Reşit Paşa'ya Mektup 01-01-1970 03:00 Keşif... 01-01-1970 03:00 Babil’in dil’beri 01-01-1970 03:00 Medeniyetlerin neyi çatışıyordu? 01-01-1970 03:00 Tarihi hangi hikâyeci yazar? 01-01-1970 03:00 Zihin Kontrolü ve Kült 01-01-1970 03:00 YUMURTANIN AK'I, SARISI 01-01-1970 03:00 Ebu Zer’in günlüğü 01-01-1970 03:00 Her şey zıddı ile mi kaim? 01-01-1970 03:00 Melamilik “marka” mıdır? 01-01-1970 03:00 Melâmilik 01-01-1970 03:00 Bir ayrılık, bir yalnızlık, bir ölüm 01-01-1970 03:00 AŞKA DAİR NE VARSA 01-01-1970 03:00 Medya medyumluğu ve wikisızmalar 01-01-1970 03:00 Türkiye, İran ve Dünya Barışı 01-01-1970 03:00 Muhafazakârlık “marka”sı? 01-01-1970 03:00 Füze ümütz! “Van münütz!” 01-01-1970 03:00 Çin'in hafızası ve küresel sistem 01-01-1970 03:00 Kutlu veda 01-01-1970 03:00 Öznellik Öz’neliktir! 01-01-1970 03:00 Hz. İnsan, Hz. Peygamber ve emanet 01-01-1970 03:00 Said Nursi ve tesettür 01-01-1970 03:00 İmam, Örtünme ve Nur Suresi 01-01-1970 03:00 Din duble “yol” mu demekti? 01-01-1970 03:00 Gelenek, mankurt ve reform 01-01-1970 03:00 Aylardan şubat günlerden cuma 01-01-1970 03:00 Alaturkalıktan Kolaturkalığa gelenek 01-01-1970 03:00 Gelenek mürtedi ve kimlik 01-01-1970 03:00 Namus, Kanun ve Fazilete Dair 01-01-1970 03:00 İman "terakkiye" destek midir? 01-01-1970 03:00 Yılmayacağız... 01-01-1970 03:00 ÜÇ TARZ-I MAHALLE VE HAL 01-01-1970 03:00 Hoş geldin, Şeytan! 01-01-1970 03:00 OSMANLI VE NEO-OSMANLI 01-01-1970 03:00 DAYILAR VE DAYILANMALAR 01-01-1970 03:00 Türkiye’de muhafazakârlık ve Dr. Faustus 01-01-1970 03:00 Tesettür neyi örtüyor? 01-01-1970 03:00 Milat oluşturmak 01-01-1970 03:00 Yahudilik bir din mi yoksa ırk mıdır? 01-01-1970 03:00 Tarih satrancını asıl kim oynuyor? 01-01-1970 03:00 Mahalle ve getto 01-01-1970 03:00 Tanrı, totem ve muta nikahı 01-01-1970 03:00 Orta Doğu’mların ebesi 01-01-1970 03:00 ŞOFÖR MAHALLİ BASKISI 01-01-1970 03:00 KÜRESEL İSLAMCILIK 01-01-1970 03:00 RENAN'I VE KENDİMİZİ AŞMAK 01-01-1970 03:00 Medine Vesikası 01-01-1970 03:00 Türk solculuğu ve İslamcılığı 01-01-1970 03:00 Batı’k düşüncelerin Doğu’şu 01-01-1970 03:00 BATI'NIN DEĞERLERİ EVRENSEL MİDİR? 01-01-1970 03:00 NEO-MUHAFAZAKÂRLIK VE YİN-YANG 01-01-1970 03:00 Karadul 01-01-1970 03:00 KEDİLER VE FARELER 01-01-1970 03:00 “Erkekliğin” yasası, “kadınlığın” tasası 01-01-1970 03:00 ON ADIMDA LİBERAL OLMA TÜYOLARI 01-01-1970 03:00 Neden Federasyon? 01-01-1970 03:00 Kaburga kemiklerimdeki sızı? 01-01-1970 03:00 Ortadoğu ve Darbeler 01-01-1970 03:00 "Küreselleşme "millet"e neden karşıdır? 01-01-1970 03:00 TURNUSOL 01-01-1970 03:00 Ya 12 Eylül sonrası? (II) 01-01-1970 03:00 Ya 12 Eylül sonrası? 01-01-1970 03:00 12 Eylül darbesine nasıl gelmiştik? (II) 01-01-1970 03:00 12 Eylül darbesine nasıl gelmiştik? (I) 01-01-1970 03:00 Kim ne der? 01-01-1970 03:00 Ne zaman ki… 01-01-1970 03:00