15 Temmuz darbe girişiminin en yürekler yakan sahnesi, Ankara’nın hava saldırısıyla vurulduğu andı. Bu saldırıyı bir hain çeteden başkası yapamazdı. Biz bu çeteyi daha fakülteye başladığımız ilk yıllarda görmüştük.
Yıl 1983…
12 Eylül Askeri ihtilali bütün baskısıyla sürerken bir çığ gibi çoğalan Fetullah Gülen karşısında olabildiğince müsamahakardı. Erzurum’da onlarca ev vardı. Devlet yurdunda yeterince kalacak yer yoktu. Erzurumlular, bekara ev vermedikleri için, kiralanacak ev bulmak da zordu. Bu sıkıntılar içerisinde bir çok arkadaşlarımız cemaat evlerine yönelmişlerdi. Üç ülkücünün veya devrimcinin bir araya gelmekte zorlandığı bu günlerde, cemaat evleri dolup taşıyordu… Yemek içmek boldu… Çok masum çalışıyorlardı. Peygamber sohbetleri yapılıyor, Fetullahın kasetleri dinleniyor, sonra büyük tepside gelen tatlılar yeniyor, çaylar içiliyordu. Yoksulluk içinde kıvranan bazı öğrenciler için bu rahatlık ve bu bolluk cazip geliyordu…
Ama garip bir şey vardı. Bu değirmenin suyu nereden akıyordu…
Cemaat evine giden arkadaşları uyandırmak için sorduğumuz yegane soru buydu. O günün Sızıntı dergisinin, bir sızıntı şeklinde her yere dal budak saldığını görüyorduk. Çünkü cemaat genellikle Ülkücü gençlere yönelik bir çalışma içerisindeydi. Çok şükür ki, o gün birlikte olduğumuz ülkücü arkadaşlarımız bu kimliği belirsiz hareketin dümen suyuna girmeden mezun olup, her biri çok iyi birer öğretmen oldular…
Yıl 1987…
Sivas’ta öğretmenim. Cemaat her yere dal budak salmış, özellikle kırsal kesimin masum çocuklarına el atmıştı… Bir öğretmen olarak, cemaatin iğrenç yüzünü gençlere anlatırken, onların asıl gayesinin masum gözüken örgütlenme biçimiyle her yere sızmak olduğunu anlatıyorduk. Sonra Zaman gazetesi Sızıntı dergisinin yerini aldı… Kamu Çalışanları Vakfı yeni açılmıştı. Günlük Zaman gazetesi geliyordu. Bu gazete buraya girmeyecek dedik, olmadı. Sevgili Veysel Karaçör ile birlikte bu gazetenin Sivas bürosuna gittik. Baskın olarak algılamışlar… Sanırım Ramazan ayıydı. O günlerde Kamu Çalışanları Vakfına geldiğimizde kalabalık bir gurup videodan Fetullah Gülenin vaazını dinliyordu. Salya sümük ağlayan, hop oturup hop kalkan bu adamın anlattıkları karşısında izleyenler de salya sümüktü. Anladık ki, artık Kamu Çalışanları da Fetullahın dümen suyuna girmişti.
Zaman gazetesi her yerdeydi. Esnafı, ahaliyi uyarmak artık işe yaramıyordu.
Yıl 1994…
Cumhuriyet Üniversitesinde okutmanım. Cemaat epey mesafe almış… En ufak bir anlatımda tepki veriyorlar. Özellikle 2000’lere geldiğimizde Dinler Arası Diyalog adı altında iğrenç faaliyetlerde bulunuyorlar. Sonra Kutlu Doğum Haftası ihdas ettiler. Din, hedefe varılacak bir araç konumundaydı. Adeta Vatikan tarzı bir yapılanma ve buna bağlı bir din yorumuna girmişti. Her yerde olduğu gibi Üniversitelerde de Masonik bir örgütlenme içerisindeydiler. Bu örgüte giren kazanıyordu. Araştırma görevlisi oluyor, hızla yüksek lisans ve doktora yapıyor ve yabancı dilden geçiyorlardı. Öğrencilerimiz bize selam vermekten imtina ediyorlardı…
Yıl 2003…
Fetullahın Türkiye’ye Halife olarak döneceği kulaklara fısıldanıyor… Artık her yerdeler… Kumpaslar… Kumpaslar…
Bu kumpaslardan en çok çekmiş olan Ermeni Mezalimi İle Mücadele Derneği Sivas Şubesi Başkanı Metin Vural’dır. Fetullah Gülen’i Hınçak – Taşnak gurubunun liderine benzeten Metin Bey, dikkat edin ikisi de aynı köylü ve hık demiş burnundan düşmüşler gibiler derdi. Evet gösterdiği resim tıpkı Fetullah’tı. Ve bu adam Türkiye’ye Halife olarak geliyordu… Onun karşısında direnenler ise bir avuç Metin Vural gibi şahıslardı…
Masumane Türkçe olimpiyatları sürüyor ve bu Masonik örgüt, Türkiye’deki bütün kurumlara sızarken dünyayı da kuşatmıştı. Bir iş yaparken himmet adı altında vergi vermeden dünya ticaretine girmek de pek mümkün değildi.
Yıl 2005…
Tokat Gaziosmanpaşa üniversitesindeyim. Cemaat her yerde. Siyasal iktidar desteğini de arkasına almış. Onlara yanaşmadan iş yapmak mümkün olmuyor. Bir avuç Öğretim üyesi direniyoruz. Sudan sebeplerle soruşturmalar geçiriyoruz. Ama yılmıyoruz. Ve iktidarla Cemaat arasında çatışma su yüzüne çıktığında, acaba diyoruz. Gerçekten böyle bir çatışma var mı? Yoksa göstermelik mi? Bu dönem hiç olmadığı kadar Zaman gazetesi ve Today Zaman okudum. Ve 15 Temmuz Darbe girişimi gecesi Ankara bombalanırken göz yaşlarımı tutamadım. Bu ancak hainlerin saldırısı olabilirdi. Ve sabaha yakın Cumhurbaşkanının Atatürk Hava Limanından basın açıklaması yaptığını izlediğim an, bu kavganın gerçek olduğunu anladım. Ömrümün son on dört yılını siyaseten muhalif olduğum Tayip Erdoğan’ın ekranların başında canlı olarak görmekten duyduğum mutluluğu anlatmak istemiyorum. Başka taraflara çekerler. Devletin içine sızmış bu hainlerin temizlenmesinde devleti yalnız bırakmak olmazdı. Bu vesile ile darbe girişimi esnasında başta şehitlerimiz olmak üzere dik duran herkesin önünde saygı ile eğiliyorum.