KUMPAS ŞAHİN VE ŞÜREKASI -21-
Yoğun geçen gündüz vardiyasından sonra saat 12’yi bulan acil servis hizmeti koşuşturmayla geçmişti. Dizlerindeki ağrıyı ancak yatağa uzandığı vakit hissedebildi. Genç yaşına rağmen varisleri şişkinliklerinden ötürü yerini belli edercesine sızlıyordu. Serin bir banyodan sonra yatağa uzanmak kendisini bir parça rahatlatmıştı. Ayakta geçen sürede birkaç kez kasığına vuran ağrı, gelen acil hastaların iniltisi karşısında unutulmuştu. Bir yandan kapı hızla vuruluyor diğer yandan bir çocuğun iniltisine dayanamayan baba sabırsızlıkla kendisine bağırıyordu. Elindekini bıraksan da şu çocuğa baksan… Ateşler içinde yanıyor… Sizde hiç mi vicdan yok… Kapı ısrarla vuruluyor adeta tekmeleniyordu. Döndüğünde bir alev topunun bebeğin karnından çıkıp yüzüne doğru git gide büyüyerek yaklaştığını gördü. Ateş topu büyüyordu. Vicdansızlar… Ben size gösteririm… Sesler birbirine karışıyordu. Hızla eline bebeği aldı. Yangın alarmının camına bir çekiç gibi vuruyordu. Ateş her tarafı sarmıştı. Yangın zilinin alarm butonuna bastı… Zırrr…zırrr… zırrrr… Gece yarısı ısrarla çalan telefonuna uzanırken kabusla gerçeği birbirinden ayırmaya çalışıyordu. Telefonun ekranına bakmadan “bu saatte de mi” diyebildi. Telefondaki ses, Mahmut Bey diyebilmişti. Zihni karmakarışık bir yığının içinden çıkartılmış bir oyuncak gibi bu sesi tanımıştı. Bu ses, tanıdıktı. Tonunun alışılmışın dışında biraz sakin olsa da sahibin ele veren tınısını yakalamıştı. Bu ses kimi gece nöbetlerinde ani baskınlarla koridorları inleten Kumpasın sesi idi. Kumpas zaman zaman hastaneye gelir, hastaların durumu ile ilgilenmeden personeli kontrol ederdi. Bu kontrollerdeki maksat işlerin nasıl yürüdüğü veya bir eksikliğin açığa çıkartılması değil, çalışanlar üzerinde kurmak istediği tahakkümü perçinlemekti. Fakat onun bu akşamki sesi, alışık olunanın dışında idi. Üstelik genç doktorun uyku ile uyanıklık arasında telefonuna bakmaksızın verdiği cevap azar içerikli olmasına rağmen Kumpas buna pek kulak asmadan konuşuyordu.
Genç doktor, terli sırtını kaşırken bir yandan da nasıl cevap vereceğini düşünüyordu ki, Kumpas’ın sesinde beklemediği bir ilgiyi sezimledi.
-Gecenin bu saatinde rahatsız ettim, kusura bakma. Sanırım uyuyordunuz. Telefona bakmadan açtınız. Kumpasın ses tonunda şefkate bulanmış tehdit kendini açığa vursa da kendisinin sıralayacağı mazeretleri onun söylemesi genç doktoru rahatlatmıştı.
-Özür dilerim, gündüz oldukça yoğun geçti, akşam nöbeti de öyle, diyebildi.
-Gecenin bu vaktinde asıl ben sizi rahatsız ettim, kusura bakma dedi Kumpas. Yarın sizleri yanımda görmek isterim. Biliyorsun, seni buraya ben dahil ettim. Artık sen de gerekeni yaparsın değil mi? Efendim, diyerek vakit kazanmaya çalıştı genç doktor.
-Velinimetimiz sizsiniz. Böylesi bir günde size desteğimizi tabi ki sunacağız. Kumpas iştahla güldü, “tebrikler, sizlerin ne kadar akıllı olduğunuzu zaten biliyordum. Sanırım biraz daha rahat bir yerde çalışmak istersiniz. Yarından sonra duruma bakar, seni biraz daha az yorulacağın yere taşırız. Sanırım nişanlını da üniversitemize getirmek için bir talebiniz olmuştu. Biliyorsun hiçbir şey karşılıksız kalmaz… Bence bu akşam uyumasanız daha iyi edersiniz. Yarın için hiç fire istemiyorum. Olaki bir fire olursa, bu beni üzer. Benim üzülmemi istemezsin değil mi? “Estağfurullah” diyebildi genç doktor.
-O halde uyumayıp, arkadaşlarınla meseleyi değerlendirseniz iyi olur. Sanırım birkaç çatlak ses geliyormuş. Onları uyarmak size düşer. Böylesi bir günde uyumanız da beni üzdü. Biraz çalışmanızı isteyeceğim. Beni destekleyeceğinizi biliyorum. Fakat bu yetmez. Arkadaşlarınızla bir araya gelin. Burada sergileyeceğiniz tavır da çok önemli. Nasıl olsa o tavır bana gelir. Yani bu gece yatmak yok. Ak kaşık kara kaşık bu akşam belli olacak, ona göre.
Genç doktor, “anladım efendim” diyebildi. Kumpas, gerçek kimliğine tekrar dönmüş iyi geceler bile demeden telefonu kapamıştı…
Gecenin karanlığında telefonlar hiç susmuyordu. Hararetli tartışmalarda eksik olan “itiraz” idi. İtiraz etmeksizin yapılan tartışmalarda bir dönem daha sabretmenin akılcı olacağı söylenmese de bu ifade ima yoluyla yapılan bir telkine dönüşmüştü. Ne olur ne olmaz… Buradaki sorunu çözmeyi kimse bizden beklemesin. Elbirliği ile bir Frankeştayn yaratıldı. Ve o bu gece işini şansa bırakmamak için en keskin dişlerini gösteriyordu. Bu kördüğüm sadece tepede çözülebilirdi. Bir diktatörü durdurabilecek bütün fren mekanizmaları sistemin kendi içinde çökmüştü. Çözüm, sadece ve sadece Cumhurbaşkanındaydı.
Her akşam yapılan baskıların bu gece için planlandığını anlamıştı genç doktor. Ömer Seyfettinin “Diyet” hikayesinde olduğu gibi kolunu kesip önüne atmak istiyordu fakat hikayedeki Ali’nin cesaretini bir türlü kendinde bulamıyordu. Bir an düşündü… sandığa atılan oyu kim nerden bilecekti. Boş atabilirdi. Ya da şu diğerlerinden biri de oldukça kendine sempatik geliyordu. Onlardan birinin ismini de yazabilirdi. Fakat, geçenlerde yanına gelen bir arkadaşı, sandığa atılan oyların kime ait olduğunun sonradan tespit edilmesinin mümkün olduğunu söylemişti. Onun o vakitler bunu derken söyledikleri kendisine mantıklı gelmemişti. Üstelik kimin kimi desteklediği de bir bakıma belli oluyormuş. Ogün mantıklı gelmeyen bu ifadeler, gecenin bu vaktinde nedense birçok olabilirlilik ihtimalleri oluşturuyordu. İtiraz etmek kendileri için ağır olabilirdi. En iyisi riske atmamaktı. Diğerlerinin ne de olsa kendilerini tehdit ettiği yoktu. Demokratik bir üniversite vaat ediyorlardı. Ama Kumpas, gelirsem canınızı yakarım diyordu. Bu işler hiç riske gelmez, Kumpas gelirse bize sıkıntı yok; diğerleri gelirse zaten iyi adamlar, yine bir sıkıntı yok. İyisi mi Kumpası küstürmeyelim… (Devam edecek – bu bir romandır)