15 Temmuz darbe kalkışmasından bir müddet sonra gündeme gelen Anayasa değişikliği çalışmaları AKP ve MHP öncülüğünde belirli bir noktaya gelmiştir. Bu süreçte dikkatimizi çeken husus; anayasa değişikliğine dair her önemli kavşakta bir terör hadisesinin olmasıdır.
Görüşmeler başladı; bir canlı bomba…
AKP ve MHP anayasa değişikliği konusunda anlaştı; bir patlama…
Anayasa değişiklik paketi Meclis komisyonuna geldi; bir suikast…
Anayasa değişiklik paketi Meclis Komisyonundan geçti…
Ve değişiklikle ilgili son durak; paketin Mayıs ayı gibi referanduma gidecek olmasıdır. Görünen o ki, “Üst Akıl” dedikleri zat, her bir durakta daha çok bomba patlatacak…
Öyle ya “Üst Akıl” denilen zata sorulmadan anayasa mı yapılır?
Bu “Üst Akıl” her yerde… Kimliği dillendirilmese de biliniyor… Türk halkı onu, 12 Eylül İhtilalinde iliklerine kadar hissetti… Önce bu ülkede bombalar patlattı, sağ – sol, Alevi – Sünni diye birbirine kırdırttı. Ve ardından “bizim çocuklar” dediklerine kendi anayasalarını yazdırttılar…
Türk halkı, yazılan bu anayasayı hiçbir zaman içine sindiremedi…
Zaman zaman bir kısım değişiklikler yapıldı. Fakat yapılan değişiklikler de bu “Üst Aklın” siyasi partiler içine sızdırdığı kişiler tarafından sulandırıldı. Yapılan her değişiklik “bizim çocuklar”ın işine yaradı.
15 Temmuz darbe kalkışmasını hep beraber yaşadık. Gördük ki, yine “bizim çocuklar” devrede…
“Bizim çocuklar” bu sefer başaramadı. Lakin devlette bıraktığı hasar çok büyük oldu. Böylesi bir teşebbüse maruz kalmış hiçbir devlet, yoluna bir şey olmamış gibi devam edemez. İçine sızmış ajanları temizlemek zorundadır. Fakat temizlik işi bir şekilde uzuyor, uzatılıyor ya da sulandırılıyor. Ya da istenilen noktalara getirilemiyor. İş uzadıkça işi sulandırmayı amaç edinenlerin açıklamaları da peş peşe geliyor. Bir yandan yürütülen operasyonlar üzerinde şaibeler oluşturulurken diğer yandan yapılan duygusal yorumlarla halkın zihni karıştırılıyor...
Ve Fırat Kalkanı Operasyonu…
Türkiye’nin Fırat Kalkanı Harekatından kısa bir süre öncesine kadar Televizyon ekranlarından izlediğim yorumların ortak noktası Türkiye’nin bölgeden dışlandığına dairdi. Onlara göre artık yapılacak pek fazla bir şey kalmamıştı. Türkiye’nin kabahati, bölgede Özgür Suriye Ordusu gibi en zayıf güçlerle birlikte hareket etmesiydi. Bu yorumlarda öne çıkan konu ise; Amerika’nın desteklediği PYD’nin diğer gruplarla da birleşerek, Türkiye’nin de bazı bölgelerini içine alan yeni bir yapılanma içine gireceğiydi. Yani işin özeti: Türkiye bölünüyordu…
Yapamazsınız, edemezsiniz, Amerika ile işbirliği yapmadan hiçbir şey başaramazsınız diyen siyasilerin ve anlı şanlı bölge analistlerinin aksine Fırat Kalkanı Harekatı başlatıldı.
Ve gelinen noktada görünen manzara; bölgeden dışlanan Amerika ve onun yerini alan Rusya ve Türkiye garantörlüğü şeklindedir.
Bizim çocuklar yine devrede: Fırat Kalkanı Harekatının durdurulmasını ve Türkiye’nin bölgeden süratle çekilmesini dillendirdiğini görüyoruz.
Kimin haklı olduğunu tarih gösterecek; fakat bizim penceremizden gözüken, Türkiye ağır bedeller ödeyerek bu üst aklın önünde eğilmek niyetinde değildir.
Bu arada MHP’de de ilginç gelişmeler olmaktadır. 15 Temmuz öncesi büyük bir operasyona maruz kalan MHP ve onun Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Darbe kalkışmasının engellenmesinde büyük rol oynadığı bir gerçektir. Hükümetin PKK’yla olan mücadelesinde rolü yadsınamadığı gibi yeni anayasanın hazırlanmasında ve Fırat Kalkanı Operasyonunda da iktidarın ortağı konumundadır. Devlet Bahçeli, tarihin kendisine biçtiği bu rolü oynarken siyasal anlamda parti içi çatışmalarda gözden kaçmamaktadır.
Referandum sürecine kadar bu çatışmaların dinmeyeceği açıktır. MHP içerisinden bir grup partiden ayrılarak referandumdan hayır oyunun çıkmasına çalışmaktadır. Bunlardan en dikkat çekeni Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı yapmış olan Atilla Kaya’nın istifasıdır. Bu istifa ve istifalar, anayasal tartışmaların Ülkücü camia üzerinde yeni yol ayrımlarına yol açacağının göstergesi olmuştur. Fakat asıl yol ayrımı; Ülkücü camianın yakından tanıdığı ve sevdiği Yusuf Halaçoğlu’nun ifadelerinde gizlidir. Halaçoğlu; “Böyle bir anayasaya kim onay verirse bu ülkeyi ve bu ülkeyi kuranları Türk milletini sevmiyor” diyerek işi bambaşka bir noktaya getirmiştir.
İşin açıkçası; Mecliste ve referandumda evet oyu vereceğini açıklayan Devlet Bahçeli ve onun gibi hareket edecekleri ihanetle suçlamıştır.
Bu suçlamanın akılla mantıkla izah edilir tarafı yoktur. Referandumda Türk halkının yarısı evet yarısı hayır diyebileceği gibi Ülkücü camianın mensupları da hayır veya evet diyebilir. Evet diyenleri hain, hayır diyenleri vatansever diye tanımlamak ne derece doğrudur? Bu referandumda HDP’nin şimdilik oyu “hayır”dır. Bu mantığına göre, HDP ya vatan haini veya vatan kahramanı olacaktır. Halaçoğlu’nun bu açıklaması, Ülkücü camianın ve Türkiye’nin faydasına olmadığı açıktır. Ve yine bu “Üst Akıl” denilen zevatın Türkiye’nin değişik bölgelerinde alışık olmadığımız terör eylemleri ile referandum sürecinin baltalanmak istendiği de açıktır. Terör eylemleri ile Olağan Hal Uygulamalarının devam etmesini sağlamak ve engellenemediği takdirde olası bir referandumun neticesinde yeni anayasanın meşruiyetini tartışmalı hale getirmekte amaçları arasındadır.
Türk halkı, büyük bir halktır. O neyin iyi neyin kötü olduğuna karar verecek olgunluktadır. Yeni anayasaya evet de diyebilir hayır da. Türk aydınlarına düşen görev; bu üst akıl denen zevatın tertibini halka anlatmak ve onun önünü aydınlatmaktır. Gerisi halka kalmıştır.