Usul usul, sessizce ve emin adımlarla sürükleniyoruz korktuğumuz mecraya…
Birkaç eşkıyanın işi denilerek üstün körü geçiştirdiğimiz olaylardan gelinen nokta zorunlu görüşmeler, tavizler, müzakereler ve taahhütler…
Türkiye’nin bütünlüğüne kasteden iç ve dış mihraklar ile “İç İşlerimiz” ve “Dış İşlerimiz” bir olup gerekli adımları atıyorlar…
Ülkemiz hayli çetin saldırılar altında… Ankara’da Bayrak ile yürüyenler, Hakkâri’de Bayrak ile yürüyememekle suçlanıyor, itham ediliyor. Kim tarafından? Hakkâri’deki asayişten sorumlu olanlar tarafından…
Önemli siyasetçilerimiz Sivas’ın ötesine geçememekle suçlanıyor, itham ediliyor, ayıplanıyor. Kim tarafından? Cevap ortada…
Bölünüyoruz düşüncesi, evhamlı vatandaşın, devletçi siyasetçilerin, statükodan beslenenlerin, işgüzar vatanseverlerin paranoyası mıdır?
Ülkenin vatandaşları ve müesses nizamı yerli yerinde duruyor da, algılananlar bir “sayrıdan” mı ibaret? Ya da iktidar heveslilerinin geliştirdiği politik bir yaklaşım mı?
Bizim etimizi kopartan, sızısını iliklerimize kadar hissettiğimiz bu acının elle tutulur, gözle görülür dayanağı nedir?
Geçmişten günümüze kadar geçirdiğimiz evreler, kültürü, sporu, dili, dini, etnik unsurları ve daha birçok hususta geldiğimiz nokta ortada. Türk’ün Türklükten, Dindar’ın Dinden, Milletin Milletten, Biz’in Bizden kopuşunu, balkondan sarkan evladını aşağıda bekleyen ana gibi seyretmek değil de nedir?
Toplum olarak her korkumuzu, çaresizliğimizi sineye çekmemizin, adım adım korktuklarımıza maruz kaldığımız halde, bunca duyarsızlığımızın nedeni, temsil hakkını teslim ettiğimiz seçilmişlerimize olan güvenimiz midir?
Ülkenin sürüklendiği, bertaraf edilmesi hayli zor olan tehlikeli gidişatı; “makarna-oy” teorisi (ihtimal dâhilinde olsa da) ile açıklamanın tamamıyla realist bir yaklaşım olduğu kanaatinde değilim.
Milletteki kaygısızlığa; Meclis kürsüsünden Sayın Vekillerin ettiği yemine sonuna kadar bağlı kalacakları inancının etkisinin olduğunu söyleyebiliriz.
Bilindiği üzere Sayın Vekiller: “Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma, hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasaya sadakatten ayrılmayacağıma, Büyük Türk Milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim” diyerek görevlerine başlıyorlar.
Yukarıda ki Yemin Metni; TBMM’ye Milletvekili olarak seçilen kişilerin yasama faaliyetlerinde bulunabilmesi için Meclis kürsüsünden, kamuoyuna açık bir şekilde okunması mecburi olan metindir.
Yemin metninde; Türklük var, şeref var, Anayasa’ya sadakat, Atatürk İlkeleri’ne bağlılık var hukukun üstünlüğü var, kısacası şerefli ve haysiyetli birisini bağlayacak unsurların tamamı mevcut.
Türk Milletini temsilen orada bulunan ve bu yeminle göreve başlayan herkesin şerefli ve namuslu olduğunu düşünmek zorundayız.
Artık “Zehir Yasası” ya da “Bölünme Yasası” olarak tabir edilen bir yasamız varsa; Vatanın bir çakıl taşına zarar getirecekse, milletin ayrışmasına bir katre katkıda bulunacaksa, “Kanla-İrfanla” elde edilen devletimize zararı dokunacaksa ve bütün bunları bilerek bu yasaya katkı da bulunmuşsa, Vatanı her şeyden aziz bilen bir Türk olarak emeği geçen herkesi; şerefsiz ve namussuz ilan etmek hakkına sahip olduğumu düşünüyorum.
Başkanlık, yarı başkanlık, Türk tipi başkanlık ve diğer heveslere; makam ve mevkii telaşıyla, inanmadığı halde katkıda bulunanları da haysiyet ve namus sorgusuna tabii tutma hakkına sahip olduğumu belirtmek istiyorum…Bir istisna; gerçekten faydalı olacağı kanaati taşıyıp, iyi niyet ile destek olanları tenzih ettiğimi de ayrıca belirtmek istiyorum…
Anadolu’dan Türklüğü silerek, ucube gayretler ile yeni bir millet tarifine soyunanlara karşı bu oyunu bozabilecek miyiz?
Bu ülkeyi Hakkâri’ye gidilemez hale getirenlere karşı, Hakkâri’deki vatandaşı devletsiz bırakarak örgütün kucağına itmek suretiyle maksadına hâsıl olacaklarını düşünenlere karşı ayakta kalabilecek miyiz?
“Biz olduğumuz sürece bu vatanı kimse bölemez” diyerek vatanı koruyabilecek miyiz?
Unutmayalım ki; Tarihin ortadan kaldırdığı devletlerin tamamında, çöküş vatanseverlere rağmen olmuştur.
Tarihten silinen devletlerin tamamında hazin son; emperyalizmi müttefik edinen ihtiraslı yöneticiler eliyle gerçekleştirilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti’nden önceki devletimiz de aynı gerekçelerle zayıflamış ve nihayete ermiştir.
Kapitülasyonlarla başlayan ve sürekli yenisini vererek sürdürdüğümüz imtiyazlar neticesinde alışık olduğumuz bir imtiyaz geleneğimizin oluştuğu muhakkak.
Evimizden, okul kantinlerinden, oturduğumuz yerden, sızlanarak korunacak değerlerimiz mevcut değildir. Hiçbir değer oturularak korunamaz. Söz konusu vatansa asla mümkün değildir...
İllegal yollara sapmadan, demokrasinin sunduğu nimetlerden doğru biçimde faydalanarak bu tehlikeli süreci bertaraf edebiliriz. Yıkıma giden süreçte gerekirse her bir vatandaşa derdimizi, bıkmadan usanmadan anlatmalıyız. Neden böyle düşündüğümüzü doğru biçimde anlatarak milleti yanımıza almaktan başka çaremiz olduğunu sanmıyorum…
Millete dönülecekse dönelim artık… Hani; “Söz konusu vatansa gerisi teferruattı ya”, madem bölünüyoruz, şimdi değilse ne zaman?