https://www.egemengazetesi.com/files/uploads/user/0e42907936.jpg
Metin BOSNAK

MHP NEREYE GİDİYOR?

26-04-2022 01:49

 

Quo vadis, MHP?

An vardır, gelenek hayattır, gelecektir.

An gelir, gelenek tabu olur.

An gelir, yabancılaşır gelenek.

An gelir, artık gelenek ölümcüldür.

Ve gelenek gelmeyen eklerini arar.

 

 

AK Partinin 30 Eylüldeki kurultayından sonra MHP’nin Kurultayı heyecanı da 5 Kasıma damga vuracak gibi görünüyor. Evvela, Kurultayın ülkücü camiaya ve milletimize hayırlı olmasını, çıkacak sonucun, camianın canından aziz bildiği iki değere de hizmet etmesini dilerim.

 

Hayır, bu bir propaganda yazısı olmayacak! Sadece isimlerin ötesinde mefhumları hatırlatmak niyetindeyim. Siyasetin kendi mantığı liderlik yarışında da çalışacaktır. Ancak bendeniz için, isimlerin ötesinde önemli olan mefkûrenin varlığı ve epistemolojik bekası, seçimlerde aldığı oyun çok ötesinde bir tabana oturan mefkûrenin yeniden dirilişidir.  

 

Daha önce bir mahut kurultayda yaşanan karmaşa, anarşi yerine, bu kurultaya edebe, töreye, demokratik normlara tahammülü ve saygısı olan, kaybedince rakibine hasım olmayan bir kemal anlayışının hâkim olmasıdır. Daha önceki bir kurultayda, “alırız silahımızı, çıkarız dağlara!” naraları değil, “bu davada yarıştık, kaybettik; ancak dava kazanmıştır!” tarzının yerleşmesi. Hayırda şey, şerde hayır olabileceğine iman etmiş insanlar olarak, çıkan sonucu hayra yormak icap etmektedir.

 

Hele hele MHP bu kadar çok adayın olduğu bir kurultayı ilk defa tecrübe edecekse! Bir başka deyişle, “Doktrin” dediğimiz mefkûrenin, “lider” ve “teşkilat”ın önünde bir anlayış üzerine bina edilmesi. Teşkilatın atalet manzumesiyle ilgilenmek niyetinde değilim. “Demokrasi” de değil isteğimiz, meritokrasidir. Bunu yaparken de kendi yaptığımız putlara değil, putları yıkacak iman ve iradeye ihtiyaç vardır. Mefkûre önünde yıkılmaz, aşılmaz görülen her unsur bir puttur. Mefkûrenin suistimale uğraması, emanetin ileri götürülmesi yönündeki her yaklaşım da egoların putlaştırılmasından ibarettir.

 

Toplumların hayatında kimi meşakkat zamanları vardır ki, insanların fıtratını, inancını ve hatta bizzat insanlığının özünü sınar. Her türlü değer metalaşır, iffet eprir,  fikir namusu pelteleşir. Ümitler tükenir, beklentiler karşısında inancın izzeti paspas olur ayaklar altında.

 

Liyakat, adalet ve hakikati esas almayan toplumlarda önce tuluatla başlayan süreç zamanla maskeli baloya, sonra trajediye dönüşür. Gaflet evhama evrilir, emniyet şüpheye, sadaret ayağa düşer. Yola beraber çıktıkların, yolda su içerken sırtını hançerle deşerler. Akbabalar siftinmek ister yüreğinde.

 

O anlar, hürriyetin zihinlere ve daha zihinlerdeyken hapsedildiği anlardır. Kahraman olmak yerine kahraman alkışlayanların çoğaldığı, kralların çıplaklığını krala rağmen, soytarılarına rağmen ve hatta topluma rağmen ancak bir çocuğun haykırdığı; Sokrat’ın baldıran zehri içtiği, Hallac’ın derisinin yüzüldüğü, İsa’nın bilmem kaçıncı kez çarmıhta inlediği anlardır.

 

O anlar, insan değerinin ancak cüzdanıyla başat gittiği; insanın tüketebildiği kadar insan olduğu, tüketebilme kudretinin her değerin üstüne tünediği, daha fazla tüketebilenlere fırlatılan kaçamak ve fettan bakışların yüreklere çöreklendiği, özdeki toprağın çimentolaştığı ve toplumun kendisinden başka her topluma özendiği, aşağılık kompleksleriyle yüreklerin ihtilaca kapılıp, kapı kullarının, yanaşmaların revaçta olduğu, aşağılıklarını tepedenliğe dönüştürerek birbirlerine göz kıptığı anlardır.

 

Hırsların potansiyel ve kapasitelerle eş değer olmadığı zamanlarda yaşanan değerler değil, dayatılan değerlerin tazyikini insanlar farklı şekillerde yansıtırlar. Haldeki çıkmazlar, eziklik ve burukluklarla maziyi çarmıha germek ve akan kanlarıyla kendi yaralarına merhem etmek ister. Kültürün, hatta inancın kendisi olur hedef; kimi zaman tenkit, kimi zaman tel’in, kimi zaman da intikam adına.

 

O halde, sormak lazımdır: “Eyne tezhebune?” (“Nereye gidiyorsunuz?”)

 

Liyakati hem siyasi sistem, hem ülke çapında esas almazsak, aslında herkesin ıstırabını oyla meşrulaştırmış oluruz. Hz. Peygamberin vefatından sonra, Hz. Ömer’e, Hz. Ebubekir’in hatırlattığı gibi, “Kim ki Muhammed’e (SAV) inanmışsa bilsin ki o ölmüştür. Kim ki Allah’a inanıyorsa, bilsin ki o bakidir.” Bendeniz liderden öte, mefhumlarla çalışan mekanizmaya inanırım. Liderlerin değişmesiyle de mefkûre değişmez. O da zannımca, Müslüman Türk milletinin gark olduğu zilletten çıkması, yeniden İslam âlemine önderlik etmesidir.

 

Kurultay vesilesiyle nefis muhasebeleri yapılacaktır. Ancak bunu yaparken lider adaylarının mefkûre bazında yaklaşımlarını ortaya koymaları gerekmektedir. Bu bağlamda, AB ve ABD ile ilişkilerden tutunda, ülkenin geleceğine dair kültürel, ekonomik, stratejik planların ortaya konulması, ülke içindeki etnik ve dinsel kabileciliklere dair tedbirlerin belirlenmesi, kitlesel-kurumsal istişare mekanizmalarının açılmasına dair düşüncelerin ilamı, bireysel ve kitlesel çıkarlar arasında tercihlerin tayinini yapmak gerekmektedir.

 

Bunları yaparken de, zaten tasdik etmeye hazır kitleye anons yaparak değil, en koyusundan liberal faşiste (rengi var mı bilmem ama), en azılısından Kürt faşistine, hem MHP’nin hem de Ocakların neden gerekli olduğuna ikna edecek yaklaşımların sergilenmesi elzemdir. Bilvesile, eski ihtilafları bırakarak BBP ile ittifak yollarının tekrar denenmesi hayati önemdedir. Eğer, konu “ümmet” ağırlığı ise, o zaman ümmet olmanın “millet” olmamızdaki büyük katkısını da ortaya koymak lazımdır. Hâlbuki bizler hem milletin hem ümmetin yükünü omuzlara alarak, “kanımız aksa da zafer İslam’ın” demiştik.”

 

Dahası, belagatin ötesinde bir yaklaşımla ve daha da ileri giderek, Türk Milletinin varlığı ve dirliğinin, dünya Müslümanları ve halkları için neden ve nasıl bir anlam ve ümit ifade ettiğini sağlam bir mantık ve slogan ötesi dille anlatılmalı, yarışın çıtasının yükseltilmesi lazımdır. Yani Ülkücülüğün hem ülke içinde hem de dünya açısından neden gerekli olduğunu anlamak ve anlatmak gereklidir. Bu söylem, zaten davaya ikna olmuş insanları değil, bizzat muhaliflerini hatta düşmanlarını ikna edecek tarzda olmalıdır. Sonrasında adayların kendi aralarındaki faziletlerin muhakemesi gelecektir. Bu da camia olarak kimlik konusunu yeniden yapılandırmak anlamına gelir.

 

Çıtanın yüksek tutulması, --eğer hâlâ heyecanı varsa—davanın yücelmesi ve yükselmesi anlamına gelecektir. Kurultayı öncesinde, MHP’nin eleştirisini bizzat Genel Merkez’de milliyetçi camiaya en eleştirel bakan insanların dinlenmesiyle başlanmalı ve nerede boşluklar varsa bizzat onların eleştirileriyle boşlukları doldurarak kurultaya gidilmelidir. Necip Fazıl’ın ifadesiyle, “düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın” düsturuyla hareket etmektir esas olan. Bu silsileye, --eğer varsa—Sosyalistlerin davet edilerek seminer verdirilmesi de katkıda bulunacaktır. Korkular, ancak kendimizdendir; sadece yansıtarak rahatlamak kendimizden kaçmak olacaktır.  Varlığa, birliğe, erliğe, dirliğe selam olsun!

 

Gelenek babında birkaç lakırdı

 

Gelenek yaşadıkça, toplumda bir ihtiyacı karşıladıkça anlamlı olur. Gelenek bir deniz ise, ona karışan her akarsu onun kimliğini tayin eder. Ona karışır, karışınca onda kaybolarak kendini daha büyük varlıkta yeniden var eder. Onda kimlik bulurken, o kimliğin ortak belirleyicisi de olur. Onda kaybolurken, kendi varlığıyla besler ve fakat uyumu varsa denizin rengi aynı kalır.

 

Geleneğin gücü kendine akan suları, kendine dönüştürmeyi bilmesindedir. İşte bu noktada gelenekle ilgili tavırlar oluşur. Gelenek oluşmasında “gelenek müritleri”; yıpranmasında “gelenek mürtetleri” belirir. Onlar ifrat ile tefritin somut unsurlarını temsil ederler. Her iki halde de gelenek zayıflar, kurur ya da renk değişimine uğrar.

 

Gelenek müritleri geleneği hangi sebeplerden ötürü tabulaştırırlar?

Gelenek üzerinden kimlik edinme ile gelenek doğrultusunda kimlik yaratma farklıdır. Gelenek müritleri kendi geleneklerinden başka gelenekleri bilmezler. Bilmek de istemezler.  Dolayısıyla coğrafi, milli, tarihi ve bireysel farkları göz ardı ederek sadece kendi geleneklerini her yerde ikame etmek isterler. Bunun nedeni, bireysel iradeden mahrum olmaları ve geleneğin oluşma aşamalarını bilmemeleridir.

 

Gelenek müridi, aslında geleneği de geleneğin kendini yücelten belagati doğrultusunda bilir.

Kendi geleneğinin de aslında tarihsel bir diyalektik süreçten geçtiğini düşünmez. Ona göre, gelenek başta nasılsa hale öylece intikal etmiştir. Gelenekle turas’ı da birbirine karıştırır. Hâlbuki yazılan her yeni yazı ve edilen her kelam aslında, doğan her yeni çocuk gibi, mevcut olanların içinde kendine yer açar ve ona kendini bireysel anlamda eklemler. Yani her doğum, her yeni yazı, her yeni kelam, aslında önceki doğanı, önceki kelamı ve yazıyı itekleyerek kendine yer açar, onlara “rakip” olur. Gelenekte sırf aktarılan yaşantılar varken, turasta mazinin gelecekliği, geleceğin maziliği iç içedir. Turas geleneği çalışarak geliştirme iken, gelenek sadece “atadan görmeyi” ifade eder.

Lakin…

Yeni olan veya yeni görünen, gelenek müridini rahatsız eder. Bu “yeni” zımnen mevcudun yetersiz veya eksik veya arazlı olduğunu ifade eder. O nedenle, geleneği bilmeden geleneğe karşı çıkmak veya onu bilmeden müdafaa etmek sevdasına kapılır. Aslında, onun kabullendiği gelenek de “yeni” olduğu zamanlarda aynı tür bir tepkiyi görmüştür. Onun şimdisi ve hemeniyle içselleştirdiği gelenek badireler atlaşmış ve gelenekleşme aşamasında kabuk değiştirmiştir.

 

Gelenek müridi ise geleneği, son kabuktan ibaret sanarak onu ezeli ve ebedi silsile içinde değişmezlikle algılar. Geleneğin kabuğunu, kaplumbağanın kabuğu gibi kendisine sığınak yapar.  Gelenek, müridi için sadece sığınma evidir. Evin bakımını da geleneğe bırakır. Ama kaplumbağa kabuğu gibi onu taşımakla, haldeki taarruzları da gelenekle karşılar. Bu şekilde onun daha çok hasar almasına neden olur. Bu arada geleneğin kabuğuna sıkışarak, başını dışarı çıkaramaz hale gelir.

 

Bir başka deyişle, geleneğin kutsanması taassubu, tabulaştırmayı ve akışkan geleneğin donmasını beraberinde getirir. Aslında yüzeyde olan donmanın, alt kısımlarda akışkan devamlılığının farkında olmadan, o yüzeydeki buzları gelenekleştirir. Farkına vardığı noktada gelenek sandığı buzlar da zaten alttan aşınmayla erimiş ve geleneği bitirmiştir.  O hala donan yüzeyde yürüme çabasıyla hareket eder.

 

Diğer bir gelenek algısı problemi ise, gelenekteki kimi hala geçerli ve gerekli olan unsurları geleneğin tamamına teşmil etmek suretiyle kutsanmasıdır. O kül’den hiçbir cüzü bu kutsiyet halesinden uzak tutmama hissi. Ve bununla gelen vehim ve paranoyak korkular.  Arkasından “kurtarıcı” beklentisi ve “tek yolcu” sultacı mantık gelir. Gelenek artık total algıları üreterek totaliter bir insan üretim mekanizmasına döner.

 

Anlamadan yüceltme hissi de gelenek müridinin özelliklerindendir.

Gelenek genellemekten ibaret kaldıkça Hakikatler ve güzellikler ancak ayrıntılarda ortaya çıkar. Tersini ifade ederseniz, gene bu ifade geçerlidir. Gelenek müridi ise anlayarak seçmemiş, olanı taklit ve takdis etmiştir. “Ya atalarınız yanılıyordu ise?”  kelamının deruni çağrışımlarına kulak tıkar. Bu manada gelenek, aslında ecdat kutsamaktan öteye gitmez.  Ankebut suresindeki:  “Siz Allah’ı bırakıp putlara taptınız. Tek sebep, bu dünyada kendinize (ve atalarınıza) karşı duyduğunuz sevgiye esir olmanızdı” ayeti de bu konuyu muhatap almaktadır. Geleneği yüceltmek suretiyle gelenek müridi aslında kendini yüceltmek ister. Telafi psikolojisinin tarihsel izdüşümünde bir seyir defteri olarak kalır.

 

Geleneği aşma gayreti, istidadı ve enerjisi gelenek müritlerinde yoktur. Geleneğin değeri onda--kendisi anlamlandıramasa da--sadece geleneğin eski veya yaşlı olmasıdır. Ölmek veya ortadan kalkmış olmak kavramları da buna takdis usulü açısından katkı yapar. Hâlbuki toplum “yaşamaya” devam eder. Her “giden” onun gözünde “yeri doldurulamayanlar” listesindeki panoramaya eklenir. Sorarsanız boşalan yerin niye dolmadığını, size amiyane-velev ki hasbi olsun-ifadelerle ancak anlatacaktır meramını.  Mürit geleneği yazmak yerine, geleneğe yazılır.

 

Ve gelenek mürtetleri sahneye çıkarlar…

 

Neler Söylendi?

DİĞER YAZILARI MUHSİN BAŞKAN Mum Titrer Hanemizde Ülkücülük CHP'yi Ne Zaman Sevdim İSLAMCILIKLA MÜSLÜMANI, TÜRKÇÜLÜKLE TÜRKÜ YABANCILAMAK SOSYAL MEDYANIN SOS'LARI PARALEL YAPI Bosna'daki Türk Üniversitesi: IUS DER SPİEGEL "BOYUN EĞME" DİYOR DEVRİM Mİ DEDİNİZ? BİRLİK VE BERABERLİK NEDİR? DİL TARİH VE İDEOLOJİ AYNAYI ARAMAK... MAKULLER AKİLLERE KARŞI VEDA HUTBESİNİ OKURKEN HİNLİK VE HAİNLİK ÖTESİNDE TARİHE BAKMAK ALPEREN OLMAK BİR HİLAL BİR İHTİLALDİR DELİLİĞE ÖVGÜ AŞK'A DAİR YAKLAŞIMLAR BİLİM, İDEOLOJİ VE DARVİNİZME DAİR YALAN DÜNYADA GERÇEK TARİH OLUR MU? DELİ DUMRUL'UN KÖPRÜSÜ ORTAYA KARIŞIK HALLERİMİZ EFKAR VE HERZELER YUSUF, ŞEHİR VE TABUYA DAİR EĞİTİME NEDEN HAYIR? EFKAR VE HERZELER "ADAMLARIN" PLANI HER ZAMAN TUTAR MI? İNGİLİZ'CE KONUŞMAK... BEN ÖLÜNCE KİM KALIR? BİLMENİN MALİYETİ NEDİR? BU ÜLKEYİ ANLAMAK... NİYET TAVŞANLARI VE TARİH ŞERİF MARDİN VE CUMHURİYETİN GETTOLARI FERMAN VE FETVA BAYRAMLARDAN BAYRAM BEĞENMEK AŞKIN BAR/KODU MEVSİM SONU İNDİRİMLİ LİBERALCİLİK YOL DA İÇİMİZDE SEYYAH DA! OSMANLI NE ZAMAN ÖLDÜ? SÜRGÜN KAYIP MEDENİYETİ ARARKEN... KÜRDİSTANA DAHA NASIL YARDIMCI OLABİLİRİZ? İKİNCİ YEŞİL KUŞAK PROJESİ NASIL BİR GENÇLİK? KİM KORKAR EBU ZER'DEN? MEHDİ NE ZAMAN GELECEK? "GÜZEL VE YALNIZ ÜLKE"YE Milliyetçilik ve Kürtler İLETİŞİM VE PROPAGANDA BATILILAŞMAK TWITTER'DA KENDİMİZİ OKUMAK "DANIMARKA ÜLKESİNDE KOKUŞAN ŞEYLER" BİSİKLETİN İSLAMİ OLANI FİRAVUN VE HİÇ'LİK KAMUSAL ALAN DÖNÜŞTÜ MÜ? KADIN, ŞEYTAN VE ÖLÜM ÇEVRİM İÇİ AHLAK ÖLÜM VE YAŞAMA KORKUSU KISKANÇLIĞIN KISKAÇLARI 11 Eylül ve ABD YA 12 EYLÜL SONRASI? Korku ve alkışlar arasında Ortadoğu AYDIN, MÜNEVVER VE ENTELEKTÜEL ORTADOĞU'DA OLANLARI ANLAMAK KAVGA NEREDE? KAVGA NEREDE? ORTADOĞU'NUN YENİDEN TASARIMI SUSMAK, PUSMAK VE BİRLİK DİL VE TARİH KAVGAMIZ HOLİGARŞİ Said Nursi ve Cemaat algısı Size “İslamî alt-çevre” diyebilir miyim, “abi”? MUHAFAZAKÂRLIK NEDİR? TÜRK LİBERALİZMİ AŞK MI MAŞUK OLAN? DİN'ERCİLİK SİVİL İTAATSİZLİK NEDİR? NEDEN KÜRT ÇALIŞMALARI ENSTİTÜSÜ? DEĞİŞİM İDEOLOJİSİ VE LİBERAL PROPAGANDA 12 EYLÜL SONRASI UZLAŞMA LİBERAL STATÜKOCULUK UYKUYU ÖLDÜRMEK "EKSİK ETEK" BABİL, DİL VE PROPAGANDA DENKTAŞ'IN ÖLÜMÜ AİKİDO VE "KÜRDİSTAN" DEĞİŞİM TÜRKÇE VE İDEOLOJİ "KASIMPAŞALI" BAŞBAKAN "İBRAHİMİ DİNLER" BİLİMLE DİNİ UYUŞTURMAK KOLTUĞA OTURAN VE KOLTUĞUN OTURDUĞU İNSAN TEMCİT PİLAVI VE YENİ OSMANLI RODRİGEZ NEDEN LİBERAL OLAMAZ? BEN'SİZLİĞE ŞİİR TOPKAPI'DAN DOLMABAHÇE'YE DÜŞERKEN ERBAKAN'I ÖZLERKEN MÜSLÜMAN VE İSLAMCI İSLAM VE FEMİNİZM KAÇIRILAN GÜNDEM BIDEN NOTLARI DEMOKRASİDE KİM KİM ÖPÜYOR ARAF'TA TARİHLERDEN TARİH BEĞENMEK İKİNCİ YEŞİL KUŞAK PROJESİ ARAFTAKİNİ ÖZLEMEK Hayatta Sürgün Olmak AKADEMİSYENLİK KÜRESEL KARADUL TEFRİKALARI GÜNCELLENEN MESİHİ BEKLERKEN TÜRKİYE KOLTUK, TURNUSOL VE KİMLİK BOSNA'DA BİR TÜRK ÜNİVERSİTESİ KOVBOY MEHTERANLA JAZZ ÇALARKEN Amerika ve Anti-Amerikan Kimlikler AMERİKAN KİMLİĞİ VE ŞEYTANLARI DÖNÜLMEZ AKŞAMIN UFKUNDAYIZ KUTLU VEDA DEĞİŞİMİN TÜRKÇESİ VE UYANIŞ TANRI, İNSAN VE TAKVİM ÖDLEK ÖCÜNÜ ALDI MI? Millet Olabildik mi? Zaman, medeniyet ve din Zaman, medeniyet ve din Mehdi’yi beklerken ORTADOĞU VE YENİ İNSAN Kediler, Fareler ve Vatan Kürşat olma vaktidir Gülün Adı, Kadın ve Takva İslamo-Amerikancılık EBCET, CİFR VE TARİH SÜBJEKTİF OLMANIN FAZİLETİ DİPLOMASİMİZ NEREYE? İSTİKLAL MARŞI YENİDEN YAZILABİLİR Mİ? KOKUŞAN BİR ŞEYLER VAR! KÜRESEL KARADULUN AĞLARINDA "Yeni Osmanlı"nın Yeni Haçlılara Yardım Tezkeresi KATLİAMERİKA MAHALLE, BASKILAŞIM VE FİKİR NAMUSU YARASANIN ÇIĞLIĞI VE DİPLOMASİ Ay lav yu, Cani! AŞKIN HALLERİ DOKUZ HECELİLER FİRAVUN... Kadın'ım... 28 Şubat ve Erbakan KADDAFİ'DEN KESESİ Ve Yine Karşınızda Renan, Sykes ve Picot Democoupracy mübarek olsun! FULL'er Yapalım mı, Abi? Ortadoğu'da Sezaryen Mısır'da Karaoke Devrimi Mısır'ı Okurken Obama ve ikinci yeşil kuşak projesi (I) Bir Ortadoğu Masalı Mutlu Oligarşiden Kutlu Oligarşiye Ey zahit, şaraba eyle ihtiram! Bilinç ve Sürgün İbrahim, devir içimdeki putları! İdeolojik dil ve Teolojik Tarih Pardon, Size Demokrasi Diyebilir miyim? Paralel Evren, Küresel İslamcılık Erkekler ne zaman "adam" olur? "Millî" Küreselleşme? AK'Kışşş Kimliklerin Kurdu “Hiç” i öğrenmek GELENEK VE MANKURT Küresel tapınak, yerel rahipler ve Hipnoz Çift-düşün, yeni-konuş! Batı'yı ararken... Aforoz’malar… Halife Ömer Hayek’i ne zaman okumuştu? AĞLAMAKTAN ÇAĞLAMAYA DOĞRU KÜRT'AJ Shalom, Kürdistan! İstiklal marşını yeniden yazmak İslam, Millet, Hilafet ve Siyaset Amerika düşmansız olabilir mi? Mustafa Reşit Paşa'ya Mektup Keşif... Babil’in dil’beri Medeniyetlerin neyi çatışıyordu? Tarihi hangi hikâyeci yazar? Zihin Kontrolü ve Kült YUMURTANIN AK'I, SARISI Ebu Zer’in günlüğü Her şey zıddı ile mi kaim? Melamilik “marka” mıdır? Melâmilik Bir ayrılık, bir yalnızlık, bir ölüm AŞKA DAİR NE VARSA Medya medyumluğu ve wikisızmalar Türkiye, İran ve Dünya Barışı Muhafazakârlık “marka”sı? Füze ümütz! “Van münütz!” Çin'in hafızası ve küresel sistem Kutlu veda Öznellik Öz’neliktir! Hz. İnsan, Hz. Peygamber ve emanet Said Nursi ve tesettür İmam, Örtünme ve Nur Suresi Din duble “yol” mu demekti? Gelenek, mankurt ve reform Aylardan şubat günlerden cuma Alaturkalıktan Kolaturkalığa gelenek Gelenek mürtedi ve kimlik Namus, Kanun ve Fazilete Dair İman "terakkiye" destek midir? Yılmayacağız... ÜÇ TARZ-I MAHALLE VE HAL Hoş geldin, Şeytan! OSMANLI VE NEO-OSMANLI DAYILAR VE DAYILANMALAR Türkiye’de muhafazakârlık ve Dr. Faustus Tesettür neyi örtüyor? Milat oluşturmak Yahudilik bir din mi yoksa ırk mıdır? Tarih satrancını asıl kim oynuyor? Mahalle ve getto Tanrı, totem ve muta nikahı Orta Doğu’mların ebesi ŞOFÖR MAHALLİ BASKISI KÜRESEL İSLAMCILIK RENAN'I VE KENDİMİZİ AŞMAK Medine Vesikası Türk solculuğu ve İslamcılığı Batı’k düşüncelerin Doğu’şu BATI'NIN DEĞERLERİ EVRENSEL MİDİR? NEO-MUHAFAZAKÂRLIK VE YİN-YANG Karadul KEDİLER VE FARELER “Erkekliğin” yasası, “kadınlığın” tasası ON ADIMDA LİBERAL OLMA TÜYOLARI Neden Federasyon? Kaburga kemiklerimdeki sızı? Ortadoğu ve Darbeler "Küreselleşme "millet"e neden karşıdır? TURNUSOL Ya 12 Eylül sonrası? (II) Ya 12 Eylül sonrası? 12 Eylül darbesine nasıl gelmiştik? (II) 12 Eylül darbesine nasıl gelmiştik? (I) Kim ne der? Ne zaman ki…