https://www.egemengazetesi.com/files/uploads/user/0e42907936.jpg
Metin BOSNAK

İSLAM VE FEMİNİZM

26-04-2022 01:49

 

Feminizm karşıtlığını din’lerken

 

Müslüman ülkelerde ve özellikle Türkiye’de en çok “mahalle baskısı” gören bilim İslam ilahiyatı ve insan tabiatıdır. İslam ilahiyatı devlet, hükümet ve cemaat arasında sıkışıp kalmaktadır. Devlet hükümetten, hükümet devletten, cemaat devletten bu alanı koparıp kendi tekeline almak, muhasara, hatta ilhak etmek ister. Nedeni ise, toplumdaki güç ve servet dağılımlarında, devletlerin diplomasilerinde etkili bir kimlik ve ittifak unsuru olmasıdır. Bundan en mustarip olanlar da kadınlardır.

Bu arada,  anlatılanlar öyle “yetmiş yılla” sınırlı değildir! Tarihsel olarak, İslam’a yapılan baskı, hem kendi mahallesinden geldi hem de İslam’a “uzak” mahallelerden. Sünni ilahiyatı, “Mutezili” anlayışları tarih içinden ayıklarken, onları “öteki”leyerek hasımlar ve mahbeslerini oluşturdu. Fitne korkusu, Moğol istilası, İspanyol katliamı, Haçlı Seferlerinin getirdiği “birliktelik” insiyakı, ihtişamın getirdiği otoriter tutumlar, hilafet tartışmaları, siyasal çıkar ve çalkantılar, doğallaşan “koruma” endişeleri, Batı’ya ve sömürgeleştirmeye karşı direnme isteği İslam’ı, onu “korumak” isteyenlerin fanusuna sokmuş oldu. Buna geleneğin tartışılmazlığı ve tefekkürle zuhur eden tekeffür korkusunu da eklemek lazımdır.

Önceleri, “öteki” olarak algılanan diğer dinlere karşı alınan tavır, İslam halkası içindeki diğer farklı yaklaşımlara yöneldi. Şia’dan bazı imamlar, Ebu Hanife gibi bir İmam’ın hocası bile olmuşken, Şii ve Sünni âlem iktidar kavgaları arasında kendi nifak alanlarını oluşturdu. Ehli-i Sünnet akaitte iki, amelde dört sınıfa indirgenirken; Şia ile Sünni gelenek arasında adil davranmayan suskunluk, aslında bizzat İslam’ın emrettiği “adalet” hislerini rencide etti. Halı altına sürülen tarihsel sancı ve nifaklar, Kuran’ı Kerim’in ruhunu incitecek boyutlara bile ulaştı.

Üstelik bu ötekileştirme iştiyakı “İsrailiyat” konusunda aynı titizliği göstermedi. Kıssalara, menkıbelere bürünen hakikatler, aslında İsrailiyat olan tefsirlerle bohçalandı. Bu cümleden olarak, hâlâ kadın konusunda “elma,” “buğday” kıssaları devam eder; hâlâ kadın “fitne, bela, şer” olarak Müslüman erkek ve kadın aklına zerk edilir.

Marifetnâme vb. kitaplarda kişisel gözlemler ve tecrübeler dâhil hemen her şey doğrudan “Hazretleri” ifadesiyle kutsiyet kazanır. İbrahim Hakkı’nın söylediği her şey dini ve din adına olur. Yani bireysel içtihat ve tercihler Ümmeti mündemiç bir kural halini alır. İnsan tiplemelerine dair bahislerden erkeklere dair olanları, aynı nakisaları bu sefer biyolojik farklar açısından yaftalamaya dönüşür: uzun boylu olanların “ahmaklığı,” kısa boylu olanların “fitnebaz” olması gibi. Tabii ki, insan hem kadın hem de kısa boylu olunca fitnebazlığı da katmerleşir! (Marifetname’deki cima’nın yararları konusunu Ali Rıza Demircan’a bırakıyoruz.)

Kadın’ın “kaburga” kemiğinden olması—Kuran’da bu ibareyi bulana ödül verilmeli--ve onu düzeltmenin imkânsızlığı, düzeltme çabasının akim kalacağı ve kadını kıracağına dair avcı kıssaları keyifle anlatılırken, giderek Yahudi erkeklerin “Tanrım sana şükürler olsun ki beni kadın yaratmadın!” türünde bir yaklaşıma dönüşür. Nur Suresi 31. ayeti ezberine alan erkekler, ondan önce gelen 30. Ayetle kendilerini bağlamazlar nedense! Bir kısım İsrailiyat da “töre” adında aslında zaten “Tevrat”tan devşirme geleneği devam ettirir. Ayrıca ebcet ve cifirle Kabala geleneği de İslam’ın bir parçası kılınır.

Gaflet anında “anne” haricinde her “kadın” aynı türe girmeye başlar. “Anne” olan kadın erkeğin neslini devam ettiren bir kuluçka makinesi olarak övgü makamına terfi eder. Yani kadın ancak “anne” olunca biraz Şeytan’dan korunmuş olur zahir. Dahası, anneliği ona erkek bahşettiği için zımnen bu yüceltme erkeğe döner. Allah’ın emri, hadis ve sünnetteki Peygamber tavrı cımbızlanarak ataerkil tahakküm kurgularına dönüşür.

Siyak-sibak kale alınmadan, nüzul sebeplerine bakılmadan erkek lehine yorumlar devreye girer. “Kavvam” kelimesiyle kudret helvası yemiş gibi olan erkek, evliliği de iktidar için meydan savaşına dönüştürür. Hatta bunu kadınlığı ve erkekliği cinsiyete indirgeyerek yapar. Birinci çocuk, hatta birinci erkek çocukla kadını kendine yakın ve “eksik”likten yavaşça arınma yolunda gören erkek, aslında çocukların anne tarafından akrabalarını neden daha fazla sevdiğini anlamadan iktidar alanını da kaybetmiş olur. Akrabalık ilişkilerini “kadın” planladığı için giderek kendi tarafından uzaklaşmaya başlamıştır usulca evdeki iktidarı kaybetmiştir. Yine de bayramlarda “ikinci hatun” hayalleriyle kendini avutmaya devam eder. İrap’tan mahallini arama faslında aslında “hüve”nin gizlice “hıye” olarak dönüştüğü sonradan anlar!

Son zamanlarda İslamcılığın yeni sürümlerine şahit oluyoruz. Kapitalizm, liberalizm ve her nasılsa “demokrasi” ile bile sorunu kalmayan bir yazar, feminist tavırları topa tuttu. Feminizmden ne anladığı belli olmayan, ancak ataerkil erkeğin tahtına tehdit gören yazara göre Feminizm artık “mütedeyyin” çevrelerden gelen kadın yazarları da etkilemiş ve tehlike sirenleri çalmanın vakti gelmiştir. Buna karşılık olarak, bazı kadın yazarlar da ıkına sıkına karşı fikirler kaleme aldılar. Haklı noktalarında eksik olan bir husus, acaba “kadın hakkı” derken “küfre girer miyim?” endişesi idi.

Kapitalizmle ve nimetleriyle pek sorunu olmayan yazarın, kadınları erkek alanlarına sokmak istemeyişi ve bunu da “İslam” açısından bakarak yapması ilginç oldu. Küreselleşmenin önünde durmak yerine, onun rüzgârıyla “kendi polenlerimizi” estiği yöne atalım türünden güzellemeler yapan yazarın, modernite diye adlandırdığı ve kadın hakları konusunda teyakkuza geçtiği hadise aslında kadınların belki İslam’ın üretmediği, ama İslam’a uygun tarzda kadınların haklarını sahiplenmekti. Yani belki Batılının söylemiyle aslında İslam’ın kadına hak gördüğü şeyleri istiyorlardı.

Elbette ki böyle bir tehlikeyi, --küçük olmasa da—büyük cihat bilinciyle ele alması gerekiyordu. Aldı da.  Unuttuğunu sandığım bir konu, yazar eski “İslamcı” damardan kalemine hırs çekerken, aslında İslamcılıktan çok muhafazakârlıktan besleniyordu. Yazdığı bahisler ise, İslam’dan deliller sunarak kadını sindirme projesinde ibaret kaldı.

Vaktiyle İslam’ın Komünizm, Faşizm gibi ideolojilerden neden farklı olduğunu anlatan bir yazar, her nasılsa üst üste kaleme aldığı yazılarda “trafik canavarı” mesabesine indirdiği İslamcı “feminist” yazarları eleştirdi. Onca tecavüz, suiistimal, iğfal, töre adına cinayetler, iş hayatındaki adaletsizlikler, işyeri tacizlerine, hatta kız çocuklarını taciz ve tecavüze kadar bir sürü tüyler ürperten konuda kalemini oynatmayan ya da “dişi kuyruğunu sallamadıkça...” tavrıyla aklımızı oynatan yazar, her nasılsa kadınları seslerini çıkardığı noktada epey şövenist yazılar kaleme aldı.

Feminizmin modernizeyle gelen melanetlerden olduğunu vehmeden yazar, hem Müslüman hem de feminist söylemleri olan kadın yazarları eleştirdi. Bunu yaparken de, aslında “feminist” olmayı neredeyse cürüm ve belki de seküler mantığın muharref bir tezahürü gibi gören yazar aslında gerçeğin bir kısmını izhar ederek daha büyük bir kısmını saklamaktaydı. Mesela, “kocaya secdeye” yönelik ifadeyi severken, Hz. Peygamber’in eşlerine ve kızlarına tavrını bir kenara mı atmıştı? Çevrim dışı olarak ecnebilere İslam’ın kadına verdiği haklardan bahsedip, çevrim içi olarak “unutun, hepsi şakaydı” tavrının acaba İslam’a, aileye, entelektüel bakışa nasıl bir harbi kıymeti olabilir? Kaburgalarımız kırılmadan devam edelim…

 

KIRILAN KABURGA KEMİKLERİ VE FEMİNİZM

1848 yılı iki önemli olaya şahitlik etti.  Biri Marks’ın Komünist Manifesto’sunun yayımlanmasıydı. Diğeri ise, Amerikalı bazı kadın gruplarının Seneca Falls’da yaptığı toplantı. Her iki olay da farklı sınıftaki insanların ezildiklerinden dem vuruyordu.

Marks Darvin’in fikirlerinden ilham almıştı. Natüralizmin prensiplerini de sosyolojik bakış açısına katarak, toplumu ekonomik ilişkiler açısından incelemiş, ekonomik ilişkiler yumağı içindeki toplumsal kurumların “altyapı” ve “üstyapı” oluşturmaları üzerinde durmuştu.

Darvin, hayvanlar arasındaki “en güçlü olanın yaşaması” esası üzerinde durmuştu. Marks, toplumsal ilişkilerde ekonomik açıdan daha güçlü olanların--üstelik de zayıf olanları sömürerek--zayıf olanların aleyhine işlediği sonucuna varmıştı. Bunu yaparken Marks üretimde esasın “emek” olmasına rağmen, emekçilerin “artı değer” olarak yine güçlü olanların (yani sermayenin) daha da büyümesine yarayan bir ağ kurduğunu ifade ediyordu.

Benzeri şekilde, Amerikan Bağımsızlık Savaşını yaşayan Amerikalılar, daha önceleri imkânsız sandıkları bir gücü, yani “ceberut” İngiliz sultasını, en azından resmi anlamda topraklarından atmayı başarmışlardı. “Amerikalı” kimliğini böylelikle kazanan ve tarih sahnesine Cumhuriyet olarak yeniden doğduğuna inanan Amerikalılar, önce herkesin aynı oranda bağımsızlık mücadelesine katkıda bulunduğunu sanıyorlardı. Yavaş yavaş durumun olmadığını anlamaya başladılar. Daha bir Cumhuriyet nesli ömrünü tamamlamadan, yeni bir sancının eşiğine geldiler: Kuzey-Güney Savaşı.

Her iki savaşın da insanlara kazandırdığı bazı özellikler oldu. Öncelikle, farklı kesimlerden insanlar--daha önceleri olmadığı kadar--siyasi birliktelikler oluşturup beraber bir amaç uğruna hareket etmenin ve örgütlenmenin yararını gördüler. Daha önceleri enerjilerini yeni coğrafyalar keşfetmek ve ondan kendilerine hisse çıkarmayı amaçlayan ferdiyetçi kitleler, daha toplumsal amaçlı birliktelikler oluşturmayı becerebildiler.  

Bir başka önemli değişim daha vardı. Erkek egemen savaşlarda yetişkin erkekler cephede ve cephe gerisi levazımat işlerinde yer aldıklarından, sivil hayatta erkeklerden boşalan yerleri birçoğu kadınlara kaldı. İlk zamanlarda bocalayan kadınlar daha sonra “erkek işlerini” öğrenmeye başladılar. Hemşirelik gibi kimi işler haricinde, kadınlara kapalı olan cephe işleri böylelikle kadınlara sivil hayatta bir şeyler yapma imkânını zorunlu olarak vermiş oldu.  Çocukların eğitimi de bu dönemlerde hemen tamamen kadınlara kaldı. Dolayısıyla her iki savaş da Amerikalı kadınların sosyal hayatlarında çok etkili oldu.

Daha önce İngilizlerin yaptığı işleri kendileri de yapabildiğini gören Amerikalı erkekler gibi kadınlar da erkeklerin yapabildiği işlerde başarılı olabileceklerini gördüler. Psikolojik olarak arada vehmedilen kimi farkların olmadığı sonucuna vardılar.

Aynı psikolojiyi siyahlarda da görmek mümkündür. Şuuraltındaki kimi komplekslerin yıkılma zamanıydı onlar için. Özellikle kölelik karşıtı ve taraftarı olmakla özdeşleştirilen--ama aslında siyasi ve ekonomik savaşın ta kendisi olan--iç savaştan iki unsur çok değişerek çıktı. Kadınlar ve siyahlar. Tamamen şuuraltı çağrışımlarıyla “kölelere özgürlük!” faaliyetleri kadınlara özgürlük ve eşitlik sloganlarına dönüşmeye başladı. 

Bu durum hemen her kadında olan bir “uyanış” anlamına gelmiyordu elbette.  Eğitim ve etkinlik alanları olan Başkanının eşi Abigail Adams gibi kadınlardan, ilk kadınların mevcut durumlarına olan itiraz veya serzenişlerle başladı. Siyahlar beyaz erkeklerin nazarında neyse, beyaz kadınlar da siyah erkeklerden biraz yüksek, beyaz erkekten daha düşük bir konuma sahipti. Miras ve diğer medeni haklar dâhil kadınlar pek çok haktan mahrum idiler.  

Siyah kadın da siyah erkeklere oranla daha düşük bir konumu geleneksel olarak kabullenmişti zaten. Böylesi bir katmanlaşma olan toplumda farklı grupların taraçalama usulüyle birbirine destek olduğu bir yapısallaşma vardı.

Köleliğe karşı verilen savaş bitmiş, ama kölelik bitmemişti. Savaş zamanlarında “biz” diye kitleleri harekete geçirenler aslında o “biz”in içine çok dar bir kitlenin girdiğini kendileri biliyorlar, fakat savaş sonrasında ortaya çıkan bu durumu insanlara anlatmıyorlardı.  Efendiler değişmiş, kölelerde değişiklik pek olmamıştı. Yerliler zaten hepten “şeytandı”! Amerikan cennetindeki Âdem’i tehdit ediyordu. Çinliler ve diğer gruplar ya “sapık inançlı” ya da Allah’ın “belası”, ama az parayla çok iş yapan gerekli unsurlardı. 

Her ideoloji toplumdaki güçsüz kitlelerin sırtında iktidara tırmanır, sonra onların tepelerine otururdu. Lidya ile Habil’in birleştiği noktaydı yeni kurumsallaşmalarla gelen güç odaklanmaları. Önce sorunlar biterdi, sonra sesler, sonra sözler, sonra o sorunu bitirenlerin bir kısmı. Övülmekten, düşünmeye vakit bulmak çok zor olurdu böylesi zamanlarda.  

 Zaten 17. yüzyılda kadınlar üç temel kategoride yer alıyorlardı tanıtımlık olarak: Onlar ya “çenebaz” idiler ya “itaatkâr eş” ya da “Âdem’in kaburga kemiği” idiler. Zaten Yehova kadını erkeğe “yardımcı olsun”, “canı sıkılmasın” diye yaratmıştı! 

Kadınlar da kendilerine biçilen rolü oynamak ve başka şeyleri kurcalamamak zorunda idiler.  Zaten Batı’ya göç sırasında erkeklere de epey “ayak bağı” olmuşlardı.  Onların tahsil yapmaları da “gereksizdi.” Bildiklerini kullanmayacaklardı nasılsa.  Kadınla bilgi bir araya gelince, tehlike baş gösteriyordu! Dahası onlar tahsil içi zihin gücünden “mahrumdular”. 

Eğitim alanlar kadınlar ya İngiliz aristokrasisinin uzantılarıydı veya tahsillerini özel hocalar vasıtasıyla hallediyordu--ki bu da onlara daha eğitimli ve zengin eşler bulabilmeleri için potansiyel bir denge imkânı sağlıyordu. Entelektüel olmaları zaten “muhaldi”.  18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ya korsan olarak basılan İngiliz yazarların ya da onları taklit eden Amerikalı yazarların eserlerini okumak durumundaydılar.

Tabii ki onların yoldan çıkmalarını engellemek için sapkın türdeki eserler sansürlenip yasaklandı. Ağırlık onların iyi eş olmalarına yardımcı olacak kitaplara ve dergilere verildi. Babasının kızı kaldıklarında zaten bir kimlik gerekmiyordu, zaten evlendiklerinde de eşlerinin kimliği onlar için yeterli idi.  Onların işlerini zorlaştırmadan, kendilerini bu alanlarda yetiştirmeleri en iyi yoldu.

Dinin kadınlara daha çok hitap ettiği, kadınların fıtraten dine daha yatkın olduğu inancı oldukça yaygındı. Erkekler sosyo-ekonomik arenada matadorlar peşinden koşturan kızgın boğa gibi olmalıydı. Dinin alanı, ekonominin alanının başladığı yerde bitiyor, orada başka kanunlar, hükümler, başka kimlikler yarışıyordu. O halde arenadan çıkıp evine dönen erkeğin istediği dışarıdaki yorgunluğunu kendisine unutturacak unsurlardı.

Kaburga kemiklerimde bir sızı var: Siyah, ezilmiş, kırılgan ve kindar… 

Ha bir de dindar!

 

Neler Söylendi?

DİĞER YAZILARI MUHSİN BAŞKAN Mum Titrer Hanemizde Ülkücülük CHP'yi Ne Zaman Sevdim İSLAMCILIKLA MÜSLÜMANI, TÜRKÇÜLÜKLE TÜRKÜ YABANCILAMAK SOSYAL MEDYANIN SOS'LARI PARALEL YAPI Bosna'daki Türk Üniversitesi: IUS DER SPİEGEL "BOYUN EĞME" DİYOR DEVRİM Mİ DEDİNİZ? BİRLİK VE BERABERLİK NEDİR? DİL TARİH VE İDEOLOJİ AYNAYI ARAMAK... MAKULLER AKİLLERE KARŞI VEDA HUTBESİNİ OKURKEN HİNLİK VE HAİNLİK ÖTESİNDE TARİHE BAKMAK ALPEREN OLMAK BİR HİLAL BİR İHTİLALDİR DELİLİĞE ÖVGÜ AŞK'A DAİR YAKLAŞIMLAR BİLİM, İDEOLOJİ VE DARVİNİZME DAİR YALAN DÜNYADA GERÇEK TARİH OLUR MU? DELİ DUMRUL'UN KÖPRÜSÜ ORTAYA KARIŞIK HALLERİMİZ EFKAR VE HERZELER YUSUF, ŞEHİR VE TABUYA DAİR EĞİTİME NEDEN HAYIR? EFKAR VE HERZELER "ADAMLARIN" PLANI HER ZAMAN TUTAR MI? İNGİLİZ'CE KONUŞMAK... BEN ÖLÜNCE KİM KALIR? BİLMENİN MALİYETİ NEDİR? BU ÜLKEYİ ANLAMAK... NİYET TAVŞANLARI VE TARİH ŞERİF MARDİN VE CUMHURİYETİN GETTOLARI FERMAN VE FETVA BAYRAMLARDAN BAYRAM BEĞENMEK AŞKIN BAR/KODU MEVSİM SONU İNDİRİMLİ LİBERALCİLİK YOL DA İÇİMİZDE SEYYAH DA! OSMANLI NE ZAMAN ÖLDÜ? SÜRGÜN KAYIP MEDENİYETİ ARARKEN... KÜRDİSTANA DAHA NASIL YARDIMCI OLABİLİRİZ? İKİNCİ YEŞİL KUŞAK PROJESİ MHP NEREYE GİDİYOR? NASIL BİR GENÇLİK? KİM KORKAR EBU ZER'DEN? MEHDİ NE ZAMAN GELECEK? "GÜZEL VE YALNIZ ÜLKE"YE Milliyetçilik ve Kürtler İLETİŞİM VE PROPAGANDA BATILILAŞMAK TWITTER'DA KENDİMİZİ OKUMAK "DANIMARKA ÜLKESİNDE KOKUŞAN ŞEYLER" BİSİKLETİN İSLAMİ OLANI FİRAVUN VE HİÇ'LİK KAMUSAL ALAN DÖNÜŞTÜ MÜ? KADIN, ŞEYTAN VE ÖLÜM ÇEVRİM İÇİ AHLAK ÖLÜM VE YAŞAMA KORKUSU KISKANÇLIĞIN KISKAÇLARI 11 Eylül ve ABD YA 12 EYLÜL SONRASI? Korku ve alkışlar arasında Ortadoğu AYDIN, MÜNEVVER VE ENTELEKTÜEL ORTADOĞU'DA OLANLARI ANLAMAK KAVGA NEREDE? KAVGA NEREDE? ORTADOĞU'NUN YENİDEN TASARIMI SUSMAK, PUSMAK VE BİRLİK DİL VE TARİH KAVGAMIZ HOLİGARŞİ Said Nursi ve Cemaat algısı Size “İslamî alt-çevre” diyebilir miyim, “abi”? MUHAFAZAKÂRLIK NEDİR? TÜRK LİBERALİZMİ AŞK MI MAŞUK OLAN? DİN'ERCİLİK SİVİL İTAATSİZLİK NEDİR? NEDEN KÜRT ÇALIŞMALARI ENSTİTÜSÜ? DEĞİŞİM İDEOLOJİSİ VE LİBERAL PROPAGANDA 12 EYLÜL SONRASI UZLAŞMA LİBERAL STATÜKOCULUK UYKUYU ÖLDÜRMEK "EKSİK ETEK" BABİL, DİL VE PROPAGANDA DENKTAŞ'IN ÖLÜMÜ AİKİDO VE "KÜRDİSTAN" DEĞİŞİM TÜRKÇE VE İDEOLOJİ "KASIMPAŞALI" BAŞBAKAN "İBRAHİMİ DİNLER" BİLİMLE DİNİ UYUŞTURMAK KOLTUĞA OTURAN VE KOLTUĞUN OTURDUĞU İNSAN TEMCİT PİLAVI VE YENİ OSMANLI RODRİGEZ NEDEN LİBERAL OLAMAZ? BEN'SİZLİĞE ŞİİR TOPKAPI'DAN DOLMABAHÇE'YE DÜŞERKEN ERBAKAN'I ÖZLERKEN MÜSLÜMAN VE İSLAMCI KAÇIRILAN GÜNDEM BIDEN NOTLARI DEMOKRASİDE KİM KİM ÖPÜYOR ARAF'TA TARİHLERDEN TARİH BEĞENMEK İKİNCİ YEŞİL KUŞAK PROJESİ ARAFTAKİNİ ÖZLEMEK Hayatta Sürgün Olmak AKADEMİSYENLİK KÜRESEL KARADUL TEFRİKALARI GÜNCELLENEN MESİHİ BEKLERKEN TÜRKİYE KOLTUK, TURNUSOL VE KİMLİK BOSNA'DA BİR TÜRK ÜNİVERSİTESİ KOVBOY MEHTERANLA JAZZ ÇALARKEN Amerika ve Anti-Amerikan Kimlikler AMERİKAN KİMLİĞİ VE ŞEYTANLARI DÖNÜLMEZ AKŞAMIN UFKUNDAYIZ KUTLU VEDA DEĞİŞİMİN TÜRKÇESİ VE UYANIŞ TANRI, İNSAN VE TAKVİM ÖDLEK ÖCÜNÜ ALDI MI? Millet Olabildik mi? Zaman, medeniyet ve din Zaman, medeniyet ve din Mehdi’yi beklerken ORTADOĞU VE YENİ İNSAN Kediler, Fareler ve Vatan Kürşat olma vaktidir Gülün Adı, Kadın ve Takva İslamo-Amerikancılık EBCET, CİFR VE TARİH SÜBJEKTİF OLMANIN FAZİLETİ DİPLOMASİMİZ NEREYE? İSTİKLAL MARŞI YENİDEN YAZILABİLİR Mİ? KOKUŞAN BİR ŞEYLER VAR! KÜRESEL KARADULUN AĞLARINDA "Yeni Osmanlı"nın Yeni Haçlılara Yardım Tezkeresi KATLİAMERİKA MAHALLE, BASKILAŞIM VE FİKİR NAMUSU YARASANIN ÇIĞLIĞI VE DİPLOMASİ Ay lav yu, Cani! AŞKIN HALLERİ DOKUZ HECELİLER FİRAVUN... Kadın'ım... 28 Şubat ve Erbakan KADDAFİ'DEN KESESİ Ve Yine Karşınızda Renan, Sykes ve Picot Democoupracy mübarek olsun! FULL'er Yapalım mı, Abi? Ortadoğu'da Sezaryen Mısır'da Karaoke Devrimi Mısır'ı Okurken Obama ve ikinci yeşil kuşak projesi (I) Bir Ortadoğu Masalı Mutlu Oligarşiden Kutlu Oligarşiye Ey zahit, şaraba eyle ihtiram! Bilinç ve Sürgün İbrahim, devir içimdeki putları! İdeolojik dil ve Teolojik Tarih Pardon, Size Demokrasi Diyebilir miyim? Paralel Evren, Küresel İslamcılık Erkekler ne zaman "adam" olur? "Millî" Küreselleşme? AK'Kışşş Kimliklerin Kurdu “Hiç” i öğrenmek GELENEK VE MANKURT Küresel tapınak, yerel rahipler ve Hipnoz Çift-düşün, yeni-konuş! Batı'yı ararken... Aforoz’malar… Halife Ömer Hayek’i ne zaman okumuştu? AĞLAMAKTAN ÇAĞLAMAYA DOĞRU KÜRT'AJ Shalom, Kürdistan! İstiklal marşını yeniden yazmak İslam, Millet, Hilafet ve Siyaset Amerika düşmansız olabilir mi? Mustafa Reşit Paşa'ya Mektup Keşif... Babil’in dil’beri Medeniyetlerin neyi çatışıyordu? Tarihi hangi hikâyeci yazar? Zihin Kontrolü ve Kült YUMURTANIN AK'I, SARISI Ebu Zer’in günlüğü Her şey zıddı ile mi kaim? Melamilik “marka” mıdır? Melâmilik Bir ayrılık, bir yalnızlık, bir ölüm AŞKA DAİR NE VARSA Medya medyumluğu ve wikisızmalar Türkiye, İran ve Dünya Barışı Muhafazakârlık “marka”sı? Füze ümütz! “Van münütz!” Çin'in hafızası ve küresel sistem Kutlu veda Öznellik Öz’neliktir! Hz. İnsan, Hz. Peygamber ve emanet Said Nursi ve tesettür İmam, Örtünme ve Nur Suresi Din duble “yol” mu demekti? Gelenek, mankurt ve reform Aylardan şubat günlerden cuma Alaturkalıktan Kolaturkalığa gelenek Gelenek mürtedi ve kimlik Namus, Kanun ve Fazilete Dair İman "terakkiye" destek midir? Yılmayacağız... ÜÇ TARZ-I MAHALLE VE HAL Hoş geldin, Şeytan! OSMANLI VE NEO-OSMANLI DAYILAR VE DAYILANMALAR Türkiye’de muhafazakârlık ve Dr. Faustus Tesettür neyi örtüyor? Milat oluşturmak Yahudilik bir din mi yoksa ırk mıdır? Tarih satrancını asıl kim oynuyor? Mahalle ve getto Tanrı, totem ve muta nikahı Orta Doğu’mların ebesi ŞOFÖR MAHALLİ BASKISI KÜRESEL İSLAMCILIK RENAN'I VE KENDİMİZİ AŞMAK Medine Vesikası Türk solculuğu ve İslamcılığı Batı’k düşüncelerin Doğu’şu BATI'NIN DEĞERLERİ EVRENSEL MİDİR? NEO-MUHAFAZAKÂRLIK VE YİN-YANG Karadul KEDİLER VE FARELER “Erkekliğin” yasası, “kadınlığın” tasası ON ADIMDA LİBERAL OLMA TÜYOLARI Neden Federasyon? Kaburga kemiklerimdeki sızı? Ortadoğu ve Darbeler "Küreselleşme "millet"e neden karşıdır? TURNUSOL Ya 12 Eylül sonrası? (II) Ya 12 Eylül sonrası? 12 Eylül darbesine nasıl gelmiştik? (II) 12 Eylül darbesine nasıl gelmiştik? (I) Kim ne der? Ne zaman ki…