ESKİ RAMAZAN SOFRALARINI KİM ÖZLEMEZ

Ramazan, bir zamanlar tam bir bereket dönemi olurdu, hiçbir fakirin; asla mağdur edimediği bir ay olarak bilinen Ramazan'da, muhtaç kişilere, oldukça bol bulamaç yardım dağıtılırdı.

3. Sayfa - 30-06-2014 16:06

ESKİ RAMAZAN SOFRALARINI KİM ÖZLEMEZ

Hatta ve hatta; Osmanıl'da, 1501-1889 yılları arasında, Ramazan dönemlerinde İstanbul'a, ek olarak on binlerce büyük ve küçükbaş hayvan getirttirilir, gerek saray, gerek konak iftar davetlerinde; gerekse yardım dağıtımlarında et sıkıntısı yaşanmaması sağlanırdı. 

Memuriyete geçerek, aktif gazetecilği bırakmasının ardından, gönüllü olarak Türk ve Dünya Mutfağı üzerine çok kıymetli araştırmalara imza atan Uluslararası Mutfak Sanatçıları ve Gurmeler Birilği Türkiye Masası Yönetim Kurulu Üyesi Boğaç Yüzgül, bu kez de eski Ramazan ayı gelenekleri ve iftar sofraları ile ilgili çarpıcı bilgiler ortaya koydu. 

İşte o araştırmanın tam metni:

'... Ramazan ayı, Osmanı Saray Mutfağı'nın da en hareketli olduğu zamanlardı. Saraya sadece hamur tatlıları, çorbalar ve özel ekmekler için, normalin beş misli un sıpariş edilirdi. Çeşnicibaşı ve ttalıcıbaşılar; Ramazan'dan bir hafta önce, esnafta bildiği ve güvendiği en az on-onbeş ek ustayı saraya getirir, Ramazan boyunca, yüzlerce tepsi baklava, tulumba, lokma ve diğer hamur atlıları yaptırılırdı. 

1641 Ramazan ayında, 29 günde sarayda tam 1411 tepsi baklava, sarı burma, vezir parmağı ve saray sarması yaptırılıp dağıtıldığı tespit edimiştir. 

Osmanıl'da, 1501-1889 yılları arasında, Ramazan dönemlerinde İstanbul'a, ek olarak on binlerce büyük ve küçükbaş hayvan getirttirilir, gerek saray, gerek konak iftar davetlerinde; gerekse yardım dağıtımlarında et sıkıntısı yaşanmaması sağlanırdı. Kurban'daki kavurmanın aksine, etler; muhtaç halka butlar halinde dağıtılır, iyi muhafaza edilmesi için, tavsiye fermanları yayınlanırdı. 

Eski ramazanlarda İstanbul'daki saraylara, konaklara ya da eşrafın evine gidenler iftar saati ise teklifsiz ağırlanırdı. 

Zira varlıklı olanlar kapılarını muhtaç olanlara cömertçe açardı. 

Çorba olmazsa olmazlardandı ve en çok da düğün çorbası ile keşkek çorbası pişirilirdi. 

Bazı tarihçiler, İstanbul'un manolay, lale ve erguvan kokusunun; Ramazan ayalrında yerini yemek kokularna bırkatığın yazmılardı. 

Eski ramazan ayları toplum yaşamında özlemle beklenir, canlılık, hareketlilik yaratır, toplar, davullarla karşılanır, kandiller, ibadetlerle uğurlanırdı.

O dönemde camiler şehri İstanbul, kandiller mahyalarla ışıklandırılır, teravih namazından sonra caddeler, parklar, türbeler, kahveler kalabalıklaşr, eğlence yerleri insanlarla dolar, taşardı.  Ramazan ayında hırka-ı şerif ziyaret edilir, kadir gecelerinde yoksullara sadaka dağıtılırdı.

Yine bir tespite göre, 1564 Ramazan ayında, Ramazan ayının beşinci günü, Topkapı Sarayı girişinden, bugünkü Laleli meydanına kadar devsa bir iftar sofrası kurulmuş, iftara katılan on bini aşkın İstanbul halkına; düğün çorbası, zengin iftariyelik, su böreği, lahana sarması, yaprak sarması, turşu kavurması, iç pilev, tandır ve fıstıklı baklavadan oluşan zengin bir mönü ikram edilmiş. 

Sahur vaktini mahalle bekçileri davullarla duyururdu. Bayramın ilk günü fakir fukara davul zurna çalıp, maniler söyleyerek mahalleleri dolaşır, harçlık toplardı. Ağbani sarıklı poturlu bekçiler kadir geceleri ellerinde fenerlerle dolaşır maniler okur, mahalle sakinlerinin yaşamını adeta renklendirirdi. Şehzadebaşı, Sultanahmet, Galata, Üsküdar, Kağıthane, Eyüp ramazanın gözde mekanlarıydı. Bu semtlerdeki şerbeçi, tatlıcı, börekçi, meyveci tezgahları, dükkanlar insanlarla dolar taşar, hurma, kuru üzüm ve kayısı satışları artar, esnafın yüzü gülerdi. Şehzadebaşı ve Fener'de ise kantocular sahne alır, türküler söylenir, sazlar çalınır, Karagöz ve Hacivat her yaştaki insanın en büyük eğlencesi olurdu. Mahalle mahalle dolaşan hokkabazları da unutmamak gerek. Kısaca Ramazan ayı ibadet, bolluk, bereket demekti.

Gerçek manada sofra kültü ise, II. Mahmut ile başladı. II. Mahmut, Fransız mutfak kültrü ile sofra kurduran ilk padişahtı. 

Osmanlı padişahı II. Mahmut yeniçeri ocağını kaldırdıktan sonra kılık kıyafet ve ev yaşamında Batıya dönük bir yenilenme dönemi başlatmıştı. Bu dönemde sofra usulü ve masa sandalye kullanılmaya, ilgi görmeye başlamıştı ama yaygınlaşması 19. Yüzyılın sonlarını bulacaktı. 

II. Mahmut'a ait altın murassa çatal bıçak takımını Hüsrev Paşa takdim etmiş, böylelikle devrin vükelası,  uleması, saray erkanı, vezirleri AlaFranga yemekleri, yeni sofra adabını tanımaya başlamışlardı. 

Ramzan ayında soslu yemekler ve soslo çorbalra da ilk o dönemde gelişmiştir. 

Yabancı elçilerin, devlet ileri gelenlerinin yaptığı ziyaretlerde hanedan konaklarında ya da saraylarda A La Franga et, balık ızgara tava çeşitleri, salatalar, tatlılar usta aşçılar tarafından hazırlanır misafirler ağırlanırdı. Ama o dönemde, varlıklı kimselerin iftar sofraları henüz yerde kuruluyordu. Ortaya bir sini, üstüne işlemeli beyaz bir örtü konuyor, sininin üzerine yuvarlak bir tepsi yerleştiriliyor, tatlı ve tuzlu çeşitleriyle iftariyelikler tepsiye özenle diziliyordu. Vişne, kayısı reçeli yanında peynir çeşitleri, sucuk, hurma, frenk üzümü, ünnap, balık yumurtası, bal, baklava bu tepsilerin değişmezleriydi. Oruç açıldıktan sonra tepsiler kalkar, sininin orta yerine yeni konan bakır işlemeli bir tepside yemekler yenirdi.Ramazanlarda yemek tablasında iftariyelik en az dört çeşit çorba, pirzola, tavuk, sebze, nohutlu pilav, mevsimine göre de meyve çeşitleri dizilirdi. Hamur tatlısı, sütlaç yanında tavukgöğsü veya muhallebi en çok tercih edilen tatlılardı. Eski ramazanlarda İstanbul'daki saraylara, konaklara ya da eşrafın evine gidenler iftar saati ise teklifsiz ağırlanırdı. Zira varlıklı olanlar kapılarını muhtaç olanlara cömertçe açardı.

Ramazan çevresinde gelişen mutfak kültürümüzün önemli bir bölümünü Ramazan hazırlıkları oluştururdu. 

Bugünkü gibi her mevsimde bütün sebze, meyve, kuru yiyeceklerin bulunmadığı eski ramazanlarda iftar ve sahurda yenilecek yemeklerin malzemesi ucuz ve bol bulunduğu mevsimlerde Ramazan ayı için özel olarak hazırlanır ya da satın alınırdı.

Halk arasında ramazanlık ya da ramazaniyelik olarak adlandırılan; önceden toplu olarak satın alınan, üretilip hazırlanan bu yiyecekler özellikle kış aylarına rastlayan Ramazanlarda önem kazanırdı. Geleneksel mutfağımızda başlı başına bir zenginlik gösteren ramazan hazırlıkları şunlardır:

Pastırma, sucuk, kavurma benzeri et mamulleri. Yeşil fasulye, patlıcan, kırmızı biber kurutmaları. Çeşitli turşular. Peynir, yağ türleri. Başta tarhana olmak üzere çorbalıklar. Reçel, pestil ve marmelât çeşitleri. Vişne, zerdali, erik vb. hoşaflıklar. Bulgur, erişte, pirinç ve makarnalar. Domates ve biber salçaları, kuru yufkalar vb. ekmek çeşitlerinin hazırlanması.


Ramazanlıkların önemli yanı en az bir ay yetecek ölçüde hazırlanması ya da satın alınmasıydı. Diğer zamanlarda günlük, haftalık ihtiyaç kadar satın alınan un, yağ, şeker en az Ramazan boyunca yetecek ölçüde çuval ve tenekelerle satın alınırdı. Buna bazı yörelerimizde ramazan tedariki de denirdi.


Geçen yüzyılın başlarında İstanbul hayatı hakkında önemli bilgiler veren “Osmanlı Adet, Merasim ve Tabirleri” adlı eserinde Abdülaziz Bey, Ramazan hazırlıklarını şöyle anlatır:


“Bütün İslam dünyasında ve Osmanlı ülkesinde Ramazan ayına çok önem verilirdi. İki-üç ay kala her evde hazırlık ve tedarik başlar. Halk sair günlere ait erzak ve ev ihtiyaçlarına ek olarak, imkânları nispetinde reçeller, sucuk veya pastırma, zeytin, peynirler, şerbetlik şekerler, şuruplar, kâfi miktarda şeker ve hoşaflıklar, güllaç, çorbalıklar alır, ayrıca hanedeki sahan, tencere, sini gibi bakır kapların hepsi kalaylanır, hallaçlar çağrılır, yatak takımlarının yün ve pamukları attırılırdı. Kübera yeni kürkler, elbiseler ve seccadeler alır, hanımlar Ramazanda giymek için kendilerine ve cariyelerine elbiseler yaptırırlar, hatta kibarların bazıları oda döşemelerini bile yeniletirlerdi. Yine herkes kudretine göre Ramazanda kullanılmak üzere zarif kahve zarf ve fincanları, su bardakları, kıymetli kaşıklar alır, çocukların hoşlarına gitsin diye sapı düdüklü kaşıklar tedarik edilir, elbiseler diktirilirdi. Çarşı pazarlarda bakkallar demet demet renkli bağlara bağlanmış güllaçlar, sucuk veya pastırmalar asar ve her türlü erzaklarını teşhir eder, şekerci dükkânlarında türlü reçel numuneleri birer ufak tabak içine konur, dükkânlar envai şerbetlik, şekerler ve haması denen şerbetliklerle tezyin edilirdi. Tütüncü dükkânları Ramazan ayı için âlâ Boğça, Yenice ve Samsun tütünleri kıyar, elvan kâğıtlara koyup hazırlarlardı. Bütün mahallelerdeki kahvehaneler silinir, camları temizlenir, hayalciler ve zuhuri kolları icrayı sanat etmek için Dersaadet’in kalabalık yerlerindeki büyük kahveleri kiralarlardı.


Bir tarafta da çorbalara ekmek için çeşitli baharat sergilenir. Kur’an-ı Kerim okunurken yakmak üzere ödağacı, kurs, anber kabuğu gibi buhurlar; tablalar üstünde ağzı pamukla kapatılmış olan çok sayıda küçük şişeler içinde bumbar denen yemekle beraber yenen hardallar; iftarda oruç bozmak için hurma ile çeşit çeşit baharlı elvan renk şekerler bulundurulurdu. Yine bu cami kapılarının dışında tablalarda çeşit çeşit simitler, çörekler ve Ramazan pideleri yer alırdı.”


Hali vakti yerinde olanların hısım ve akrabaya, konu komşuya ramazanlık göndermesi adettendi. Bugün birçok fabrika ve işyerinde Ramazan öncesinde işyeri sahiplerinin çalışanlarına ramazanlık dağıtması o eski geleneğin yaşayan bir uzantısı olarak değerlendirilebilir.


Her yönden gelişen ülkemizde modern tarım ve hayvancılığın imkânlarıyla hemen her mevsimde bütün meyve ve sebzeleri bulmamız mümkün olmaktadır. Öyle tahmin ediyoruz ki yakın bir gelecekte her şeyin bol miktarda ve çeşitte bulunması Ramazan hazırlıklarını bir nostalji olarak belleklerimizde bırakacaktır.


Sahur Yemekleri


Oruca niyet edenlerin Fecr-i sâdık dediğimiz tan yerinin ağarmaya başlamasından önce yedikleri yemeğe sahur denir. Peygamber efendimizce “mübarek yemek” olarak nitelendirilen sahur, oruçlu günün başlangıcıdır.


Oruca niyetlenmiş kimselerin sahur yemeği yemesi müstehaptır. Sahur gündüz oruç tutacak insanı güçlü kılacak bir öğün çeşidi olarak değerlendirilmelidir. Nitekim bir hadis-i şerifte sahur yemeğiyle gündüz orucuna destek sağlanması öğütlenmiştir (İbn Mâce, Saum 22).


Peygamber Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde mealen şöyle buyuruyorlar:

“Sahur yemeği yiyin, çünkü sahurda bereket vardır.” (Riyâzü’s-Salihin Trc. 2/495).

Sahur yemeğinin geciktirilmesi de müstehaptır. Ancak, imsak zamanından önce kesinlikle yiyip içmeye son verilmesi gerekir. 

Advert Advert Advert
Neler Söylendi?
DİĞER HABERLER
KONUK; 22 YIL BOYUNCA KONYA’NIN KÖYLERİNDE HAYATA GERİDE BAŞLAYANLARI ÖNDEKİLERE YETİŞTİRMEK İÇİN ÇALIŞTIM

KONUK; 22 YIL BOYUNCA KONYA’NIN KÖYLERİNDE HAYATA GERİDE BAŞLAYANLARI ÖNDEKİLERE YETİŞTİRMEK İÇİN ÇALIŞTIM

27-10-2021 - 3. Sayfa

Dursun: “Milletin vicdanına ses olmaktadırlar”

Dursun: “Milletin vicdanına ses olmaktadırlar”

20-10-2021 - 3. Sayfa