Sivas
Giriş Tarihi : 29-10-2020 00:15

Sivas DEVA Partisi İl Yöneticisi Prof. Erol “CUMHURİYET, REJİMLERİN EN MÜKEMMELİDİR ANCAK FİDAN GİBİ BAKIM İSTER”

Sivas Deva Partisi İl Yönetim Kurulu Üyesi Prof.Dr.Metin Erol 29 Ekim Cumhuriyet Bayramın’ın anlam ve önemi hakkında gazetemize özel bir açıklama yaptı.

Sivas DEVA Partisi İl Yöneticisi Prof. Erol “CUMHURİYET, REJİMLERİN EN MÜKEMMELİDİR ANCAK FİDAN GİBİ BAKIM İSTER”


Prof.Dr.Metin Erol yaptığı açıklamada; İktidarı elinde bulunduranlar, kendilerinden daha eğitimli ve donanımlı yeni nesiller yetiştiremedikleri sürece hem o rejim, hem de o rejimin yönettiği toplum, er ya da geç yoksullaşmakta, kendini geçindiremez bir duruma düşmektedir. O nedenle devletlerin kaderleri yıllarca, bir şekilde yönetim erkini ele geçirmiş olanların, bu gerçeği görmelerine ve ona göre davranıp davranmamalarına bağlı kalmıştır. Ancak insanoğlunun her alanda olduğu gibi siyaset alanında da yapmış olduğu bir icat, devletin ve toplumun kaderini, yazı-tura oyunu olmaktan çıkartmıştır. Bu müthiş icadın adı, “Cumhuriyet rejimi” dir. Cumhuriyet rejimi, yöneticilerinin, kerameti kendilerinde değil, vatandaşlarında gördüğü tek rejimdir. Çünkü cumhuriyet, halkın kendi kendisini yönettiği rejimin adıdır. Oysa Cumhuriyet rejimini önceleyen “Krallık”, “Padişahlık” şeklindeki monarşilerde, yöneticiler ile halk, birbirlerinden kopuk, aralarında herhangi bir bağlantı olmayacak şekilde bloklaşmış iki ayrı sınıftı. Monarklar, halkın sadece kendi görkemli saltanatlarının sürdürülebilmesi için var olduğunu, dolayısıyla hizmet verilmesi değil, hizmet alınması gereken araç olarak varsaymışlardır. Ahali yoksulluktan perişan olsa bile onların şatafatları hiç eksilmemiştir. Ama Monarkların bu tutumları, sonunda kendileriyle birlikte devletlerinin de, tarih sayfalarından silinmesine sebep olmuşlardır. Nitekim 21. Yüzyıla kadar ulaşmış monarşi sayısının yok denecek kadar az olması, bu önermeyi destekler niteliktedir. Aslında bu durum, beklenilen bir şeydir. Çünkü Monarkların öncelikli amaçları, kendi refahlarını garanti altında tutacak kurulu düzeni sürdürmek olmuştur. O yüzden her türlü yenilikçi duygu, düşünce, fikir ve talepleri, düzeni bozabilecek tehditler olarak algılamışlardır. İstedikleri tek şey, halkın mevcut yaşamlarını sürdürmeleri ve kurulu düzeni devam ettirmeleri için bir fotokopi makinesi gibi yeni nesiller üretmektir. Oysa düzeni sürdürme arzusu, eşyanın tabiatına, yani doğaya aykırıdır. Çünkü kaos teorisine göre, düzen daima bozulma eğilimindedir ve bunu önlemek için sisteme daima yeni enerjinin ilave edilmesi gerekir. Bu ilavenin yapılamadığı siyasal sistemler bozulabilmektedir. Ama sonunda insanlar, kendi refahlarını ve onurlarını kurtaracak yeni bir yol bulmuştur. İşte bu yeni yolun, yeni rejimin adı, “Cumhuriyet” tir

Cumhuriyet rejimi, yöneticilerinin kendileri için değil, halk için çalıştığı bir yönetim tarzıdır. Gerek başarı-başarısızlık, gerekse refah-yoksulluk, hem yönetim erkinin ve hem de halkın hep bir arada paylaştıkları ilke ve değerlerdir. Çünkü cumhuriyet, halkın kendini yönettiği rejimin adıdır. O yüzden cumhuriyet rejimi, devletlerin çağın gereklerine uygun olarak yönetilmelerini mümkün kılarak bir yanda toplumların refah düzeylerini artırırken öte yandan da devletlerin gücünü artırmıştır. Cumhuriyet rejimi, bu mucizevi gücünü, devlet ile halk arasında kurulmuş eşgüdümden almaktadır. Öyle ki, devlete bakıldığında halk, halka bakıldığında devlet görülür. Devletin cisimleşmiş şekli hükümet ve bürokrasi, halkın hükümet ve bürokrasi halindeki cisimleşmiş şekli ise devlettir. İyi ki 97 yıldır cumhuriyetle yönetiliyoruz. İyi ki bizlere cumhuriyet rejimi içinde yaşama şansını veren Mustafa Kemal Atatürk’ümüz var. Ona sadece minnet ve şükran değil, aynı zamanda cumhuriyeti koruma borcumuz da bulunmaktadır.

Cumhuriyet rejiminin birçok üstün vasıflarına zayıf yönleri de bulunmaktadır. Bu zayıflık, bir fidan, bir çiçek gibi aşırı bakıma ve özene ihtiyaç göstermesinden ileri gelmektedir. Dikildikten sonra sulanmamış bir fidan nasıl kuruyorsa, kurulduktan sonra sahiplenilmemiş bir cumhuriyet de, özünü, yani halkın malı olma vasfını kaybederek oligarşik bürokrasinin ortaya çıkmasına yol açabilmektedir. Dolayısıyla Cumhuriyet rejimini mükemmel kılan iki önemli özellikleri, aynı zamanda onun zayıf yönlerini oluşturmaktadır.

Cumhuriyet rejiminin en önemli özelliklerinden biri, halkın kendi kendisini, yine kendi içinden oluşturduğu hükümet ve bürokrasi aracılığıyla yönetmesi prensibidir. Ancak ne var ki hükümet ve bürokrasi, toplumsal denetimden hoşlanmama ve ondan kaçma eğilimindedir. O yüzden hükümet ve bürokrasinin denetimindeki ufak bir zafiyet, yönetim erkinin kendi etrafına bariyerler örerek halktan uzaklaşabilmesine ve halkı halk adına değil, kendi adına yönetmeye başlamasına, böylece çağdaş Monarkların ortaya çıkmasına yol açabilmektedir. Cumhuriyetin zayıf yönünü oluşturan ikinci özelliği ise, halkın kendi kendini siyasal partiler aracılığıyla yönetmesi ilkesidir. Ancak ne var ki Aristo’nun su, hep yokuş aşağı akar, yani herkes işin kolayına kaçma eğilimindedir şeklindeki tespiti, siyasi partiler için de geçerlidir. Çünkü siyasi partiler, hiçbir emek ve gayret göstermeden seçmen sayısını kolay yoldan artırmak amacıyla toplumda mevcut sosyal kültürel grupların ideolojilerden yararlanma çabasına girmektedirler. Ancak bu eğilim, sadece toplum için değil, cumhuriyet için de en büyük tehdidi oluşturmaktadır.

İdeoloji, kendine özgü kavramları, varsayımları ve mantık yürütme ilkeleri olan, insanların tutum, davranış ve algılamalarına yön verebilen bilgi ve düşünce sistemidir. Olaylara, bir ideolojinin penceresinden bakıldığında, sadece o ideolojinin izin verdikleri görebilir ve algılanabilir. O nedenle ideolojik bakmak demek, dünyaya tek renkli bir camın arkasından bakmak gibidir. Yaşamın sadece tek bir rengi görülür. Diğerleri yok sayılır. Oysa çağdaş toplumlar çok renklidir, çok kültürlüdür. O yüzden bir siyasi partinin, Türkiye gibi çok kültürlü ve çok ideolojili bir toplumda sadece tek bir ideolojinin paydaşlarını kucaklaması, vatandaşlarının geri kalanını görmezden gelmesi anlamına gelmektedir. İşte hükümetin bu tutumu, topluma, devlete ve cumhuriyete yapabilecek en büyük kötülüktür. Çünkü bu tutum, toplum içine sokulmuş bir nifak gibi vatandaşları kutuplaştırmakta ve onları, birbirlerini tehdit olarak algılayan hasımlar şeklinde gruplaştırmaktadır. Halkın kutuplaşmasının ise iki olumsuz sonucu olmaktadır. Bunlardan biri, parçalanmış olan halkın, hükümet ve bürokrasi üzerindeki denetim gücünü kaybetme olasılığıdır. İkincisi ise kutuplaşmanın yol açtığı belirsizlik ve kutuplaşmış gruplar arasındaki fikri mücadelelerin, toplumun tüm enerjisini tüketerek toplumsal refah ve ilerleme için geriye bir şey bırakmama olasılığıdır.

Bütün cumhuriyetler, bu risklerle karşı karşıyadırlar. Ancak bu riskleri önlemenin ya da denetim altına almanın bir yolu bulunmaktadır. O da ülke yönetiminde, ideolojisizlik ideolojisi ilkesine uymaktır.

İdeolojisizlik ideolojisi, herhangi bir ideolojiye angaje olmadan, vatandaşları sağcı, solcu, liberal, muhafazakâr, muhafazakâr demokrat, sosyal demokrat, laik-müslüman vs. şeklinde etiketlemeden bütün sosyal kültürel grupları, bütün yaşam tarzlarını, bütün ideolojileri kucaklamak demektir. İdeolojisizlik ideolojisi demek, ülke yönetiminde hiçbir ideolojiyi, hiçbir sosyal-kültürel grubu, hiçbir yaşam tarzını, bir diğerinden üstün görmemek demektir. İdeolojisiz ideoloji demek, merkeze kimlikleri, aidiyetleri, sınıf ve zümreleri değil, sadece insanı, yani vatandaşı, yani bireyi koymak demektir. İdeolojisiz ideoloji demek, Türkiye coğrafyasında nefes alan her vatandaşı, bu ülkenin asli sahibi olarak kabul etmek demektir. İdeolojisizlik ideolojisi demek, herbir ideoloji, birer hayat felsefesi, birer hayat tarzı, birer renk, birer çeşnidir. O yüzden Ülkemizde mevcut her bir ideolojiyi, birlikte toplumun ortak hafızasını ve ortak bilgi sistemi olarak kabul edip, her birinin, diğerlerine feda edilemeyecek kadar değerli olduğunu kabul etmek demektir. İdeolojisiz ideoloji demek, memleket yönetiminde, ideolojilerin yerine bilimi ve evrensel değerleri koymak demektir.

Yönetimde İdeolojisiz ideoloji ilkesi, vatandaşları hizipleşmiş, birbirlerine karşı önyargılı olmuş bir toplumda, onları yeniden birbirleriyle eklemleştirecek ve böylece asabiyetini güçlendirecek tek yol gibi görünmektedir. Çünkü birbirlerini hasım olarak görmeye başlamış olan çok sayıdaki toplumsal hiyerarşi ancak bilimin evrensel ve nesnel ilkeleri çerçevesinde yeniden aynı hiyerarşik çatı altında eklemleştirilebilirler.

Ülkemizdeki mevcut siyasi partiler arasında ideolojisizlik ideolojisi ilkesine sahip tek parti olarak DEVA partisi görünmektedir. Diğer bütün siyasi partilerin deklere ettikleri bir ideolojileri bulunmaktadır. O nedenle DEVA partisi, yeni Türkiye için hayati önemde olabilir. Bu önem, yönetimde ideolojisizlik ideolojisinin Türkiye siyasetine yerleşmesinde DEVA partisinin yapabileceği katkıdan ileri gelmektedir. Deva partisi, bizi biz olmaktan çıkartarak ayrıştıran ideolojilerin öznel değerlendirmelerini değil, bizleri aynı çatı altında birleştirebilecek evrensel ve nesnel değerleri başat kılmayı şiar edinmiş ve lideri tarafından açıkça dillendirilmiş tek parti olarak görünüyor. Ancak gönlüm, bütün siyasi partilerimizin ideolojisizlik ideolojisi ilkesini benimsemeleri ve dini ve milli değerlerimizi siyasete alet etmekten vazgeçmeleridir. Cumhuriyetimizi korumanın tek yolu budur.

Gönüllerinde gönüllerince kutlamaları dileğiyle bütün vatandaşlarımızın Cumhuriyet bayramları kutlu olsun” ifadelerine yer verdi.

AdminAdmin