Politika
Giriş Tarihi : 26-11-2019 13:10

"Ekranları BBG evine çevirdiniz, ayıp yahu"

İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener, Sözcü yazarı Rahmi Turan'ın CHP'li Muharrem İnce'nin Beştepe'de Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüştüğü iddiasının ardından başlayan ülke gündemini günlerdir meşgul eden tartışmalara ilişkin değerlendirmelerde bulundu. İktidara yakınlığıyla bilinen medyanın konuya geniş yer vermesini, "gözlerim yaşardı" diyerek eleştiren Akşener, "Gerçeklerin mutlaka gün yüzüne çıkmak gibi bir huyu vardır. Kim kiminle görüştü veya görüşmedi, kim kimin kaynağı, siyaset kurumunu kim nasıl kirletiyor bir gün mutlaka öğreneceğiz" dedi.

 

 

Konuşmasının başında AKP ve MHP oylarıyla 15 termik santralin filtresiz bir şekilde 2.5 yıl daha çalışmasına izin verilmesini sert bir dille eleştiren Akşener, "Ekranları BBG evine çevirdiniz, ayıp yahu. Mesela ben saraya kim gitti de santral bacalarına filtre takılmasını erteleyelim diyerek Erdoğan'ı ikna edeni merak ediyorum" diye konuştu. Erdoğan'ın seçim döneminde emeklilikte yaşa takılanlar ile 3600 ek gösterge ile ilgili verdiği sözleri de hatırlatan Akşener, "Saraya kim gitti de Erdoğan'ın fikrini değiştirdi, merak ediyorum" dedi. 

İktidarın tarım politikasına ilişkin eleştirilerine konuşmasında geniş yer veren Akşener, "Mesele vatandaşım olunca, havaya bakıp ıslık çalıyorlar. Dönün efendiler, dönün! Hayatın gerçeklerine dönün. Milletin dertlerine dönün. Boş işlerle, kumpaslarla uğraşacağınıza, çare bulmaya uğraşın. Ama nerdeeeee?" diyerek iktidara seslendi.

Dünyanın tarım gerçeğinin farkında olduğunu ülkeler üzerinden verdiği örneklerle anlatan Akşener, "Dünya tarımı stratejik bir alan olarak görüyor. Bizim Tarım Bakanı da patatesi ithal ediyor" diyerek Bakan Bekir Pakdemirli'yi de eleştiri oklarının hedefine aldı. Akşener, devamında, "İktidarın işi gücü şov yapmak Sayın Erdoğan 15 yıl aradan sonra ilk kez 21 Kasım'da yüzlerce kişiyi konuşup uzun uzun nutuk attı. 11. kalkınma planında da konuşmuşlardı yeni ekonomik programı açıklarken damat da konuşmuştu. Bütün bu konuşmaların özeti ne yapılacak, edilecek, görülecek. Yani hep aynı nakarat, gerisi bayat" ifadelerini kullandı.

Akşener'in açıklamaları şöyle:

Bu çakallar sizi korumazlar gene o gün hukukun üstünlüğünü burası savunur. Anadolu'da bir söz var köpeksiz köy bulup değneksiz gezmek. Sayın Erdoğan, yönettiğiniz ülkede köpeksiz köy bulup değneksiz geziyor millet. Ama biz elimizden geleni yapacağız. Demirden korksaydık, trene binmezdik.

Kadına yönelik her türlü şiddetin karşısında olmaya devam edeceğiz.

Öğretmenlerimiz bize hep aynı sözü fısıldadı; “Yeşili sev, doğayı koru.” Bu söz afişlere hapsolmuş bir slogan değil, deyim yerindeyse bir parolaydı. Yaradanın bize bir lütfu olan yemyeşil doğayı, tertemiz havayı, suyu, aslında hayatın bugününü ve yarınını korumayı öğütleyen, nesilden nesle aktarılan bir mesajdı. Ama maalesef; Bu kutlu mesajdan nasibini alamamış iktidar ve küçük ortağı, geçen hafta bir doğa katliamına daha imza attı. Özelleştirilen 15 termik santrale, 1 Aralık 2019 tarihine kadar süre verilmişti. Bu süre ne için verildi?  Bacalarına filtre takılsın; vatandaşlarımız, çocuklarımız zehirlenmesin diye. İktidar ve küçük ortağı, torba yasaya doldurdukları teklifle, bu süreyi Haziran 2022’ye kadar uzattılar.  Bu ne demek?  “Bu santraller, evlatlarımızı zehirlemeye, toprağı, suyu kirletmeye, 2 buçuk yıl daha devam edecek.” demek. Havanın, suyun, toprağın dengesinin bozulmasını devam ettirecek bu karara, hangi vicdanla imza attılar bilemem. Ama bildiğim bir şey var; Üç-beş para babası, daha çok kar edip kasalarını doldursun diye evlatlarımızın sağlığı hiçe sayıldı. Bu karara evet oyu verenlere soruyorum; sizin evlatlarınız, torunlarınız yok mu? Onlar zehir soluyunca vicdanınız sızlamayacak mı? Bu dünyada olmasa da ahirette bunun hesabı yok mu sanıyorsunuz? Ne diyeyim, Allah ıslah etsin. Ama bilin ki, evlatlarımızın sağlığı için bu işi takip edeceğiz.

"Kim kimin kaynağı, siyaset kurumunu kim nasıl kirletiyor bir gün mutlaka öğreneceğiz"

İnsanın gözünü para hırsı bürümüşse, sadece doğayı değil, hayatın her alanını kirletir, umurunda olmaz… Doymak bilmez hevesler, doymak bilmez hırsların kirlettiği alanlardan biri de siyaset. Son günlerin reytingi yüksek muhabbetini biliyorsunuz. Cumhuriyet Halk Partisi’ni merkeze alan bir tartışma, tüm ekranları kapladı. Bu konuda ilgimi çeken bir noktayı dikkatinize sunayım: Muhalefet partilerinin sağlığı ve sıhhatiyle, zerre ilgilenmeyen iktidar medyasının, Cumhuriyet Halk Partisi ile ilgili hassasiyeti gözlerimi yaşarttı. Meğer yandaş kalemler ve havuz medyası, CHP’yi ne çok seviyormuş… Ama unutmayalım ki, gerçeklerin bir gün mutlaka gün yüzüne çıkmak gibi bir huyu vardır. Kim kiminle görüştü ya da görüşmedi, kim kimin kaynağı ve her şeyden önemlisi, milli iradenin temsilcisi siyaset kurumunu kim, nasıl kirletiyor, bir gün mutlaka göreceğiz.

Medyaya 'Beştepe'deki CHP'li' tepkisi: "Ekranları BBG evine çevirdiniz, ayıp yahu"

Bizim siyaset anlayışımızda, vatandaşımızın, annelerin, babaların, gençlerin, işçinin, emeklinin, çiftçinin, sanayicinin derdine çare aramak vardır. Kimin kiminle ne görüştüğünü, vatandaşımıza dokunuyorsa merak eder, sonuna kadar da takip ederiz. Havayı, suyu, toprağı kirletenler kadar, siyaseti kirletenleri de takip ederiz. Ama bizim siyaset anlayışımızda, ikbal hesaplarıyla dümen çevirmek yoktur. Millet çare bekliyor, bunların memlekete yaşattıklarına bakın… Ayıptır ayıp. Ekranları BBG evine çevirdiniz.

"Santral bacalarına filtre takılmasını erteleyelim diye Sayın Erdoğan’ı ikna etti, ediyorum"

Ama, madem Saray’a gidenleri konuşuyoruz; mesela, ben, Saraya kim gitti de, “Santral bacalarına filtre takılmasını erteleyelim” diye Sayın Erdoğan’ı ikna etti, onu merak ediyorum. Mesela ben, seçim döneminde “Bu sorunu çözeceğiz.” denildiği halde, saraya kim gitti de Sayın Erdoğan’ı ikna edip, EYTlileri yüz üstü bıraktı, onu merak ediyorum. Mesela ben, seçimden önce “3600 ek göstergeyi vereceğiz.” dediği halde, saraya kim gitti de, Sayın Erdoğan’ı ikna edip, memurlarımızı yüzüstü bıraktı, onu merak ediyorum. Mesela ben, saraya kim gitti de, Sayın Erdoğan’ı, elektriğe-doğalgaza yüzde 70’i bulan zamlar yapmaya ikna edip, vatandaşın sırtına yeni yükler bindirdi, onu merak ediyorum. Mesela ben, saraya kim gitti de, Sayın Erdoğan’ı, Peygamber Ocağı’nın en stratejik tesislerinden biri olan, Tank Palet Fabrikası’nı, yabancılara satmaya ikna etti, onu merak ediyorum. Mesela ben, saraya kim gitti de, Sayın Erdoğan’ı terörist mektubu okumaya, teröristi devletin televizyonuna çıkarmaya ikna etti, onu merak ediyorum. Mesela ben, tarımda kendi kendine yetebilen Türkiye’de, saraya kim gitti de, Sayın Erdoğan’ı, patates, soğan, buğday, et, fasulye, nohut, hatta saman ithal edip, çiftçimizin belini bükmeye ikna etti, onu merak ediyorum.

"Milletin dertlerine dönün. Boş işlerle, kumpaslarla uğraşacağınıza, çare bulmaya uğraşın"

'O oraya gitti', 'Bu buraya geldi' gibi dedikodularla uğraşacaklarına, vatandaşın ayağına gitseler, gerçeği görecekler. Çiftçimizin kapısını çalıp, dertleşseler, acı tabloyu görecekler. Umudum yok ama, belki de görecek, utanacaklar, bir şeyler yapmaya çalışacaklar. Ama yapmıyorlar. Hiç düşünmüyorlar… İktidara geldiklerinde, 1,1 lira olan mazot fiyatı, 6,60 liraya çıkmış. Tam altı kat artmış. İktidara geldiklerinde, 237 lira olan bir ton gübrenin fiyatı, bugün 3300 lira. 14 kat artmış. İktidara geldiklerinde, bir ton yemin fiyatı 784 lirayken, 5 kat artmış, bugün, 4 bin lira olmuş. Benim hayvancılık yapan vatandaşım, çiftçim, “ne yapıyor, nasıl ayakta kalıyor?” diye merak etmiyorlar. Ne iktidar, ne küçük ortağı, ne de havuz medyası, hiçbiri merak etmiyor. Mesele vatandaşım olunca, havaya bakıp ıslık çalıyorlar. Dönün efendiler, dönün! Hayatın gerçeklerine dönün. Milletin dertlerine dönün. Boş işlerle, kumpaslarla uğraşacağınıza, çare bulmaya uğraşın. Ama nerdeeeee? Fıtrat bu, değişmiyor işte. 

"Türkiye’yi, tarımda ithalata muhtaç bir ülke haline getirdiler"

Türkiye’nin en büyük şanssızlığı, 17 yıldır, geleceği planlayamayan, vizyonsuz bir iktidar tarafından yönetilmesidir. İlk dönemlerinde yaptıkları birkaç iyi işi de tüketip, ülkenin kaderini getirip, ucube bir sisteme bağladılar. Ve bu sistem yüzünden, ülkemizi düşürdükleri çukurdan çıkarmaları imkansız. Çiftçiyi hiçbir zaman dikkate almadılar. Tarımı geliştirmek için kıllarını bile kıpırdatmadılar. Ve Avrupa’nın en geniş tarım alanlarına sahip Türkiye’yi, tarımda ithalata muhtaç bir ülke haline getirdiler.

Tarımda ithalata muhtaç, ekonomide yabancının parasına muhtaç, dış politikada Trump’a muhtaç, akılda da damada muhtaç bir Türkiye.

"Bu sofra artık bizim soframız değil"

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin ülkemizi getirdiği nokta işte bu. Ne yaptılar biliyor musunuz? Toprağa sırtlarını döndüler. “Köylü milletin efendisidir” diye başlayan, modern tarım serüvenimiz; “Beş müteahhit milletin efendisidir.” diyen, betona gömülmüş akıllarla son buldu. O beş müteahhit, rantın efendisi, damat, ekonominin efendisi, kendisi de sarayın, şatafatın, israfın efendisi oldu. Muratlarına erdiler. “Temiz Anadolu çocuklarıyız.” diye diye gezdiler, sülaleleriyle beraber milyoner oldular. Ama “millet” dedik mi, kızıyorlar. “İş” dedik mi, “aş” dedik mi parlıyorlar. Nasıl susalım ki? Son 10 yıldır, bu sofra artık bizim soframız değil. Biz misafir gibi oturup, Amerikan pirincinden yapılmış pilava kaşık sallıyoruz. Rus buğdayından pişirilmiş ekmeği, Sırp koyunundan yapılmış kavurmanın suyuna banıyoruz. Olacak iş değildir bu.

"Son 10 yılda çiftçi sayımız yüzde 38 düştü, 400 binden fazla insanımız toprak işlemeyi bıraktı"

Son 10 yılda çiftçi sayımız yüzde 38 düştü. 400 binden fazla insanımız toprak işlemeyi bıraktı. 2002’den bu yana tarım alanlarımızın yüzde 12’sini yitirdik.  Tarımsal üretimde dünyanın en büyük ikinci ülkesi olan Hollanda kadar, bakın Hollanda kadar, tarım alanını kaybettik.

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü, tüm ülkelerde yetişen 170'ten fazla mahsulün veri tabanını tutuyor. Mahsullerin hareketini izliyor. Niçin izliyor biliyor musunuz? Çünkü bu veriler, medeniyet günlüğü gibi okunuyor. Çünkü her ülkenin tarımı, aslında medeniyetinin günlüğü. Çünkü tarımı ölen ülkenin, medeniyeti de ölüyor.

Bakın; gelişmiş ülkeler, teknolojik kalkınmanın yanına ne ekliyor biliyor musunuz? Tarımsal üretimi ekliyorlar. Mesela Amerikan medeniyetinin temeli olarak pamuk gösteriliyor. Her tür teknolojiyi geliştiriyorlar, ama medeniyetlerinin temelinde, hala pamuk var. Bakın, İran bile bu konuda önemli bir vaka: ABD ve batı baskısına rağmen, İran kendi adımlarını attı. Petrolden başka, kendine yeten bir tarımsal üretimin peşine düştü. Ve neyi seçti? Muzu. İran, 1980’den bugüne, muz üretimini yüzde 1 milyon 300 bin arttırdı. Kanada ne yaptı biliyor musunuz? 1960 yılında başladığı mercimek üretimini, yüzde 64 milyon artırdı. Dünya mercimek ihracatının yüzde 80’den fazlasını Kanada yapıyor. 50 yılda sıfırdan başlayıp dünya lideri oldular, milyar nüfuslu Çin’i besliyorlar. Artış oranlarına bakar mısınız? Bizdeyse bırakın artmayı, azalıyor. Dünya, tarım gerçeğinin farkında. Tarımı stratejik bir alan olarak görüyor. Bizim Tarım Bakanı da ithal patatesin önünü açıyor. Çiftçimizin ürünü depolarda çürürken, elin çiftçisi bayram ediyor. Vizyon bu, misyon bu.

Akşener'den iktidara tarım politikası eleştirisi: Hep aynı nakarat, gerisi bayat

Çiftçimiz bu gerçekle çırpınırken, iktidarın işi gücü şov yapmak. Sayın Erdoğan, 15 yıl aradan sonra ilk kez, 21 Kasım’da yüzlerce kişiyi toplayıp, 3. Tarım Şurası’nda uzun uzun nutuk attı. Geçtiğimiz Temmuz ayında, 11’inci kalkınma planında da konuşmuşlardı. Yeni Ekonomik Programı açıklarken Damat da konuşmuştu. En son bütçe görüşmelerinde Tarım Bakanı da konuştu. Peki bütün bu konuşmaların özeti ne?  “Yapılacak, edilecek, görülecek… “Yani, “Hep aynı nakarat, yarısı bayat…” Peki sonuç ne? Buyurun size bazı rakamlar vereyim: İktidara geldiklerinde tarımsal üretim 37 milyar lirayken, bugün 216 milyar liraya çıkmış. Yaklaşık 6 kat artmış. Peki, bu süreçte çiftçimizin borcu ne duruma gelmiş? 2002 yılında tarım kesiminin toplam borcu 2 milyar 600 milyon lirayken, bugün 45 kat artmış ve 119 milyar lira olmuş. Üretim parasal olarak 6 kat, borç ise 45 kat artmış. Ama lafa gelince başarı var, “uçuyoruz, kaçıyoruz, aşıyoruz.

"Ak Parti’nin el attığı her şey zarar ediyor"

Tarımda, tarımsal endüstride, Ak Parti’nin el attığı her şey zarar ediyor. Şeker fabrikaları ve ÇAYKUR, 2 yıl önce Varlık Fonu’na devredildi. O gün bugündür zarar açıklıyor. İşlerine gelen rakamları söyleyip, çiftçimizin aklıyla alay ediyorlar. Tarımsal üretimin arttığı yerde, 1 milyon aile çiftçiliği bırakmış. Çiftçimiz haklı olarak soruyor; “Bize bu kadar yük vurulduysa, biz kazanmadıysak, kim kazandı?” diyor. Ben söyleyeyim: 2003 yılı başında 1 milyon dolarlık hazine kağıdı alan bir yatırımcı, bu kağıdı ortalama 5 yıl içinde satıp tekrar dövize döndüğünde, 1 milyon doları, oluyor 3 milyon dolar. Parasını üçe katlıyor.Yani kim kazanıyor; faiz kazanıyor, rant kazanıyor. Bu yıl da en yüksek kurumlar vergisini bankalar ödedi.Kim kazandı: Faiz kazandı, rant kazandı. 500 büyük firmanın, brüt karının yüzde 85’ini finansman giderleri oluşturuyor. Para kime gidiyor? Faize gidiyor, ranta gidiyor.

Kazananlar belli; Yolcu garantili Havalimanını yapanlar kazandı. Geçiş garantili yolları, köprüleri yapanlar kazandı. Sözleşmeleri saklanan, hasta garantili Şehir Hastanelerini yapanlar kazandı. Satamadığı iş merkezini bakanlıklara kiraya verenler kazandı. Bu kadar kolay ve çok kazananların olduğu, Ak Parti’nin israf düzeninde, elbette ki, çiftçi kaybeder, esnaf kaybeder, memur kaybeder. Orta ve dar gelirliler kaybeder.  Sanayide üretenler kaybeder.

Bizim buna itirazımız var. Bizim bu israf düzenine itirazımız var. İYİ Parti’nin varlık nedeni bu itirazdır. Ayağa kalkışımız bu nedenledir.

"Sözünüzde durun, çiftçiye bu borcu ödeyin"

İlgili kanun diyor ki; “Milli gelirin yüzde 1’i Tarımsal Destek olarak verilir.” Hatta 2004’te topladığı Tarım Şurası’nda, Sayın Erdoğan, “Tarımsal desteği yüzde 2’ye çıkaracağız.” dedi, ama her zamanki gibi sözünden döndü… Tutulmayan söze rağmen, bugünkü rakamlarla bu miktar 37 milyar lira. Peki 2018’de ne verilmesi öngörülmüş? 14 milyar lira. İktidara sesleniyorum; sırf bu kalemden bile tarıma, çiftçimize 23 milyar lira borcunuz var. Bu borcu hemen ödeyin. O nasırlı eller, çocuk evlendirecek. Gübre alacak. Tohum alacak. Borçlarını kapatacak. Sözünüzde durun, bu borcu ödeyin. Devlet, sözünde durandır; söylediğinin peşinden gidendir. Devlet, ağzından çıkanı bilendir. Ama, bırakın ne dediğini bilmeyi, bunların hepsi farklı atıyor.

Damat, 100 milyon küçükbaş hayvandan söz ediyor, kayınpederi, “56 milyon” diyor. Bir kurum, “28 milyon hektar”, diğeri, “24 milyon hektar tarım arazisi var.” diyor, bir başka kurum ise çıkıp, “26 buçuk milyon hektar” diyor. Bir kurum, “5 milyon 600 bin hektar sulanıyor.” diyor, yaptıkları plana göre 3 milyon 400 bin hektar sulanacak. Erdoğan’ın damattan, damadın tarım bakanından;  Hiçbirinin birbirinden, kimsenin de kalkınma planından haberi yok.

"Anasını alıp gitmesi istenen çiftçilerin ülkesinde, tarım ölüyor"

Vah ki vah. Vizyon bu olunca; İktidar ciddiyetsiz, doktoralı bakanlar da beceriksiz olunca, “Anasını alıp gitmesi” istenen çiftçilerin ülkesinde, tarım ölüyor. Tarım ile birlikte medeniyetimiz de ölüyor. Anadolu ölüyor. Önümüzdeki on yılda, Türkiye nüfusu 90 milyona gelecek.  Bunun yüzde 75’i, 15 metropole toplaşmış olacak.  Bu metropolleşme dinamiği, toplumun doğasını, ihtiyaçlarını, taleplerini, umutlarını, dayanışma anlayışını temelden sarsacak. “Yabancılar konuya medeniyet meselesi olarak bakıyor.” dedim ya, işte tam da bundan dolayı öyle bakıyorlar.

Mesele, yalnızca mercimek, biber meselesi değil. Mesele, Türk medeniyetinin hayatta kalma meselesi. Koltukları zora girdiğinde seçim meydanlarında, “beka beka” diye fırtınalar estirenler, Mesele, milletimizin, medeniyetimizin bekası olduğunda havaya bakıp ıslık çalıyor.

Erdoğan'a: Sata sata bugüne geldin, kalan beş koyunu da 5 müteahhide teslim ettin

Söylemekten bıkmayacağım: “Milletine bu kadar yabancılaşmış bir iktidarın, Türkiye’ye vereceği hiçbir şey yoktur.” Sahip olduğumuz bu bereketli topraklar üzerinde ihtiyacımız olan her şeye sahibiz. Yeter ki, işlemesini bilelim.  Yeter ki, işleyenin hakkını verelim. Sayın Erdoğan lafa geldi mi, muhalefete çemkiriyor: “Bunlara beş koyun versen güdemezler.” diyor. Peki sen ne yaptın? Millet sana koca bir sürüyü teslim etti. Hepsini sata sata bugüne geldin. Kalan beş koyunu da götürüp, o beş müteahhide teslim ediyorsun. 17 yıldır yaptıkları bu. Ağustos böceği gibi, çalıp söylediler. Şatafata boğuldular. İsraf ettiler. Bu böyle gitmez. Bu böyle gitmeyecek. Biz geleceğiz ve bu israf düzeni değişecek. Sözlerimiz bir kulaklarından girip diğerinden çıkıyor. Ama İyi Parti iktidarının daha ilk yılında, işler nasıl yoluna girermiş uygulamalı görecekler. Kalkınma Politikaları Başkanlığımız şimdiden çalışmalarına başladı. Arkadaşlarımız şehir şehir gezip, çiftçinin, hayvancının dertlerini dinleyip, projelerimizi anlatıyor. 30 Kasım’da Adana’da olacaklar. Biz diyoruz ki; “Tarımın yapısal sorunlarını çözmeden atacağınız her adım boşa gider.” Üretmeden, çiftçiye para kazandırmadan, gıda enflasyonuna da, tarımın diğer problemlerine de çözüm bulamazsınız.  İyi Parti iktidarında, tarımın milli gelirdeki payını, %10’un üzerine çıkaracağız.

AdminAdmin